Kitap
Barbara Jelavich
Türkçesi: İhsan Durdu, Haşim Koç,
Gülçin Koç, Zehra Savan, Hatice Uğur
İstanbul: Küre Yayınları, 2006
Coğrafya insan topluluklarının yaşantılarını etkileyen ve tarihlerinin oluşumuna kaynaklık eden önemli dinamiklerden biridir. Özellikle de stratejik değeri haiz topraklarda meskûn olan halklar coğrafya faktörünün yaşantıları üzerindeki etkisini çok daha derinden hissederler. Bu durum, tarih boyunca sayısız istila ile karşı karşıya kalan, çeşitli etnik ve dinî unsurların çatışmalarına sahne olan Balkan Yarımadası için de geçerlidir. Avrupa’yı Kuzey Afrika, Ortadoğu ve Anadolu üzerinden Asya’ya bağlayan önemli bir geçiş noktasında yer alan bölge, tarih boyunca çatışmalarla iç içe yaşamak durumunda kalmıştır.
Bu çatışmaların şekillendirdiği Balkan tarihinde, Osmanlı hâkimiyetinin tesisiyle başlayan ve yaklaşık beş yüzyıl süren dönem, bölgedeki çatışma temayülünün ortadan kalkması açısından önemlidir. Osmanlı adalet ve hoşgörüsünün çok dinli, çok milletli ve çok kültürlü bir toplum yapısını hayata geçirdiği Balkanlar, Fransız devriminin etkisiyle yakılan milliyetçilik ateşinin bölgeye ulaşmasına dek huzurlu günler yaşar. Özellikle 19. yüzyılla birlikte bölge üzerinde açıkça hâkimiyet arayışına giren Avrupalı devletlerin desteğiyle ete kemiğe bürünen “bağımsızlık hareketleri” neticesinde Balkan Yarımadası dünya siyasetini etkileyen sorunlu bir coğrafya olarak tarihteki yerini alır.
Ne var ki böylesine önemli bir bölgenin tarihi üzerine yapılan araştırmalar son derece sınırlıdır. Bu çerçevede bölge halklarının bağımsızlıklarını kazanmaları sürecini, dolayısıyla günümüz Balkan coğrafyasında yaşananları daha iyi anlamamızı sağlayacak gelişmeleri irdeleyen ve Küre Yayınları tarafından Türk okuyucusunun dikkatine sunulan Balkan Tarihi, alanındaki önemli bir boşluğu doldurmaya adaydır. Barbara Jelavich tarafından kaleme alınan ve klasik olarak kabul edilen bu iki ciltlik eser, 1699 Karlofça Antlaşması’ndan 1980’lerin başına kadar olan Balkan tarihini ele alarak bağımsızlıklarını kazanan Balkan halklarının ulus-devlet halini almalarına ve ardından giriştikleri toplumsal ve ekonomik modernleşme çabalarına ışık tutmaya çalışmaktadır. / Fatmanur Altun
Tavsiye Et
Mümtaz’er Türköne
İstanbul: Lotus Yayınevi, 2006
Ünlü sosyolog S. N. Eisenstadt modernleşme kavramını, “on yedinci yüzyıldan on dokuzuncu yüzyıla kadar Batı Avrupa ve Kuzey Amerika’da gelişen, daha sonraları diğer Avrupa devletlerine, on dokuzuncu ve yirminci yüzyıllarda da Asya, Afrika ve Güney Amerika kıtalarına yayılan, ekonomik, siyasal ve toplumsal süreçler yönünde açığa çıkan dönüşümler” olarak tanımlar. Bu noktadan hareketle modernleşme olgusunun köken itibariyle Batı’ya ait bir tecrübe olduğu, ancak zamanla Batı-dışı toplumların da benimsediği bir pratikler toplamına dönüştüğü ifade edilebilir.
Batılılaşma olarak da adlandırılan ve Batılı normların, kurumların ve gündelik yaşantının Batı-dışı toplumlar tarafından adapte edilmesinde ifadesini bulan söz konusu yönelim, içerisinde hayat bulduğu her toplumda değişik bir sentezle ortaya çıkmıştır. Genel olarak Batı’nın tarihin bir noktasından sonra ele geçirdiği üstünlüğe Batı-dışı toplumların da ortak olma isteklerinin bir sonucu olarak ortaya çıkan modernleşme tecrübelerinin bu özelliği Türk modernleşmesi söz konusu olduğunda da aynen geçerlidir.
Esas itibariyle Osmanlı İmparatorluğu’nun son iki yüzyılında giriştiği birtakım icraatlarla birlikte gün yüzüne çıkan ve günümüze dek değişik biçimlerde sürdürülen Türk modernleşmesinin kendine özgü dinamikleri ise ayrıntılı olarak incelenmesi gereken önemli konu başlıklarıdır. Mümtaz’er Türköne’nin Türk Modernleşmesi başlığını taşıyan ve Lotus Yayınları tarafından basılan çalışması, dikkatini yukarıda zikredilen dinamiklere çeviren ve Türk modernleşmesinin muharriklerini ve yarattığı özgün sentezi ortaya koymayı hedefleyen önemli bir eser. Türk modernleşmesini; devletli bir toplumun modernleşmesi olması, Türkiye’nin tek laik İslam ülkesi olması, dünyadakinin aksine Türkiye’de sosyalizm tecrübesinin bir seçkin ideolojisi olarak ortaya çıkması, sivil toplumun gelişmemesi ve demokrasinin sık sık çökmesi gibi özgün formları içerisinde anlamaya çalışan bu eser, konuya ilgi duyanlara farklı bir perspektif sunuyor./ Fatmanur Altun
Tavsiye Et
Günlük Düşüncede Modernlik, Din ve Laiklik
K. Oya Paker
İstanbul: Vadi Yayınları, 2005
Türkiye’de laiklik, Cumhuriyet kurulduğu günden bu yana siyasal dili belirleyen en önemli kavramlardan biri oldu. Din-devlet-toplum ilişkisini yeniden tanımlama arayışında olan Cumhuriyet eliti, laikliği bu üç unsur arasındaki ilişkide kullanılacak temel çerçeve olarak belirledi. Ancak bu yapılırken laikliğin tanımında içkin olan “din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması” ilkesinden ziyade dinin toplumsal yaşantının dışına atılması anlamına gelen ve esas itibariyle bir ideoloji olan pozitivizme yatkınlık gösterildi. Laiklik, din ve modernlik ekseninde yürütülen tartışmalarda, taraflar söz konusu kavramları genellikle araçsallaştırdılar ve onları politik duruşlarının bir göstergesi olarak kullandılar.
Söz konusu kavramların gündelik dile yansıması ve günlük düşüncede içerik kazanması ise çok daha karmaşık süreçler neticesinde ortaya çıktı. Kavramların her zaman gerçek anlamları ile var olmadıkları ve sosyal gerçeklik tarafından yeniden şekillendirildikleri gündelik düşünce çerçevesinde, söz konusu kavramların incelenmesi akademik ilginin çoğunlukla uzağında kaldı. Bu durumun önemli bir istisnası K. Oya Paker’in kaleme aldığı Gündelik Düşüncede Modernlik, Din ve Laiklik adlı eser./ Fatmanur Altun
Tavsiye Et
Fransız Tarih Devrimi : Annales Okulu
Peter Burke
Türkçesi: Mehmet Küçük
İstanbul: Doğu-Batı Yayınları, 2006
1929 yılında kurulan ve Annales adıyla anılan dergi etrafındaki bir grup Fransız akademisyenine ve onların çalışmalarına atıfta bulunan Annales Okulu, tarih yazımına getirdikleri farklı yorumla dikkat çekmiştir. Siyasi olayların kronolojik olarak anlatılması anlayışına karşı çıkan bu grup, siyasal olgulardan ziyade toplumsal olguların tarihini yazmaya çalışmıştır.
Tüm dünyada hatırı sayılır bir akademik ilgiye mazhar olan Annales Okulu ülkemizde de ilgi görmüş, ancak bu ilgi Kurtuluş Kayalı’nın yerinde tespitiyle temel eserlerin çevrilmesi ve fakat metinler üzerine yorum yapmaktan kaçınılması şeklinde olmuştur. Annales hareketinin asıl özelliklerini temel metinleri üzerinden tartışan Peter Burke’ün çalışmasının Doğu-Batı Yayınları’nca bir kez daha Türk okuru ile buluşturulması, umarız, yeni ‘yorum’lar için bir davet niteliği taşır./ Fatmanur Altun
Tavsiye Et
Battal Gazi Destanı - Dânişmend Gazi Destanı
Battal Gazi Destanı
Hazırlayanlar: Prof. Dr. Necati Demir
Yrd. Doç. Mehmet Dursun Erdem
Dânişmend Gazi Destanı
Hazırlayan: Prof. Dr. Necati Demir
İstanbul: Hece Yayınları, 2006
Modernitenin zuhuru ile mit ve destanların bireyin hayatından çıkarılması, bize ocak başında aileyle geçen birkaç güzel akşamdan daha fazlasını kaybettirdi. Yaşam biçimi içinde, insanın tam imgesinin bir kırıntısı ya da çarpıtılması olan birey, çeşitli kimlik ve rollerle sınırlandırılmıştır. Bu sebeple tamlık -insanın bütünselliği- aynı organda değil, bir bütün olarak toplumun gövdesindedir. Birey, içinde yaşadığı toplumdan yaşama dair teknikleri, içinde düşündüğü dili, bağlandığı fikirleri almıştır; vücudunu oluşturan genler ise toplumun geçmişi aracılığı ile gelmiştir. Ancak insan, ister aleni bir çabayla, isterse sadece duygu ve düşüncede kendini toplumundan ayırmaya kalktığında, kendi varlığının kaynağıyla bağlarını koparmış olur. Bu bağların kopması sadece bireyi değil, bireyin ait olduğu insanlık birimini de zayıf düşürür. Bu bağların kopmaması, tazelenmesi ve nesilden nesile aktarılmasında ninnilerin, masalların, destanların, fıkra, bilmece ve tekerlemelerin önemi büyüktür. İpek sözlerin gül şairi Sezai Karakoç’un Çocukluğumuz şiirinde anlattıklarına benzer şekilde, tüm köyün toplandığı ev meclislerinde babasının yanık sesiyle okuduğu Sîret’ten manzum Hz. Ali Destanı’nı, mensur Battal Gazi Destanı’nı dinleyen Ahmetler, Mustafalar “Ali olmak hedefini” çocukluklarından yetişkinliklerine taşıyarak asırlardır “ümmet olma bilinci”ni tazeliyorlar. Son dönemde önemli bir hizmet ifa eden Hece Yayınları da, sözlü kültürümüzün sekteye uğramasıyla örselenen bu bilinci yeniden canlandırmaya çalışıyor: Anadolu’nun Türkleşmesi-İslamlaşması ve asırlarca bu istikamet üzere kalmasında büyük bir öneme sahip Battal Gazi ve Dânişmend Gazi destanlarını bir dizi halinde yayınlıyor. Bu iki eseri Saltuk Gazi Destanı takip edecek.
Prof. Dr. Necati Demir ve Yrd. Doç. Dr. Mehmet Dursun Erdem’in titiz çalışmalarının bir neticesi olan bu iki kitap, sadece destanların metinlerinin günümüz Türkçesine aktarılmasını içermiyor. Kitapların başında Battal Gazi ve Dânişmend Gazi destanlarının yazarları, yazıya aktarılış zamanları, destanların Türk edebiyatındaki yerleri ve önemleri, konuları ve özetleri, kahramanlarının gerçek kişilikleri ile alakalı bilgiler, sonlarında ise geniş bir özel adlar dizini ve kaynakça bulunuyor. / Betül Özel Çiçek
Tavsiye Et
Yıldız Ramazanoğlu
İstanbul: Selis Kitaplar, 2006
Bu sonbahar hikâyeseverler için oldukça verimli geçiyor. Yıldız Ramazanoğlu’nun 2002 yılında Türkiye Yazarlar Birliği ödülünü alan ilk hikâye kitabı Derin Siyah’ı, 2003’te ilk romanı İkna Odası takip etmişti. 2005’te seyahat anılarını kaleme aldığı İçimden Geçen Şehirler isimli kitabından sonra Ramazanoğlu, yine bir hikâye kitabı ile karşımızda. Kırmızı, dokuz hikâyeden oluşuyor. Her hikâyenin ‘hikâyesi’ ayrı da olsa, hikâyeler duygusal düzlemde bir bütünlük arz ediyorlar. Hikâyelerin kahramanları ise gökkuşağının renkleri gibi değişiklik arz ediyor: Kâh ilk defa annesinden ayrı yolculuk edecek bir genç kız, kâh çocuğuna kuşlu halı ararken yolu can çekişen bir kuşun göz kapaklarına düşen faal bir ev hanımı, kâh sınıf atlamaya çalışırken el örgüsü kazağının kırmızısı, kırmızı ojeli sivri bir tırnağa takılan kenar mahalle kızı, kâh kısmetinin hikmeti takvim yapraklarında saklı yaşı geçmiş bir genç kadın, kâh kendisine emanet edilen hayatları sevgilinin bir gönül okuna kurban eden bir minibüs şoförü, kâh evliliği kurudukça içi de kuruyan orta yaşlı bir adam, kâh kocasının söylemi egemen söyleme ters düşünce emekleri ziyan edilen bir aydın hanım, kâh iklimler ötesinden gelen bir fotoğrafa, o fotoğrafı çekenden daha yakın bir arka kapak resim altı yazarı... Bu renk cümbüşü ile birlikte okuyucu, karşısında aslında tek bir kahraman olduğu, tüm bu kahramanların yazar tarafından tek bir kahramanın daha iyi anlaşılabilmesi için çeşitlendirilerek dillendirildiği hissi ile okuyor kitabı.
Ramazanoğlu, hikâyelerinde yer yer göze çarpan nüanslarla duruşunu ve yakın geçmişe kayıt düşme gayretini, daha üstten ve daha kuşatıcı bir varlık anlayışına taşıma amacında olduğunu gösteriyor bize. Amacı paylaşanlar, hikâyeleri daha anlamlı buluyor. / Betül Özel Çiçek
Tavsiye Et