Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (July 2009) > Müzik
Müzik
Playlist: Electro
Yapım: EMI, 2008
Electro da Ne Ola?
Her şey Kraftverk’le başladı; şu kendi alanında dünyanın gelmiş geçmiş en yaratıcı Alman grubuyla. Şimdinin resim heveslisi paşa eskisi, henüz vaziyete el koymamıştı. Dönemin gençlerinin neredeyse hepsinin gözü kocaman kol saatlerinde; gece olacak da diskoya koşacaklar ya. Hani o n’idüğü belirsiz metalik ve biraz da ritmik seslerin arenasına.
İşte Kraftverk adlı ikili böyle bir ortamda geldi. Bir geldi, pir geldi. Herkes hiza ve istikamete bakmak durumunda kaldı. Hele hele Aotobahn... Boşuna yirminci yüzyılın en yaratıcı on albümünden biri sayılmıyor. O uçuk, soğuk ve kadük mekânlar bir ruha kavuştu. Daha doğrusu zihne. Handiyse otuz yıl sonra IDM denecekti yaptıkları müziğe. Dans edilmezdi bu müzikle, en fazla dinlenebilirdi. Evet, melodikten çok ritmikti bu müzik; o bildik enstrümanlar pek yoktu. Çoğu parça ‘ses’ten ibaretti; tasarlanmış sesten. Ve tabii ki alttan alta işleyen ahenkten. O yüzden işten anlamayanlar için “bir nevi disko” hükmündeydi.
Ayın fethinin ardından kozmik müziği keşfeden uzay çağının çocukları, çok geçmeden (Artık kaç fersahsa!) varolan derinliklerini tamamen yoksaydı ve yoluna devam etti. İşte bu yolun sonunda çıkılan kapının vardığı yer: Electronica. Veya kısaca electro. Hani şu gençlerin bayıldıkları müzik türü.
 
Tanışabilir miyiz?
Albümün adı Playlist: Electro. Adından da anlaşılacağı gibi türü tanıtmayı deneyen bir toplama. İçinde tam 20 parça var. Ve tabii ki herşey Kraftverk’le başlıyor: “The Model” adlı parçayla. Albümde kimler yok ki... David Bowie gibi “O mu? Elektronik mi?” diye sordurtan isimlerden tutun da Cabaret Voltaire gibi “Burada ne arıyor ki!” dedirten gruplara kadar acayip bir iş. Öyle ya, Cabaret Voltaire adı bir derlemede yer alacaksa illâ ki avant-garde olurdu o albümün adı. Ama gruptan aldıkları Sensoria hiç de sırıtmıyor. Eurytmics de var toplamada, Duran Duran da; hem de Simple Minds bile.
Dedim ya, EMI etiketli Playlist: Electro tuhaf bir albüm. Elektroniği bilen birinin arşivine eklemesini gerektirecek hiçbir özellik vadetmiyor albüm. Ama türü bilmeyenler için küçük bir giriş niteliği arzediyor.

Tavsiye Et
Eric Clapton and Steve Winwood
Yapım: Reprise Music ve A Warner Music Group Company, 2009
 
Yıllar Sonra Yeniden
Eric Clapton popüler müziğin efsanelerinden biri. Rock’la, blues’la, gitarla ilgilenip de adını duymayan zor çıkar. Steve Winwood az daha bir erbap işi. Biraz soul’a bulaşmak gerek. İkili geçen yıl bir araya gelir ve bir konser verir. DVD’si de çıkan konserin kaydı iki CD hâlinde geçtiğimiz günlerde yayımlandı: Eric Clapton & Steve Winwood - Live from Madison Square Garden.
Albümün en dikkat çeken tarafı, tam da hedefledikleri gibi kapağı. 60’lı yılların çiçek çocukları dönemine özgü bir havayla, uçuk kaçıklığı, uyuşturucuyu, boşvermişliği ve doğuya özlemi çağrıştıran bir renk cümbüşüyle bezeli kapağı neyse albümün kendisi de o: “Low Down”, “Forever Man”, “Presence of the Lord”, “Georgia on my Mind”...
Kırkını Devirmişlere
Bazıları ikiliye ait 40-50 yıl öncesinin efsane şarkıları, o eski döneme özgü ruhla okunuyor. Tabii bu soul esintili blues kıvamına meydanı dolduran kalabalığın payını da eklemek gerek. Özellikle Jimi Hendrix imzalı “Voodoo Chile” adlı parçanın 16 buçuk dakikayı bulan canlı yorumu albümün küçük bir hazinesi.
Sizin anlayacağınız, geçmişte Blind Faith adlı grupta biraraya gelen ikili, aradan kırk yıl geçtikten sonra o eski günleri yâdetmeye karar vermişler. İyi de etmişler çünkü çoğu J. J. Cale imzalı şarkıların yorumu da, kaydı da harika.
Son zamanlarda insana “Bu iş bu kadar yapılır işte” dedirten kaç albüm hatırlıyorsunuz?
 

Tavsiye Et
Kulaklık / İyi de, Ne Dinleyelim Hocam?
Siyasetten, tıptan ve özellikle de edebiyattan anlamayan bir babayiğide rast geldiniz mi hiç zamanımızda? Boşuna yormayın zihninizi; bulamayacaksınız. Bir tanecik olsun hem de. Çünkü siz görmezden gelseniz de bu topraklarda doğan her er kişi, (Evet, bu kez özellikle er.) bırakalım siyaset tahsil etmeyi, mektep medrese görmese dahi memleket meseleleri ile ilgilene ilgilene siyaset uzmanı kesilir. Biraz soğuk almayagörün, defter defter reçete yazmaya kalkarlar size. En iyisi birkaç bitki tavsiye eder.
Söz edebiyattan açılmaya görsün bir de. Siz o babayiğitleri asıl o zaman görmelisiniz. Artık Necip Fazıl’ın kendisine askerde abi demişini mi ararsınız, Nuri Pakdil’le aynı evi paylaşmışını mı? Okuldayken yazılarını duvara ası asıveren edebiyat hocası bahsi gelir arkadan da.
Bu tipin müzik uzmanı kesilmeyeceğini nasıl düşünebilirsiniz? “Her Türk asker doğar!” sözü kadar yanlış bir söz olabilir mi hiç! Her Türk, asıl müzisyen doğar; müzisyen, şair, yazar, hekim, hakim... Liste uzar gider, ta arşa kadar.
Bu kendini her şeyden anlar tipinin iki önemli kaynağı vardır; tartışılmaz önem atfettiği ve sarsılmaz bir biçimde iman ettiği: Gazete ve televizyon. Söz konusu müzikse ikinci kaynak birinciye galebe çalar hâliyle.
İlgilendiğim konular arasında hiçbirinde bu kadar açık ve kesin öneriler veremem:
Yolun başında rahat gitmeli. Canınız ne çekiyorsa onu dinleyin. “İyi ama biz bunu zaten yapıyoruz” demeyin. Dinleyin! Önünüze ne geliyorsa, o an canınız ne çekiyorsa dinleyin ama şu şartla: Gerçekten müzik dinlemek istiyorsanız, dinlediğinizin daha iyisinin bulunduğunu aklınızdan çıkarmayın. Sevdiğiniz tür hangisiyse önemi yok bunun.
Evet, dinlerken ağzınızın tadının kaçması pahasına. Ve o daha iyiyi arayıp bulmaya gayret edin. Beğendiklerinizin, en beğendiğinizin de daha iyisi var ve müzik dinlemek demek, o müziği keşfetmek demek.
Tabii ki gerekirse bir ömür boyu. Doğru, müzik dinlemek demek, bir ömür boyu dinlemeye değer o ezgiyi aramak demek. Varsayalım buldunuz. Tecrübeyle sabit, o hisse kapılabilirsiniz zaman zaman. Yılmak yok. Çünkü daha iyi yanı başınızda.
İkinci aşamada, beğendiklerinizin kendisi değil, benzerleri var. Bir adım sonrada da benzerlerinin benzerlerini dinlemek var. Benzerliklerin sizi farklıya taşıdığını fark etmezsiniz ilkin. Farkına varınca da tadını çıkarırsınız.
Size bir sır vereyim mi? Müzik dinleme macerasının en zevkli evresi burası. Artık sizin için müzik üç dakikada başlayıp biten bir heves değildir bu evrede. O bilindik, beylik şarkılardan, türkülerden, hercai zevklerden kaçarsınız. Hoş, güzel, zevkli, duygulu... Artık bu sıfatları bir müzik parçası için kullanmak sizi üzmeye başlar. Farklı, çarpıcı, duyulmamış, bilinmedik, ilginç... Müzik üzerine sohbet ederken sizden en çok bu sözcükleri duymaya başlar muhataplarınız.
Son aşamada müzik ile ses, ses ile sessizlik, sessizlik ile beste, beste ile kakafoni arasında fark gözetmemeye yaklaşırsınız. Fark görmezsiniz değil, farkı hesaba katacak kıratta görmezsiniz. Bu evrede sizin için ahenk mühimdir. Onu da kimileyin bir rock parçasının isyanında bulursunuz, kimileyin bir ney ezgisinde. Artık siz sesi zevken idrak etmeye başlamışsınızdır.
Mesele şurada: Hangi düzeyde kaç albüm hatmettikten sonra müzikte zevken idrak aşamasına yakın düşersiniz? Tahmin ettiğiniz gibi burada kemmiyet değil de keyfiyet esas.

Tavsiye Et