Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (April 2005) > Çeviriyorum
Çeviriyorum
Askerî değil, siyasî bir kayıp / Timur Aliyev, İzvestiya, 10 Mart 2005
Rus Basını
Çeviri: Enise Smirnova
Aslan Mashadov’un öldürülmesi, Çeçenistan savaşının sona ereceği anlamına gelmiyor. Mashadov’un sahneden çekilmesi, savaşın yeni ve daha radikal bir aşamaya geçmesine yol açabilir.
Bunun başlıca nedenlerinden biri, Mashadov’un yerine geçecek kişinin son derece radikal yöntemler kullanan Şamil Basayev olması. Çeçenistan devlet başkanı olması dolayısıyla belirgin bir liderlik konumuna sahip olan Mashadov oyundan çıkınca, daha yumuşak savaş yöntemlerini tercih eden Çeçen direnişçiler, Basayev’in öncülük ettiği radikal savaşçıların yanında zayıf kalacak. Basayev’in kesin bir zafere ulaşıncaya kadar mücadeleyi sürdüreceği yönündeki demeçleri dikkate alınırsa, bundan sonra Çeçen direnişçilerin çok daha sert ve radikal savaş yöntemlerine başvuracağı yönünde tahminler yapılabilir.
Bugüne kadar Mashadov, Basayev’i dengeler durumdaydı. Her ne kadar dışarıdan bakıldığında, Mashadov’un Basayev’e göre daha üstün bir konumda olduğu görülse de, aslında bu iki lider eşit güce sahipti. Mashadov, Çeçenlerin siyasî yönünü temsil ederken, Basayev askerî yönünü temsil ediyordu. Savaş yöntemleri olarak da aralarında fark vardı. Çeçen direnişçilerin mutedil kısmını temsil eden Mashadov, Rus askerlerine karşı saldırılar düzenleyip Çeçenistan’ın resmî hükümetine bağlı güvenlik güçleri ile çatışmaya girmekten kaçınıyordu. Çok daha radikal yöntemlere başvuran Şamil Basayev ise, Çeçenistan’ın içinde ve dışında terör saldırıları düzenlemek ve resmî Çeçen hükümeti için çalışan siyasetçiler ile güvenlik güçlerini hedef alan operasyonlar gerçekleştirmek gibi savaş taktiklerini kullanmaktan çekinmiyor. Bunun çarpıcı örneklerinden bazıları Beslan ve “Nord-Ost”.
Mashadov ile Basayev fikir birliğine varabildikleri durumlarda, aynı hedef uğruna mücadele ettiklerini beyan ediyorlardı. Bu iki lider arasında fikir uyuşmazlığı söz konusu olduğunda ise Basayev, Çeçenistan devlet başkanına doğrudan bağlı olmadığını, kendisinin istihbarat servisinin başkanı olduğunu ileri sürüyordu. Şimdi ise, Aslan Mashadov’un öldürülmesiyle Rusya, Çeçenistan sorununu kan dökmeden çözme konusunda son şansını yitirmiş oldu. Başka bir ifadeyle, Rusya hükümetinin barış görüşmeleri yapabileceği bir lider kalmadı.
Dolayısıyla Mashadov’un ölümü, askerî bir kayıp olmaktan çok siyasî bir kayıp. Çeçenistan direniş hareketi mensuplarının gözünde 1997’de seçilen resmî bir devlet başkanı olan Mashadov, Rusya’dan çok Batı için önem taşıyordu. Çeçen savaşçıların mutedil kısmının lideri olan Mashadov’un yerine kim gelirse gelsin, onun gördüğü itibarı göremeyecek; zira yeni gelen kişi Çeçen halkının seçtiği bir devlet başkanı olmayıp, yalnızca bir grup insanın belirlediği bir lider olacak. Dolayısıyla bu kişi, ister Rusya’nın, ister diğer ülkelerin gözünde Mashadov’un sahip olduğu konuma bile sahip olamayacak. Bu da, barış görüşmelerinin yapılamayacağı ve Çeçenistan’daki savaşın son direnişçinin ölümüne veya Çeçenlerin kesin zaferine kadar devam edeceği anlamına geliyor.
Çeçenistan’da savaşı sürdürenler, Dudayev veya Mashadov değil; fakat ellerinde silah bulunan kişiler. Sonuç olarak, Rus hükümetinin Çeçenistan sorununu yalnızca kaba kuvvet kullanarak çözmeye çalışması, sivil halkın maruz kaldığı eziyetlerin altı senedir kesilmeden devam etmesi ve Çeçen gençlerin sosyal bakımdan korumasız kalması, Çeçenistan’da Taliban benzeri bir hareketin doğmasına yol açabilir.

Tavsiye Et
Sıra Lübnan’da / İvan Groşkov, Nezavisimaya Gazeta, 15 Mart 2005
Rus Basını
Çeviri: Enise Smirnova
Yakın Doğu’ya yönelik siyasetinde yeni adımlar atan Rusya, Suriye askerî kuvvetlerinin Lübnan’dan çekilmesinin istenmesi üzerine meydana gelen siyasî krizin çözülmesi için arabulucu rolünü üstlendi. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyesi olan Rusya, Lübnan eski Başbakanı Refik Hariri’nin öldürülmesinden sonra kendi sınırları dahilinde Lübnan’ın muhalefet lideri ile resmî temaslar yapan tek ülke durumunda.
Suriye ile iyi ilişkiler içinde olan Rusya hükümeti, Suriye’ye karşı başlatılan kampanyanın öncüsü olan Lübnan muhalefet lideri Velid Canbolat ile üst düzey görüşmeler yaparken, Rusya ile Suriye arasında gerginlik doğmasından endişelenmiyor gibi. Dört günlük resmî bir ziyaret için Rusya’ya gelen Canbolat’ın bu seyahatini, Suriye dışişleri bakan yardımcısının hemen ardından gerçekleştirmesi dikkat çekici. Lübnanlı muhalefet liderinin; Rusya dışişleri bakanı, Parlamento ve Federasyon Konseyi dışişleri komitesi başkanları, Rusya Ticaret Odası başkanı gibi yetkililerle görüşmesi, Rus hükümetinin Yakın Doğu’da daha etkin bir rol oynamak istediğine açıkça işaret ediyor. Zira, modern Rusya tarihinde ilk defa devlette resmî bir görevi olmayan bir Yakın Doğu siyaset adamı ile bu kadar üst düzeyde temaslar gerçekleştiriliyor. Görüşmelerin ana konusu, Lübnan’daki son durum ve Suriye-Lübnan sorununun çözüm yolları. Rusya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Aleksandr Yakovenko’nun yaptığı açıklamaya göre, Velid Canbolat ile yapılan görüşmeler, Rusya’nın Yakın Doğu siyasetinin bir parçası olup bu bölgede yeni siyasî ve askerî krizlerin oluşmasını önleme amacı taşımakta.

Tavsiye Et
Bişkek’teki kırılma / The New York Times, 25 Mart 2005
Amerikan Basını
Çeviri: Ebru Afat
Dün, muhalif göstericilerin başkent Bişkek’teki başkanlık binasına girdikleri sırada Kırgızistan Devlet Başkanı Askar Akayev ailesiyle birlikte ülkeyi terk ettiğinde, bir Sovyet sonrası otokrasisinin daha çöktüğü görüldü. Orta Asya’nın demokrasiye en çok eğilim gösteren lideri olarak övülmüş bir adamın yaklaşık 15 yıllık yönetimi için sefil fakat hak edilmiş bir sondu. Şüphesiz bu övgü, baskıcılığın kural olduğu bir bölgede iki anlamlı bir iltifat gibiydi.
Geçen yıllar boyunca iktidarın nimetlerine olan bağlılığı arttıkça, Akayev’in siyasî görüşleri de aydınlığını yitirmeye başladı. Muhalefet liderlerini hapsetmekten, seçimlere hile karıştırmaktan ve kızını müstakbel halefi olarak hazırlamaktan en ufak bir vicdan azabı duymadı. Bu ayın başında gerçekleşen parlamento seçimlerinde yapılan son sahtekarlık, nihayetinde onu kaçmak zorunda bırakan ülke çapındaki gösterilerin fitilini ateşledi.
Kırgızistan şimdilerde, 1991’de Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra iktidarı ele geçiren yolsuzluklara bulanmış klikleri alaşağı eden Gürcistan ve Ukrayna örneklerini izlemektedir. Demokratik meşruiyete sahip bir hükümet kurmak için bir an önce seçimlere gitmek suretiyle onlara benzemeye çalışması gerekir. Bunu bir kez gerçekleştirdiği takdirde Kırgızistan’ın bizzat kendisi, hâlâ kötü idare edilen ve demokratik olmayan Sovyet sonrası cumhuriyetlere, özellikle de yakın komşuları olan Türkmenistan, Özbekistan, Tacikistan ve Kazakistan’a olumlu bir örnek teşkil edebilir. Bu beş Orta Asya Cumhuriyeti, Batı’nın kabul etmeye ve hatta onlarla birlikte tuzak kurmaya çok istekli olduğu İslam dünyasındaki despot kötü yönetim türünün örneklerindendir. 
Büyük güçler -önceleri Rusya ve İngiltere, bugün de Rusya, Çin ve ABD- arasındaki düşmanlıkları temizlemek, yıllardır Orta Asya’nın kötü kaderi olagelmiştir. Bu model, Bush yönetimi 11 Eylül sonrasında Afganistan’a yakın askerî üsleri güvenceye almak için bölgedeki yöneticilere yaranmaya çalışıp onların diktatörce ihlallerine göz yummaya başladığında daha da güçlendi. Özellikle faydalı olan bir üs Kırgızistan’da, Bişkek’in biraz dışında yer almaktadır. Dışişleri Bakanlığı’nın, muhalefeti, hükümet binalarını ele geçirdiği ve kirlettiği için paylarken bu ayki seçim sahtekarlığını niçin sadece yumuşak bir eleştiriyle geçiştirdiği bununla açıklanabilir. Bu yaklaşım, Washington’un geçen yıl Kiev’de ve bu ayın başlarında Beyrut’ta düzenlenen hükümet karşıtı kitle gösterilerine verdiği açık sözlü destekle tam bir çelişki arz etmektedir.
Akayev’in hemen kaçması bu sinik, güce dayalı politikanın ne kadar kısa görüşlü olabileceğini göstermektedir. Amerika’nın şimdi Kırgızistan için yapabileceği en iyi şey, ülkenin bu haftaki ayaklanmanın kargaşasından çıkıp daha istikrarlı demokratik bir geleceğe yönelmesine yardım etmek için Avrupa’da ve dünyanın başka yerlerinde demokrasilerle birlikte çalışmaktır.

Tavsiye Et
Bişkek baharı / The Guardian, 26 Mart 2005
İngiliz Basını
Çeviri: Ebru Afat
Vladimir Putin, Rusya’nın yakın çevresinin siyasî coğrafyasını değiştiren kadife ve turuncu devrimleri izleyen Kırgızistan’ın lale devriminin sonucunu kabul etmek için çabuk harekete geçti. Ancak benzetmeler, düşüncelerin temeli haline gelmemeli. Gürcistan’ın Tiflis’inde başlayıp Kiev üzerinden Kırgız başkenti Bişkek’e uzanan bir domino etkisinin olduğu ortadaysa da, bunlar arasında büyük farklılıklar da bulunmaktadır.
Kırgızistan, çok güzel ve son derece fakir olan bu küçük ülke, Sovyetlerden bağımsızlığını 1990’da kazanan beş Orta Asya cumhuriyetinin uzun zamandır en fazla ümit vaat edeni olageldi. Aynı ülke şimdilerde, büyük çaplı yağmalama sefahati kadar şiddet olayları tarafından da -endişe verici ölçüde- lekelenmesine rağmen, aniden daha iyi bir geleceğe doğru itilmiş görünüyor.
Muhalefetin protestolarını, apaçık bir sahtekarlık olduğu görülen, parlamentodaki 75 sandalyenin, 6’sı hariç, Devlet Başkanı Askar Akayev’e, onun ailesine ve destekçilerine gittiği son seçimler tetikledi. Akayev’i ülkeyi terk etmek zorunda bırakan gösterileri, her ne kadar klanlar arasındaki düşmanlıklar bunda bir rol oynamış olsa da, yolsuzlukların azalması ve demokrasinin çoğalmasına duyulan istek sürükledi. Akayev, şapkalarını kolayca değiştiren eski komünistler olan diğer bölge liderlerinden daha özgürlükçüydü. Ancak bu onun gittikçe artan otoriterlik eğilimini ve nepotist uygulamalarını -eşi Bişkek’in en büyük alışveriş merkezinin sahibiydi- daha kabul edilebilir kılmadı.
Kırgızistan’ın uzaklığı, küçüklüğü, destekleyici bir diasporadan yoksun oluşu ve protestoların ani bir hızla yayılması, Ukrayna’yı düşünen Akayev’in “yabancı siyasî danışmanları” uzak durmaları yönünde uyarmasına rağmen, onların Batılı hükümetlerin yalnızca sınırlı ölçüde ilgisini çektiği anlamına gelmektedir. Bush’un özgürlük retoriğine rağmen Amerika’nın temel endişesi, Çin’i izlemek ve Afganistan çevresindeki “terörle savaşı” sürdürmek için kurduğu Bişkek yakınlarındaki hava üssünü korumak olabilir.
Akayev’in düşmesi Özbekistan, Kazakistan, Türkmenistan ve Tacikistan’daki meslektaşlarını üzecektir. Ancak Putin içinden öfkelense bile kamuoyu önünde, momentum demokratik rakibine döndüğü halde Rusya yanlısı başbakanı desteklediği Ukrayna’da yaptığından daha akıllıca davranmıştır. Putin’in endişesi belki de Amerikan üssünün birkaç mil uzağında yer alan Rus askerî üssüydü. Bu, çoğu onun eski bakanları olan ve Batı’nın kollarına balıklama atlayacaklarına dair pek az emare gösteren Akayev’in haleflerine oldukça yardım etmiştir.

Tavsiye Et
Son pişmanlığın önüne geçmek! / Fehmi Huveydi, El-Halic, 15 Mart 2005
Arap Basını
Çeviri: Hatice Boynukalın
Suriye’nin Lübnan’dan çekilmesinin ABD ve Avrupa’nın baskıları sonucu gerçekleşmesini istemezdik. Zira yaşanan deneyimler büyük devletlerin isteklerine boyun eğmenin pişmanlık yolunda atılmış bir ilk adım olduğunu gösteriyor.
Suriye’nin Lübnan’da bulunmasını savunacak değilim; bu topraklarda giriştiği faaliyetleri temize çıkaracak bir gerekçe de bulamıyorum. Bu hatalar sebebiyle Şam yönetiminin kolu daha kolay büküldü. Böylece ABD Başkanı çekilme sürecinin tamamlanması için bir takvim belirleyebildi. Yine BM Temsilcisi çekilme takvimini denetleyeceğini ilan etti.
Ancak Batılı liderlerin Şam’a talimatlar göndererek Batılı iradeye boyun eğmesini istemesi, Suriye’yi alçaltmakta; bu da Arap vicdanının sızlamasına ve üzüntü duymasına sebebiyet vermektedir.
İddia ediyorum ki, Arap yönetimlerinin Arap ümmetini temsil etme ve aralarındaki ihtilafları çözme konusunda en ufak bir yeteneği ve inandırıcılığı olsaydı, Irak’ın Kuveyt’i işgalinden Irak’ın ABD’lilerce işgaline; Büyük Orta Doğu Projesi adı altında tüm Arap ümmetini ıslah etmekten Suriye’yi Lübnan’dan kovmaya uzanan birçok olay meydana gelmezdi.
Krizin ayyuka çıktığı süreçte Lübnan’daki muhalefet, Araplardan hiç kimseyi kendine muhatap olarak görmedi; Moskova, Brüksel, Fransa ve Almanya’ya yöneldi. Bu durum, büyük devletleri Suriye konusunda daha çok cesaretlendirerek, onların bu ülkeye emirler yağdırmalarının önünü açtı.
Lübnan topraklarından çekilme, Lübnan muhalefeti tarafından talep edilse ve kimileri tarafından coşkuyla karşılansa da bu, “senaryo”yu ortaya koyanların karınlarını doyurmayacaktır. Çünkü çekilme, bir kısmı Güvenlik Konseyi kararlarında ilan edilen, bir kısmı ise meçhul ve arkası gelecek bir dizi direktifin ilk adımını oluşturmaktadır. Suriye’den şimdi, ABD’nin Irak’taki durumunu güçlendirmeye çalışması, Filistin davasında işleyen siyasî sürece destek vermesi, Filistin direniş örgütlerinin Şam’da bulunan bürolarını kapatması ve liderlerini sınır dışı etmesi, Lübnan’daki Hizbullah’la ilişkilerini kesmesi ve İran’la bağlantısını koparması istenmekte. Şam Yönetimi bu talepleri yerine getirdiği takdirde sıra, diğer isteklere gelecek.

Tavsiye Et
Acizlerin Cezayir Zirvesi / Abdulbari Atwan, El-Quds El-Arabi, 21 Mart 2005
Arap Basını
Çeviri: Hatice Boynukalın
Cezayir Zirvesi’ne katılan Arap liderlerin Arap barış girişimini devreye sokmak için aldıkları karar oldukça gülünç. Bu liderler kendilerinin gerçekten önemsendiklerini ve tüm dünyanın onların kararlarını sabırsızlık ve büyük bir merakla beklediğini zannediyor. Oysa onlar OPEC’in herhangi bir toplantısının bu zirvelerden çok daha fazla önemsendiğini bilmiyor.
ABD’nin bu zirvelerden çıkmasını beklediği tek girişim, onların kalan izzet ve onurlarından feragat ederek bir uçakla Tel-Aviv’e gitmeleri, ilişkilerin kayıtsız-şartsız normalleşmesi sürecini başlatmaları ve daha fazla bir şey talep etmemeleridir.
Zirveye katılan ya da zirveyi boykot eden Arap liderleri arasındaki anlaşmazlığın nedeni “normalleşme süreci”ne karşı çıkmaları değil, bu sürecin nasıl işletilmesi gerektiği üzerinedir. Ürdün, Fas ve Mısır gibi ülkeler bunun hemen ve koşulsuz gerçekleşmesini isterken; diğer bir kısım ülkeler bu sürecin aşama aşama gerçekleşmesini tercih ediyor.
Ürdün ve Mısır hükümetleri İsrail ile tamamen normalleştirilmiş ilişkiler kurma konusunda diğer Arap ülkelerini geride bıraktı. Her iki ülke İsrail’le ticarî anlaşmalar imzalayıp resmî sınırlarını çizerek düşmanca ilişkilerini sona erdirdi. Buna karşılık bu ülkeler Araplar ve Filistin Davası için ne yaptı? Hiçbir şey! ABD’den, verdikleri tavizler karşılığında para yardımı almaları ve ABD’deki Yahudi lobisine birkaç adım daha yakınlaşmak dışında...
Bu zirve Arap ümmetinin içine düştüğü alçaltıcı vaziyeti gösterdi. Geçmişte zirvelere katılmak esasken şimdilerde bu durum ters yüz oldu; artık zirvelere katılmak istisna. Halkların gözünden düşen Arap Birliği, artık yenisiyle eskisiyle üyelerinin dahi gözünden düşmeye başladı.
Geçmişteki zirvelerde çıkan kararların temel bir bölümünü teşkil eden, İsrail ve ABD’ye yöneltilen ithamlar ve hücumlardaki aşırılıkları gülümseyerek izlerdik. Şimdilerde ise bu kelimelerin tamamı kaybolmuş durumda. Bugünlerde bu kavramların yerini normalleştirme, diyalog, barış, iktisadî yardımlaşma, yol haritası, bir arada yaşama, hoşgörü, şartsız müzakere kavramları aldı.

Tavsiye Et
“Amerikan baharı”: Gerçek mi, yalan mı? / Pascal Riche, Libération, 21 Mart 2005
Fransız Basını
Çeviri: Adem Yılmaz
Bush Avrupa’ya yakınlaşmaya çalışıyor; fakat uluslararası arenaya şahinleri yerleştiriyor.
Bush nereye gidiyor? Amerikan dış politikası hiç bu kadar çelişkili olmamıştı. Başkan Bush Avrupa ile uzlaşma mesajlarını artırıyor ve dünya problemlerine karşı çok taraflı bir yaklaşıma daha açık görünüyor. Bir sürü dosya üzerinde Dışişleri Bakanı Rice idarenin sert hattından geri adım atıyor. Mollalarla başlattıkları diyalogun faydalı olacağını kabul ederek, İran hususunda Avrupalıları dinliyor gözüküyor. Artık Lübnan’da Hizbullah’ın gücünü kırma hususunda ısrar etmiyor ve Lübnanlıları kendi tercihlerinde serbest bırakmanın daha iyi olacağını anlamış gözüküyor.
Ancak zamanla Washington bu Amerikan baharını yalanlayan sinyaller gönderiyor. Bush, bu bağlamda, Pentagon’un ikinci adamı Paul Wolfowitz’i Dünya Bankası’nın başına atayarak tek taraflılığın şampiyonluğunu ilan etmeye karar veriyor. Bu atamayı, diğer bir şahin olan Silahsızlanmadan Sorumlu Bakan Yardımcısı John Bolton’ı, BM nezdinde elçi olarak ataması izliyor. Washington’da diplomat ve uzmanlar bu çelişkili girişimleri deşifre etmeye çalışıyor. En güncel analize göre Dick Cheney ve Savunma Bakanı Donald Rumsfeld’den başlayan Bush, kendi yönetimini sert ideologlardan kurtararak Rice’ın işini kolaylaştırıyor. New American Foundation’dan Juge Steve Clemons, “Bu atamalar planlı bir stratejiye dayanmıyor; yalnızca basit iç çekişmelerin bir sonucu” diyor. Bush, kendisine sadık Condoleezza Rice’ı bizzat atayarak diplomasiyi yeniden öncelediğini ve ona önem verdiğini göstermek istiyor.  
Bush’un dünya ile barışının bir başka göstergesi ise, eski danışmanlarından Karen Huges’ı ABD’nin imajını restore etme amacıyla Dışişleri Bakanlığı’nda bir göreve ataması. Rand Corporation’da uzman olan James Dobbins’e göre Bush bir yıldır dış politikasını değiştirmeye çalışıyor: “Tek taraflılık onları Irak’ta istedikleri yere götürmedi, şimdi yeniden kendilerine çeki düzen veriyorlar; fakat pek çok sebepten ötürü iki adım ileri, bir adım geri gidiyorlar.”

Tavsiye Et
Nicolas Baverez ile söyleşi - Bir özgürlük fikri / Lefigaro, 22 Mart 2005
Fransız Basını
Çeviri: Adem Yılmaz
 
Avrupa nereye gidiyor?
Avrupa, tarihinin dört aşamalı kritik bir dönüm noktasında bulunuyor: 1) 16. yüzyılda başlayan ve Çin, Hindistan, Brezilya, Güney Afrika’nın insanlık tarihi önünde yükselişi ile son bulan Avrupa sömürgeciliği devri, 2) Demokrasi, faşizm, nazizm ve komünizm gibi rejimlerin siyasal özgürlüğünün çürümesinden doğan ve kitabî dinlerin yeniden yükselişiyle kenara çekilen totalitarizm arasında ideolojik mücadele devri, 3) Amerikan güvenliğinin garantisi olan ve Sovyet cephesinin tehdidi etrafında gerçekleşen Soğuk Savaş’ın jeopolitik devri, 4) Keynezyen düzenlemelerin sosyal ve ekonomik devri. Berlin Duvarı’nın yıkılışı Avrupa’nın Rönesansı’na yol açtı; ideolojiler adına yapılan büyük savaşlardan doğan ve 20. yüzyıl boyunca süren intiharını hitamına erdirdi ve Avrupa boşluğun içine çekildi.
 
Boşluğun içine çekilmek mi?
2050 ufkunda 54 milyon insanını kaybedecek olmaktan doğan demokratik boşluk. Amerikan birliklerinin kıtada serbest hareketinin ötesinde, Orta Doğu’dan geçerek Balkanlardan Kafkaslara ve Mağrip ile Afrika’ya kadar uzanan 21. yüzyıl krizinin merkezlerinin yakınında bulunmasından kaynaklanan stratejik boşluk. Birliğin karar mekanizması meşru ve etkili olmadığı için kurumsal boşluk da var. Geçiş ülkeleri ile gelişmekte olan ülkelerin ve İngiltere’nin dışında kayda değer kitlesel işsizlik ve zayıf ekonomik büyümeden kaynaklanan ekonomik ve sosyal boşluk. 400 bin araştırmacının ABD’de çalışmasından kaynaklanan bilimsel boşluk. Bütün bunlar anlam ve proje boşluğu ile izah edilebilir. Avrupa, Kuzey Amerika’nın ve Asya’nın tersine kapitalizmin ve demokrasinin 21. yüzyılı başlatan büyük yeni dönüşümüne karşı önlem almak ve meydan okumalarına cevap vermek hususunda başarısız oldu.
 
Çok sağlıksız bir tablo tasvir ediyorsunuz...
Ekonomi artık yumuşak güç olmaktan çıktı ve açık dünya sisteminin katı gücü olmaya başladı. Veya konjonktürel planda Avrupa, bütünüyle Kuzey Amerikan devine ve dünya pazarlarına hâkim olan Amerika-Çin ortak gücünün tekamülüne bağlı olmaya başladı.

Tavsiye Et
Baden-Württemberg eyaleti, İslam dersine başlıyor / Die Welt, 16 Mart 2005
Alman Basını
Çeviri: Haşim Koç
Stuttgart’taki Bakanlar Kurulu, Baden-Württemberg eyaletinde Müslüman çocuklara din dersi verilmesini kararlaştırdı. Denemeler 2006-07 ders yılında 12 kadar okulda başlayacak. İlkokul 1-4. sınıflarda Müslüman eğitimciler dersi Almanca anlatacak.
Başbakan Erwin Teufel ve Eğitim Bakanı Schavan (Hıristiyan Demokrat) okul reformunun “Müslüman vatandaşlar için önemli bir adım” olduğuna işaret ediyor. Schavan, “çocuklar, okullarda dinlerine ve geleneklerine yabancılaşmayacakları; bilakis inançlarını kendi anlayışlarıyla öğrenip, kendi seçimlerini yapma konusunda yardım alacakları hususunda emin olabilirler” diyor. İslam dersiyle “diğer inançları ve gelenekleri saygı ve hoşgörüyle karşılamanın erken bir işareti” verilmiş olacak. Baden-Württemberg’te halen yaklaşık 500 bin Müslüman yaşıyor; bunlardan da neredeyse 200 bini Alman. Devlet okullarında yaklaşık 70 bin Müslüman öğrenci eğitim görüyor.
Anayasaya göre dinî cemaatlerin devlete din dersi koyma talebinde bulunma hakları var. Ama bugüne değin genel bir İslam dersi Almanya’da olmadı. Alman okullarında İslam dersinin verilip verilemeyeceği konusu, hukukî bir sorun olmaya devam ediyor.
Bu hukukî sorun bağlamında “İslam’ın temsili sadece Kur’an kurslarına ve İslamî kurslara bırakılmamalı” diyen Schavan, genelde Müslüman olmayan öğretmenlerce verilecek İslam derslerini kabul etmiyor. Bu tarz denemeler 1999’dan bu yana Kuzey-Ren Westfalya’da ve 2001’den bu yana da Bavyera’da yapılmakta.
Aşağı Saksonya, kapsamlı bir İslam dersi başlatmak isteyen ilk eyalet. Ders “İslam Dini” adıyla 2003 sonbaharından bu yana okutulmakta.
Almanya’da en çok Müslüman’ın yaşadığı şehir olan Berlin’de bunu ilk kez İslam Federasyonu talep etti. Devletin gözetiminde bir İslam dersini şimdiki Senato 2005-06 öğretim yılından önce planlamıyor. Brandenburg ve Thüringen gibi eyaletlerde ise İslam, Ahlak gibi dersler çerçevesinde ele alınıyor.

Tavsiye Et
Paris’te dörtlü zirve: Irak Savaşı karşıtlarının güç kutbu / Michaela Wiegel, Franffurter Allgemeine, 19 Mart 2005
Alman Basını
Çeviri: Haşim Koç
18 Mart 2005’te Rus Devlet BaşkanıPutin, Alman Başbakanı Schröder ve İspanyol Başbakanı Zapatero İngiliz-Amerikan tesiri dışında bir güç odağı oluşturmak isteyen Chirac’ın konuğu olarak Paris’te bir araya geldi.
Görüşmelerin merkezinde uluslararası gelişmeler bulunuyordu. Chirac buluşmayı, Irak krizi sırasında oluşan savaş karşıtı paktın devamı olarak tasarladı. İspanyol Başbakanı ise kendisinin talebi üzerine davet edildi. Putin’in itiraz konulardan biri olan AB üçlüsünün İran’la müzakerelerinin yanı sıra, Yakın Doğu sorunu ve Lübnan’daki siyasî kırılma ele alındı. Rusya-Suriye ilişkileri bağlamında, Şam’ın Moskova’yla imzalamış olduğu anlaşma gündeme geldi. Elysée Sarayı’ndan gelen haberlere göre üç AB ülkesi, Brüksel’deki AB Zirvesi’nden evvel öncelikler hususunda anlaştı.
Chirac bu dörtlü zirveyi, Doğu Avrupa devletlerinin entegrasyonu bağlamında Avrupa’nın Rusya ile olan ilişkisine biçim verme fırsatı olarak görmekte. Irak krizinde olduğu gibi Alman-Fransız ikilisinin sözlerinin bütün Avrupa’nın sözü olduğunu sanmaya devam ediyor. Madrid’in desteği de kendisini haklı çıkarabilir. Ama Polonya cephesinden Paris’e ciddi eleştiriler geliyor. Sorun kimlerin davet edildiğinde değil, bu tarz zirvelerin Avrupa uzlaşmasıyla yapılıp yapılmadığında. Bu durum AB-Rusya ilişkilerinde ise geçerli değil. “Her ülke kendi Rusya politikasını uygular” şeklinde eleştiriyor Polonyalı muhalefet lideri Rokita.
Schröder gibi Chirac da Moskova’yla “güçlü ve istikrarlı” bir ilişki kurmaya çalışıyor. Rusya’daki anti-demokratik uygulamalara karşı Chirac, Moskova’yla kurulacak “yapıcı bir diyaloğun” yalnızca olumlu etkiler göstereceğine inanmakta. İthamlar aşırı tepkilere yol açabilir. Ukrayna’nın AB’ye katılım perspektifine Chirac, Rusya’ya olan “itina”sından ötürü karşı çıkmakta. Ona göre çok kutuplu bir dünyada Rusya, Avrupa’nın kendisiyle çok sıkı bir ilişki kurmak zorunda olduğu bir ülke olacak.

Tavsiye Et