Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (July 2006) > Kitap
Kitap
İnsan Hakları: Bir Gündelik Hayat Pratiği
Editörler: Edibe Sözen, Adem Ayten, Murat İri
İstanbul: Alfa Basım Yayım Dağıtım, 2006
“İnsan hakları”, çoğu zaman evrenselci politikaların yedeğinde kullanılan bir söylem biçimi. Özellikle 1945 sonrasında şekillenen bu söylem, bugüne kadar Batılı bir zihinsel çerçeve içerisinde ve Batı’nın deneyimleri esas alınarak ortaya çıktı. Bu kitap, her şeyden önce insan hakları söyleminin bu yönüne dikkat çekme başarısını gösteriyor. Bugüne kadar “insan hakları” alanında ortaya konan araştırmalar ve bilgi gövdeleri, farkında olarak ya da olmayarak birtakım kültürel projelerin sunduğu anlam dünyası içerisinde varlık bulmuşlardır. Bu çalışmaya, Murat İri “İnsan Hakları Söylemi Üzerine”; Edibe Sözen “İnsan Hakları: Önkabul mü, Pratik mi?”; H. Esra Arcan “Türkiye’de İnsan Hakları Kavramının Algılanması”; B. D. Yalın, N. Tandaçgüneş ve Ö. Gül “İHD ve Mazlumder’in İnsan Hakları Söylemi”; Adem Ayten “Türkiye’de İnsan Hakları Eğitiminde Üçüncü Kuşak Haklar”; Seda Ç. Mengü “Kadının İnsan Hakları”; Uğur Gündüz “İnsan Hakları Bağlamında Dünya Kadınlar Günü”; Ersin Turan ve Korhan Mavnacıoğlu “Üniversite Gençliğinin Gündemindeki İnsan Hakları”; Jennifer S. Arnold ise “Silahlı Çatışmada Öğrenciler İçin Yeni Silah” başlıklı araştırmalarıyla katkıda bulunuyor. / Fahrettin Altun

Tavsiye Et
Meleklerle Omuz Omuza
Hakan Albayrak
İstanbul: Fide Yayınları, 2006
Hakan Albayrak, hem sıcak hem de delidolu bir kitapla daha çıktı karşımıza. Meleklerle Omuz Omuza, Albayrak’ın 2000’den sonra kaleme aldığı bazı yazılarını bir araya getiriyor. Bu yönüyle kitap, geride bıraktığımız beş-altı yılın, toplumsal, kültürel ve siyasî açıdan bir muhasebesini yapma imkanı veriyor bize. Hakan Albayrak, gazeteci-yazarların birçoğunun yazılarını kitaplaştırırken katlanmadıkları bir zahmete katlanmış ve kitapta yer alan yazılarını son derece başarılı bir biçimde organize etmiş. Dokuz ana başlık etrafında toparlanan kitapta, medeniyet tasavvuruna dair ontolojik soruşturmalar, İsrail sorunu ve Filistin gerçeği hakkında birinci elden tanıklıklar, “siyonazi” kavramsallaştırması etrafında yapılan çözümlemeler, Kafkasya’daki Rus terörizmi, “Bosna mucizesi”, yeni Haçlı mantığına dönük analizler, dünü ve bugünüyle Irak Savaşı, İslam ve terör ilişkisi/zliği ve Amerikan dünya düzenine yönelik alternatif iktidar arayışları üzerine çeşitli yorumlar okur karşısına çıkıyor. / Fahrettin Altun

Tavsiye Et
Bâleybelen: İlk Yapma Dil
Muhyî-i Gülşeni
Mustafa Koç
İstanbul: Klasik Yayınları, 2006
Hz. Adem’in, öğreticisi Allah olduğu için kutsal ve kusursuz olduğuna inanılan ve Babil travması sonrasında kaybedilen dilini bulma çabaları; yaratıcının ancak seçkin kullarına bahşettiği, diğer insanlardan esirgediği var sayılan bir ilahî dili olduğu inancı ve nihayet insanları birleştirirken ayıran dillerin arasında bir köprü inşası arzusu, metafizik dil, kaynak dil ve yapma diller tarihini başlatır. Umberto Eco’nun Batı kültüründe seyrini takip ettiği bu teşebbüsler, nazarî birtakım iddialarla mahdut kalır. Bunlardan ancak yapma diller kategorisi, 19. yüzyılın ikinci yarısında Zamenhof’un Esperanto’su ile hayat bulur.
Oysa 16. yüzyılda ilahî dil, kaynak dil ve yapma dil tasarıları çok yönlü bir Osmanlı kalemi olan Muhyî’nin Bâleybelen adlı eserinde bir araya gelir. Farklı köken ve yapıda diller konuşan kültürleri içeren İslâm medeniyetinin yardımcı dili olması amacıyla Bâleybelen’i meydana getiren Muhyî, ilk “yapma dil”in; her iki medeniyet dünyasında “ilâhî dil”i ortaya çıkarma yolunda ilk “pratik tecrübe”nin sahibidir.
Adını Muhyî’den alan Bâleybelen (=Muhyî’nin dili) tam bir dil klasiğidir. Bereme’y-Kâbe’y-Nele, Keveme’y-vünâ e Neveme’y-zünâ, Zimiye beremâ Beniye neremâ, Lebeme’y-velâ sir Kâbe’y-Mevlâ, İzhâr-ı Ezmâr-ı Mâ-tekaddem ve Keşf-i Estâr-ı Merci’ün-ileyh-i Mübhem, Ye-Haşeme’y-bezem de’y-Ezenâ’y-milîer, Tâfe bûyâ, Kereme’y-Âd, Zâte’y-Vekeşâ ve Hâte’y-Bekeşâ, Kitâb-ı Pîre Fân-beben, Masâdır-ı Elsine-i Erba’a adlı gramer ve sözlük risalelerinden meydana gelen bir mecmua görüntüsündedir. Muhyî, Osmanlı Türkçesiyle yazdığı eserde Bâleybelen’in Türkçe, Arapça ve Farsçayla mukayeseli gramerini ve sözlüğünü ortaya koyar.
Dr. Mustafa Koç’un büyük bir titizlik ve hayranlık uyandıran bir gayretle gün yüzüne çıkardığı bu eserin birinci ana bölümünde yazarın kapsamlı bir biyografisi yer alır. Biyografi, 16. yüzyıl Osmanlı kültür dünyasını birçok cepheden kavramamıza imkân tanıyan veriler içerir. Yüzyılının müesseselerini, sufi muhitlerini, şahsiyetlerini ve bir sufinin iç dünyası ve tecrübelerini içeren bu giriş, “Yükselme Devri”nin önemli kaynaklarından biri olacak niteliktedir. Bâleybelen’in oluşma süreci ve nitelikleri, döneminde aldığı tepkiler ve takipçilerinin işlendiği ikinci bölümü, Bâleybelen’in ses bilgisinden cümle bilgisine kadar uzanan modern gramer uyarlaması takip eder. Transkripsiyonu verilen Kahire ve Paris nüshalarından sonra Bâleybelen-Türkçe, Türkçe-Bâleybelen sözlükleriyle eser tamamlanır. / Fahrettin Altun

Tavsiye Et
Ortadoğu’nun Yeniden İşgali
Mete Çubukçu
İstanbul: Kalderon Yayınları, 2006
ABD’nin Soğuk Savaş sonrasında, neo-muhafazakâr siyasetçi ve akademisyenlerin fikrî çerçevesini çizdikleri “önleyici vuruş” stratejisi çerçevesinde uygulamaya koyduğu saldırgan dünya politikası, ne “uluslararası hukuk” denen normlar bütününü ne de başka bir şeyi dikkate almadan varlığını sürdürmeye devam ediyor. Bu anlayışın yarattığı tahribat, Orta Doğu’yla sınırlı bir tahribat değil. Bu tahribatın faturasını bütün dünya ödüyor ve ödemeye de devam edecek. Bugün, ABD’nin “yeniden işgal” anlayışı ekonomik çıkarın ötesinde bir değerler dizisini işaret ediyor bize. Irak, Filistin ve Orta Doğu ile ilgili gelişmeler, her şeyden önce “Amerikan İmparatorluğu”nun, içinde bulunduğumuz yüzyılda tüm dünyada uygulamak istediği emperyal proje ve neo-liberal politikalarla bizlere dayatmaya çalıştığı anlayış hakkında kayda değer ipuçları veriyor. Reel politikaların Irak’ın işgali ile iflas ettiği bu dönemde hayatın dinamiği ile Orta Doğu’nun gerçekleri örtüşmüyor. Bugün artık masa başında hazırlanan politikalara karşı ideolojik ama ondan da öte vicdanî ve insanî duruşlar önem kazanmış durumda.
Mete Çubukçu’nun kaleme aldığı ve bölgeyle ilgilenen herkes için önemli referanslar içeren Ortadoğu’nun Yeniden İşgali isimli eser, özellikle ABD’nin yarattığı kaosun bölgeyi nasıl etkilediğini ve etkileyeceğini tartışıyor. Kitapta Bağdat, Felluce, Necef, Kerbela, Kudüs, Ramallah, Gazze, Tel Aviv, Şam, Beyrut, Tahran, Erivan, Süleymaniye, Erbil’den; bizzat hayatın ve siyasetin içinden analizler yer alıyor. Orta Doğu yeniden işgal edildi ve bu işgalin tüm dünyaya maliyeti çok ağır. İşgal altında tutulan bu bölgenin hem fiziksel dokusunun, hem insanının bizim olması ise, özel olarak bu coğrafyada yaşayan insanların canını daha çok yakıyor. Orta Doğu denen coğrafya ile bağımızı sıcak tutacak çalışmalara olan ihtiyacımız her geçen gün daha da artıyor. / Fahrettin Altun

Tavsiye Et
Asıl Film Şimdi Başlıyor!
Sadık Battal
Ankara: Vadi Yayınları, 2006
“Türk sineması kendine özgü bir dil üretebilmiş midir?” sorusu Türk sinemasıyla ilgili tartışmaların odağını oluşturur. Türkiye’nin sancılı modernleşme süreciyle paralel bir şekilde gelişen Türk sineması, bu sürecin getirisi olan kültürel şizofreniden nasibini almış; özgün ve bütüncül bir dil inşa edememiştir. Ayşe Şasa, Yeşilçam Günlüğü kitabında “Türk sinemasının kurşun rengi benliksizliği” diye tanımlar muhteva ile şekil ve anlatılan şeyle anlatılış biçimi arasındaki hazin kopukluğu. Ne yazık ki Türk sineması Ayşe Şasa’nınki gibi istisna çalışmalar dışında genellikle ya incelemeye değmez bir alan olarak görülmekte, yahut da nostaljik bir şekilde ayrıntılı tenkit ve tahlilden uzak “ah o günler!..” mantığıyla ele alınmaktadır. Bu bağlamda, “Türk sineması” adı altında ortak bir dil oluşturmasa da kendi kişisel sinemalarını ortaya koyan yönetmenler ve filmografileriyle ilgili çalışmaların son derece yetersiz olduğunu söylemek mümkün. Sadık Battal’ın Asıl Film Şimdi Başlıyor! isimli kitabı bu eksikliği gidermeyi amaçlayan kapsamlı bir çalışma. Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Sinema ve TV bölümünde öğretim görevlisi olan Dr. Sadık Battal, kitabında Türk sinemasının kritik önemdeki dört auteur yönetmeni Lütfi Ömer Akad, Metin Erksan, Yılmaz Güney ve Yavuz Turgul’un filmografileri ve gerçeklik anlayışları üzerine bir sorgulamaya girişiyor. Temelde iki bölümden oluşan kitabın ilk bölümünde özgün bir gerçeklik olarak filmsel imge, sanat yapıtının anlatım biçimi olarak üslup, sanatçının üslubu olarak gerçekçilik konuları tartışılarak sinemada gerçek ve gerçekçilik sorunsalı üzerine kavramsal ve kuramsal bir çerçeve oluşturuluyor. İkinci bölümde ise Türk sinema tarihinin kısa bir özetinden sonra yalın ve derin anlatımıyla “maddeler dünyasının ozanı” Akad, yüzeyde derini, surette aslı gören “mânâlar dünyasının ozanı” Erksan, trajik öykü ile epik anlatım biçimini bir araya getirerek Türk sinemasının geleneksel anlatım kalıplarını kıran “Çirkin Kral” Yılmaz Güney ve Yeşilçam sineması ile kişisel sinema arasında bir köprü olan Yavuz Turgul filmlerindeki gerçekçilik anlayışı inceleniyor. Üç yönetmenle yaptığı röportajları da kitabının sonuna ekleyen Battal’ın, son on yıllık dönemde Türk sinemasıyla en barışık metni kaleme aldığını söylemek mümkün. Keşke anlatımıyla özgün bir dil yakalamış bu eseri çok ciddi tashih problemleriyle birlikte okumak durumunda kalmasaydık. / Hilal Turan

Tavsiye Et
Gören Kim Görünen Kim
Hıdır Amangeldi
İstanbul: Leyla ile Mecnun Yayınları, 2006
 
Gören kim görünen kim
Kaldım güman içinde
                                   Yunus Emre
 
Hıdır Amangeldi, Türkmenistanlı bir yazar. Gören Kim Görünen Kim eserinden önce Türkçeye Kör Kuyu isimli bir romanı çevrilmiş. Kendisi gibi edebiyatçı olan ikiz kardeşi İlyas Amangeldi -onun da Üç Noktadan Biri isimli romanı Türkçeye çevrildi- ile beraber ziraat fakültesinden mezun olmuşlar; fakat iki kardeş de ziraate değil edebiyata yönelmiş.
Gören Kim Görünen Kim okuyanda değişik hisler bırakan bir roman. Romanın en göze çarpan yönü üslubunun sadeliği; çağdaş romanlarda eşine az rastlanır bir bölünmemişliğe ve akıcılığa sahip. Okuyucu romanı ilk eline aldığı andan itibaren başkahraman Şammat’tan kendisine bir solukta okunması gereken uzun bir mektup geldiği hissine kapılıyor. Amangeldi, olaydan olaya, meseleden meseleye atlarken ritmini hiç kaybetmiyor. Geçişleri gözle görünmüyor; en çetrefilli meseleleri bile basitliğe düşmeden ama okuyucunun zekâsına da hakaret etmeden sade bir zarafetle ortaya koyuyor. Romanın beklenmeyen bir şekilde aniden bitmesi biraz şaşırtıcı olsa da yazar bu eksikliği kahramanlarının samimiyetine okuyucusunu inandırarak kapatıyor; Orta Asya steplerinin yalınlığı, mertliği, içtenliği, cesareti ve acımasız dürüstlüğü ile ele aldığı zorlu konunun hakkını veriyor. Böylece kitabın keskin sonu bile okuyucuda tatminsizlik oluşturmuyor. / Betül Özel Çiçek

Tavsiye Et