Aytuna Tosunoğlu
İstanbul: Doğan Kitapçılık, Nisan 2003
Dünyanın hemen her ülkesine yayılmış çokuluslu bir gazoz şirketinin Türkiye Genel Müdürlüğü’nde sekreterlik yapan Şebnem'in başından geçenleri, özellikle patronu Bay Pitırsın ile yaşadıklarını anlatıyor Müseccel Marka. Şebnem’in hikayesi, belki de uzun yıllar çokuluslu şirketlerde görev yapan Aytuna Tosunoğlu’nun tecrübeleriyle şekillendiği için, iş ve hayat arasındaki etkileşimi gerçekçi bir dille sunuyor okuyucuya. Müseccel Marka’da anlatılanlar sadece mesai saatlerini kapsayan bir iş yaşamının koşuşturmayla geçen trafiği değil. Modern insanın, artık “işi hayat, hayatı iş” olan yönünü dolaylı bir dille sergiliyor bu kitap. Sevgileri, özlemleri, kıskançlıkları, kaçamakları, zaafları, kibir ve yetersizlikleriyle okuyucunun her gün metroda, caddede, parkta, aynada karşılaştığı ‘modern insan’ çıkıyor satırların arasından. Hiç yabancılık çekmeyeceği bir dünyaya ikinci bir gözle bakmak isteyenler için ideal.
Batı edebiyatı bu tür romanlara bir hayli alışkın olsa da, Türk edebiyatında iş dünyasını doğrudan konu alan eserlerin sayısı bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar az. Belki de bu sebeple Batı’da bu romanlarda bile ihtisaslaşmaya gidilip polisiye, psikolojik ve politik türlerin örneği verilirken, Müseccel Marka, alanındaki tecrübesizlikle bu üç niteliği de içine katmaya çalışmış. Ancak konu, her üç türü de içinde barındıramayacak kadar dallı budaklı ve Tosunoğlu da roman yazımında tecrübesiz olunca kitaptaki olaylar dizisi ile kişilikler sistemli bir bütün oluşturamıyor.
Kitapta sistem eleştirisi çok zayıf ve çelişkiler içeriyor. Çokuluslu şirketi ve küreselleşmeyi protesto etmek için Şebnem’in Yenidünya’ya göç edip, bir de Yeşil Kart çekilişine müracaat etmesi ise çelişkileri tutarsızlık seviyesine çıkarıyor. Kitap edebî bir başarı göstermese de sisteme içeriden bir bakış olması sebebiyle okunmaya değer. / Fatma Sel Turhan
Tavsiye Et
Karl Polanyi
İstanbul: İletişim Yayınları, 2. Baskı, 2002
Ölümünün üzerinden yaklaşık 40 yıl geçen Karl Polanyi’nin kitabı The Great Transformation, Prof. Dr. Ayşe Buğra tarafından “Büyük Dönüşüm” adıyla dilimize kazandırıldı.
Öncülleri Marks ve Weber’in aksine, batı medeniyetinin geleceğine ilişkin olarak çok da iyimser olmayan Polanyi eserini, liberalizmin çöktüğüne inanılan bir dönemde, II. Dünya Savaşı’nın ardından, 1944 yılında kaleme aldı.
Polanyi’nin eseri; tarih, sosyoloji, iktisat ve siyaset bilimlerinin tümünden yararlanmış. Kitabın temel argümanı, Büyük Buhran ile iki dünya savaşının, 19’uncu yüzyıl medeniyetinin çöküşüne işaret ettiği doğrultusunda. Bu medeniyet, “klasik” liberal piyasa doktrinine dayanıyordu. Piyasanın kendi aksaklıklarını giderebildiğine inanılıyor; güçler dengesi, altın standardı ve mülkiyet hakkını önceleyen “bırakınız yapsınlar” anlayışı, bu piyasaya eşlik ediyordu. Fakat Polanyi’ye göre, aksaklıklarını kendisi gideren bir piyasa “ütopik”tir ve bir ideal olarak insanlığın özgürlüğünü elinden alan yıkıcı bir güç haline dönüşmüştür.
Liberalizmin çöktüğüne olan inanç, İngiltere’nin altın standardından 1931’de çekilmesi ve döviz kurları arasında bir standardın kalmaması ile pekişti. Bir sonraki adım ise serbest ticaretten vazgeçilmesi oldu. Fakat Polanyi, liberalizmin çöküşünü “19’uncu yüzyılın sonu”na değin götürüyor. Nitekim kitap apokaliptik bir yorumla; “Ondokuzuncu yüzyıl uygarlığı çöktü” cümlesi ile başlıyor.
Polanyi’nin Büyük Dönüşüm fikri, geleneksel ekonomik ve siyasi doktrinlerin 19’uncu yüzyıldaki sosyal değişime ilişkin kodlarından oldukça farklı. Örneğin, 19’uncu yüzyıl çoğunlukla “milliyetçilik çağı” olarak adlandırılırken, Polanyi ulus-devletlerin, vatandaşlarının hayatı üzerindeki etkisinin son derece sınırlı olduğunu ifade ediyor. Polanyi’nin çöktüğünü ifade ettiği 19’uncu yüzyıl uygarlığının can damarı piyasaydı. Piyasa, çağı çökertirken kendisi ayakta kalmaya ve neredeyse insanlara özgür kalabildikleri hiçbir alan bırakmamaya devam ediyor. Piyasanın insanlar üzerindeki hakimiyetini anlamak için okunması gerekenlerden… / Tayanç A. Gündüz
Tavsiye Et
Editörler: Bill Cooke, Uma Kothari
İstanbul: Demokrasi Kitaplığı, Ekim 2002
Katılım, gittikçe bireyselleşen modern insanın açmazlarından biri. Sadece kendiyle baş başa olmak ve biriciklik duygusunu doyasıya yaşamak isteyen insan, kendi varlık alanına müdahale eden, meşrû ya da gayri meşrû, otoriter yapılara karşı, paradoksal bir biçimde, örgütlenme ihtiyacı duyuyor. Veya yüksek gelir sahibi olarak bireyselliğini daha iyi şartlarda yaşamak amacıyla katılımcı ticari yapılara yöneliyor. Çoğulcu demokratik yönetimler açısından ise, modern dönemde vatandaş olmanın temel göstergeleri; bireyin yönetime katılması ve gerektiğinde kuyruğa geçmeyi bilmesi. Eser, Sivil Toplum Kuruluşlarından bürokrasiye, mahalli yönetimlerden çokuluslu şirketlere ve uluslar üstü kurumlara kadar bütün örgütsel yapılarda, katılım olgusunun yeni bir zorbalık türü olup olmadığı gibi kışkırtıcı bir soruyla yola çıkıyor. On iki akademisyenin “katılımıyla” oluşan kitapta, katılımcı yapılarda grup dinamiğinin güçlülerin çıkarlarını pekiştireceği; kullanılan yöntemlerin, katılımın sunamadığı avantajlara sahip olan diğerlerini olumsuz yönlendirebileceği ve katılım araçlarının meşrû karar verme sürecini olumsuz etkileyebileceği tezleri işleniyor. Kitaba dair son bir not: Okuyucu, 2001 yılında Gazi Üniversitesi’nden zorbaca yöntemlerle atılan çevirmen Ahmet Çiğdem’in üslubuna alışık değilse zaman zaman zorlanabilir. / M. Mücahit Küçükyılmaz
Tavsiye Et