Kriz, gerilim, çatışma anları insanın bireysel yaşamında olduğu gibi çoğu kez toplumsal yaşamda da turnusol kağıdı işlevi görüyor. Doğal sürecin kesintiye uğradığı, hesapların daha belirgin bir biçimde göz önüne dökülmeye başladığı olağanüstü dönemler aslında Türkiye’de istisna olmaktan çok, kural halini almış durumda. Bu da Türk toplumunun farkındalık yeteneğini körelten, hayret ve hafıza gücünü azaltan, eskilerin deyişiyle “ünsiyet kesbettiren” bir yaşam biçimine neden oluyor.
Öyle ki, askerî darbeler kural, demokrasi dönemleri istisna; yolsuzluklar kural, ahlakî tavırlar istisna; kavga-çatışma kural, barış-uzlaşma istisna oluyor ve liste uzayıp gidiyor. Karşımıza çıkan güzellik de olsa, altında bir çapanoğlu aramaya yatkınız; en sivilimiz bile, halk lehine bir gelişme yaşandığı zaman askere kulak vermekten alamıyor kendisini.
Hele bir aralar Türkiye için darbımesel olmuş bir söz vardı, “Her 10 yılda bir darbe yapılan ülke” diye… Eleştiri niyeti dahi taşısa, böyle bir sözün yol açtığı kulak dolgunluğunun “şüyuu vukuundan beter” bir ortam hazırladığı ve demokrasiyi arızi, darbeyi mutlak sayan bir anlayışa can verdiği ortada. Nitekim 1980 darbesinin üzerinden 10 yıl geçtiği halde hâlâ askerden işaret fişeği alamayan kesimler, 1993’te Özal’ın ölümünden sonra 10 yıllık kesintiyi(!) 83-93 yılları arasında yaşanan sivil döneme saydırıp “E, hadisenize” mesajları yollamaya başlamışlardı. Sonunda askerlerle askerleşmiş sivillerin şüyuu sonuç getirmişti de, 28 Şubat (1997) darbesi doğmuştu.
Bunların sırası mı şimdi? Yoksa biz de farkında olmadan meşum şayiaya katkıda bulunmuş mu oluyoruz?
Şayia şu: Siz bu satırları okurken (Bu cümle bir Babıali klasiğidir; ama ne yazık ki yazılı basının ezeli paradoksu bu!) muhtemelen 14 Nisan mitinginin ardından yapılması planlanan 27-28 ve 29 Nisan mitingleri de geçip gitmiş olacak hayırlısıyla inşallah. Ancak bu mitinglere kamuoyunu hazırlamayı amaçlayan bir panelde öyle “Porof. Zihni Sinir proceleri” sudur etti ki, “hayırlısıyla inşallah” temennisini vurgulamamak elde değil.
Hepsi de 10. Cumhurbaşkanı gibi hukukçu olan panelistler (Ceyhan Mumcu, Kazım Kolcuoğlu, Nazan Moroğlu) kendilerinin elde edemediğine “murdar” deyip geçseler iyi; “yar etmeyiz ulan bu devleti size” havasındalar. Avukat Mumcu, Sezer’in giderayak bir kahramanlık daha yapıp “Erdoğan’a da Anayasa kitapçığı fırlatmasını” öneriyor. İstanbul Barosu Başkanı Kolcuoğlu “Sandıktan çıkan her sonucu kabullenen sözde sol kesim”e yüklenerek “Sandıktan her zaman doğru kişi çıkmıyor” diye feryat ediyor. Avukat Moroğlu ise, “Bunlar cumhurbaşkanı seçse bile Anayasa Mahkemesi, seçimi iptal etmeli; demokrasiyi koruyacağız diye buna göz yumamayız” diyor.
Şaka gibi değil mi? Hepsi hukukçu koskoca adamlar ve kadın, hukukçu sıfatıyla cumhurbaşkanı seçilmiş olan Sezer’den buram buram provokasyon/ajitasyon kokan isteklerde bulunuyor. Acaba Mumcu, kitapçık krizinde ülkenin bir gecede %40 yoksullaştığını bilmiyor mu? Yoksa rakamlarla arası mı iyi değil? Anlaşılan hukukla, hatta demokrasiyle de başı hoş değil.
Kendisi de sandıktan çıkan sonuçla başa gelen İstanbul Barosu Başkanı, biraz sübjektivizm, biraz jakobenizm ve en çok da ideolojik körlükle malul bir şekilde sandığa hücum ediyor. Avukat Hanım ise hemcinsinin başkanlık ettiği makamdan umutlu, Anayasa Mahkemesi’ne fişek çakıyor. Bir de demokrasiyi korumanın yan etkilerinden dem vurmaz mı!
Korumayın efendim böyle demokrasiyi ya da her neyi korumaya çalışıyorsanız onu! Korumaya çalıştığınız şeye vuruyorsunuz çünkü. Laiklik ise laiklik, Cumhuriyet ise Cumhuriyet, Atatürkçülük ise Atatürkçülük, demokrasi ise demokrasi; elinize aldığınız her kavramı değersizleştiriyor, sonra da kendi kalıbınıza sokmaya uğraşıyorsunuz.
Kalıpla muhteva arasında oluşan muazzam farkı görünce de sıkışıyor, “darbe çığırtkanı” yaftası eskisi kadar muteber olmadığı için kaş göz işaretleriyle “Ordu göreve” anıştırması yapıyorsunuz.
En azından “Anayasa’da demokrasi falan yazmıyor kardeşim, Atatürk de demokrasiye geçmedi; ben ne diye demokrat olayım; ben Cumhuriyetçiyim!” düz mantığıyla, ayrımcılığın dik alasını yapmış olsa da, Hınç-al Uluç gibi açık olun.
Merak etmeyin; hukukçu olmanız, demokrasi taraftarı görünme mecburiyeti vermiyor size.
Hem böyle davrandıkça içinizdeki asker azap çekiyor; yaşınız almış başını gidiyor, artık ona da bir şans verin.
Çıkın, Ali Poyrazoğlu, Ferhan Şensoy, Hınç-al gibi; “askerî cumhuriyet” falan isteyin.
İnanın sizin istekleriniz bundan başka hiçbir rejimde gerçekleşmez. Doymak bilmiyorsunuz çünkü. Bu iştah ve hevesle giderseniz, aklınıza gelebilecek her türlü rejim, tehlikede olacak.
Kanımca, anladınız siz onu…
Tavsiye Et
Bu ülkenin fikir namusuna sahip gazetecilerinden Alper Görmüş, az zamanda çok işler başardı ve Nokta dergisine nokta koydu. Uzunca bir süre “medyada yapılabilecek en doğru iş, medya eleştirmenliğidir” diye düşündüğünden olsa gerek, bu alanda Kürşat Bumin, Ragıp Duran ve Ümit Kıvanç’la birlikte yüz ağartıcı işler yaptı. Haftalık Yeni Aktüel dergisinin editörlüğünden -dışarıdan bakanlar için her şeyin yolunda gittiği bir dönemde- kendisini bağladığı etik ilkeler gereği istifa etti.
Ardından 6 ay önce Nokta dergisini, deyim yerindeyse, yeniden diriltti Görmüş ve arka arkaya gündem oluşturan kapaklarla ateş gibi bir gazetecilik yaptı.
Cumhurbaşkanlığı seçimi yaklaştıkça militarist temennaların tavan yapmasıyla birlikte Nokta’nın “sözde değil özde” gazeteciliği de tavan yaptı. Genelkurmay andıcı ve Emekli Oramiral Özden Örnek’in darbe günlükleri görmezlikten gelinemeyerek manşetlere ve haber bültenlerinin ilk sırasına yerleşti. Bildiğiniz gibi Nokta’nın iddialarını cevaplamak bakımından Büyükanıt’ın 12 Nisan’daki basın toplantısı “dağ fare doğurdu” mesabesinde kaldı.
Fakat yanlış adrese yönelmiş davalar, maliye baskınları, askerî mahkeme kararları derken, Nokta’nın sermayedarı “buraya kadar” dedi.
Tabiatı gereği sermaye ürkektir; ona bir sözümüz yok. Ancak herkes bilmelidir ki; Nokta’nın kapanması siyasi iktidarın eksi hanesine yazılacaktır.
Tarafsız bir yayın organı her şeyden önce haklı ve mazlum olanın işini kolaylaştırır. Nokta da bunu yapıyor ve askerleşmiş sivillerden siyaset mekanizmasına yönelen tehditler karşısında paratoner işlevi görüyordu.
Şimdi şimşekler daha güçlü çakacak siyasetin üstüne.
En başta sivil sermaye, sivil aydınlar, sivil gazeteciler, sivil halk, ancak herkesten çok sivil iktidar, ne yapıp edip Nokta’nın koyduğu son noktaya bir çentik at(tır)malı ve bunu virgüle çevirmeli.
Ki, yarım elif miktarı nefeslenip yoluna devam etsin Nokta.
Böylece Maliye, İçişleri, Adalet bakanlıklarını elinde bulunduran iktidarın muktedirliği de test edilmiş olsun.
Tavsiye Et
Erke dönergecini dış güçler çaldı mı, yoksa kendi kendine infilak mı etti? Ey Türk milleti, erke dönergecini unutma, unutturma!
Tavsiye Et