Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (June 2003) > Dünya Siyaset > 11 Eylül sonrası “yakın çevre”de rekabet
Dünya Siyaset
11 Eylül sonrası “yakın çevre”de rekabet
Sevinç Alkan Özcan
RUSYA Federasyonu Devlet Başkanı Putin, Rus dış politikasında önceliğin “yakın çevre”de olduğunu ve bu bölgede yer alan ülkelerle askeri, siyasi, kültürel ve eğitim alanındaki ilişkilerin geliştirileceğini iktidara geldiği günden beri dile getirmekte. 11 Eylül’den sonraki ortamda da bu söylem değişmedi ve buna bir de Amerika ile yakın işbirliği projesi eklendi. Ancak 11 Eylül sonrasında dikkatlerin Amerika’nın Orta Asya ve özellikle de Gürcistan’daki askeri varlığı üzerine çevrilmesi, Rusya’nın yakın çevre politikası ile yeni oluşan şartlar arasında bir çatışma yaşamasına sebep oldu. Bölgedeki Amerikan askeri varlığının amacının sadece Afganistan ve civarında ortaya çıkan “terörizmi” baskı altına almakla sınırlı kalmayacağı, Orta Asya ve Kafkasya’da Amerikan varlığının çok yönlü ve kalıcı olacağı kısa zamanda belli oldu. Amerika, 11 Eylül’ün ardından, Ekim ayında, Orta Asya’ya konuşlandırdığı askerlerle ilk defa bir Sovyet-Rus jeopolitik hayat alanına bu kadar derinlemesine girdi. 11 Eylül atmosferi, Orta Asya ülkeleri’nin Rusya ve Çin karşısında yeni ve güçlü bir müttefik ile anlaşması için uygun bir zemin hazırladı. Yaşanan bu gelişme karşısında Orta Asya ülkeleri kendilerini bir ikilemin içerisinde buldular. Bir taraftan Amerika’nın bölgedeki varlığı onlara dış politikada alternatiflerini artırma ve böylece Rusya ve Çin’in etkisinden uzaklaşma imkanı sağlarken, diğer taraftan terörizm bahanesiyle Amerika’nın bölgeye yerleşmeye çalışması onları büyüyen tehlikeye karşı Rusya’yla yakınlaşmaya itti . Bugün 11 Eylül’ün ortaya çıkardığı psikolojik atmosferde, Rusya ve Çin bölgedeki askeri varlıklarını koruma adına, Amerika ise bölgeye nüfuz etmek adına terörizmi bahane olarak kullanıyorlar. Moskova ve Pekin’in bundan sonraki amacı Amerikan askeri varlığını, kapasite, süre ve misyon açısından, mümkün olduğunca sınırlamak olacaktır.
Rusya’nın 19’uncu yüzyıldaki “Büyük Oyunu”nda temel sahne Balkanlar oldu; önem açısından Kafkaslar ikinci, Orta Asya ise üçüncü sırada kaldı. Oysa şimdi Rusya 19’uncu yüzyıl Büyük Oyun’unun parametrelerinden çok, 21’inci yüzyılın “Büyük Anti-Terörizm Oyunu”nun parametrelerine göre davranmak zorunda. Söz konusu parametreler bir taraftan Rusya’ya Makedonya’dan Çeçenistan ve Afganistan’a; Kosova’dan Abhazya ve Doğu Türkistan’a kadar uzanan alanda bir “İslami terörizm” tanımlaması yaparak istediği şekilde at koşturabileceği izlenimi ve fırsatı verirken, diğer taraftan aynı alanda yeni bir aktörün varlığına imkan tanımakta. Bu da Rusya’nın faaliyet alanının hem genişlediği hem de daraldığı anlamına geliyor.
Rusya’yı bu coğrafyada sınırlayan bir başka faktör de tarihi veriler. İki yüzyıldan daha uzun bir zaman Osmanlılarla savaşmak zorunda kalan ve bundan gerekli tarihi dersleri çıkaran Rusya artık İslam’la topyekün bir savaşa girmekten daima kaçınacaktır. Çünkü hâlâ Çarlık Rusyası ve Sovyetler Birliği’nden miras kalan Müslüman unsurlarla yaşamaya devam etmektedir. Son on yılda değişen dengeler Rusya-İran ilişkilerini de birçok açıdan geliştirdi. İki ülkenin ekonomik çıkarları, Kafkasya ve Orta Asya’da istikrar arayışları ve güvenliğe verdikleri önem ile Afganistan’daki mevcut istikrarsız yapıdan duydukları rahatsızlık onları ortak problemlerde iş birliği yapmaya itti. Coğrafi realitelerin yanı sıra, İran ve Rusya ile Orta Asya ve Kafkasya ülkeleri arasındaki tarihi, kültürel ve etnik bağlar, bu iki ülkeyi yeni bağımsız ülkelerle daha çok ilgilenmeye zorladı. Orta Asya ve Kafkasya’da yaşanacak olası kıpırdanmalar, bu bölgedeki etnik unsurları içinde barındıran İran ve Rusya’yı da istikrarsızlaştıracaktı. İşte Tacikistan iç savaşını durdurmak için bu iki ülkeyi birlikte harekete geçiren de buydu.
1990’lı yılların başlarından 11 Eylül sonrası Amerika’nın Orta Asya’daki diplomatik ve askeri girişimlerine kadar, Orta Asya’da bir Çin-Rus ittifakının izlerini görmek mümkün. Çin’in Şanghay İşbirliği Örgütü’nün kurulmasındaki asıl amacı Çin hakimiyetine karşı çıkan Uygurlara karşı savaşmaları için Orta Asya ülkelerine baskı yapmaktı. Bu şekilde bir yapılanmayla aynı zamanda Amerikan’ın tek kutuplu dünya sistemi özlemine alternatif olacak çok kutuplu bir yapılanmaya doğru gidilmesi sağlanacaktı.
11 Eylül ve Amerika’nın Afganistan Operasyonu bölgedeki bu dengeyi değiştirdi. Şimdi yeni kurulan dengeler pek çok yeni unsuru içinde barındırmakta: Orta Asya’da yeni Amerikan askeri varlığı, Özbekistan’la yapılan uzun dönemli bir askeri anlaşma, Tacikistan ve Kırgızistan’la gittikçe geliştirilen ilişkiler ve Putin’in 11 Eylül sonrası daha çok artan Washington sempatisi. 11 Eylül’le birlikte girilen bu yeni dönemde küresel aktörlerin yanı sıra bölgesel aktörlerin rolü de unutulmamalı. Bu bağlamda Özbekistan, tüm bu yeni oluşturulan yapı içinde ayrı bir öneme sahip olan bölgesel aktörlerden biri oldu. Robert Cutler, Özbekistan’ı “Orta Asya jeopolitiğinin yelkovanı” olarak tanımlıyor. Bunu, sadece ülke sınırları içinde değil tüm Orta Asya genelinde kendini hissettiren Özbek ulusçuluğundan ve Orta Asya’daki nüfus avantajından cesaret alan Özbekistan dış politikasının takip ettiği seyirden de anlamak mümkün. 1995 yılında Kazakistan’la arasında gelişen rekabet Özbekistan’ı adeta Rusya karşısında Amerika’nın kucağına itti ve doğal olarak Amerika’nın Orta Asya’daki stratejik ortağı olarak tanımlandı. Bununla birlikte, Şubat 1999’da Taşkent’teki patlamaların ardından, Taliban destekli Özbekistan İslami Hareketi’nin adeta ülkeye akın etmesi, Özbekistan’ı yeniden Rusya ile işbirliğine itti. Özbekistan Devlet Başkanı Kerimov, Aralık 1999’da Başkan Putin Taşkent’i ziyaret ettiği sırada, “Rusya’nın Özbekistan’daki çıkarlarını kabul ettiklerini” açıkladığında bu strateji değişikliği ilk ifadesini buldu. Bu tarihten sonra, Özbekistan basınındaki Rus karşıtı hava da yumuşamaya başladı. Şanghay Beşlisi’ne Özbekistan’ın kurulduğu anda katılmamış olması, Özbekistan’ın Çin ile doğrudan bir sınıra sahip olmaması ile açıklandı. Bağımsız Devletler Topluluğu-Çin sınırını silahlı güçlerden arındırmayı amaçlayan bu örgüt, 1990’ların sonunda dikkatini İslami hareketler üzerine yoğunlaştırdı. Ağustos 1999’da Şanghay Örgütü’nün gerçekleştirdiği Bişkek Zirvesi’nde terörizme karşı savaş konusunda bir anlaşmaya ulaşıldı. Anlaşmanın bir bölümünde Bişkek “anti-terörist merkez” olarak tanımlandı ve ortak bir Çin-Rus “acil eylem gücü”nün konuşlanması öngörüldü. 2001 yılı Haziran ayında Özbekistan’ın Şanghay Beşlisine üyelik için başvurması üzerine örgütün adı Şanghay İşbirliği Örgütü olarak değiştirildi. Ancak 11 Eylül saldırısının ardından gerçekleştirilen Afganistan operasyonu, Özbekistan’ın yeniden Amerika ile yakınlaştığı dönem olarak tarihe geçecektir.
11 Eylül sonrasında Amerika’nın Orta Asya’da peş peşe askeri üsler edinmesinin ardından Gürcistan’a askeri yardım ve teknik personel yardımını artırması, Gürcistan’ı adeta Rusya’nın Batı ile entegrasyonunun derecesini ölçen önemli bir test alanı haline getirdi. Zira Gürcistan’ın toprak bütünlüğü ve bağımsızlığı ABD’nin Avrasya üzerindeki çıkarlarında anahtar nitelikteydi. Ancak Amerika’nın Orta Asya’daki varlığına ses çıkarmayan Rusya’nın Kafkasya konusunda da aynı pasif tavrı göstermesi beklenmemeliydi; nitekim öyle de oldu. ABD’nin Kafkasya’ya uzanan faaliyetleri Rusya’yı rahatsız etti ve Amerika ile başlayan ittifakını sorgulamasına neden oldu. Rusya bu tarihten beri Gürcistan’a baskı yapmakta. Gürcistan, Rusya için her zaman kilit bölge oldu; zira Kafkasya enerji yolları üzerinde kontrol sağlamak Rusya’ya, Orta Asya ve Azerbaycan petrol ve gazını taşıyan boru hatları üzerinde söz söyleme hakkı veriyor. Görünen şu ki tüm Bağımsız Devletler Topluluğu Rusya hegemonyası altında bir araya getirilecekse, Gürcistan bunun ayrılmaz bir parçası olacak.
Amerika’nın Kafkasya’da etki kurma çabasının bir diğer ayağını da Azerbaycan oluşturmakta. Amerika, basında çok fazla yer almasa da, Azerbaycan’a, deniz sınırlarını koruması için gerekli olan deniz gücünü sağlamaya yönelik doğrudan yardımlar yapıyor. ABD bu şekilde bir davranışla İran tehdidine karşı Azerbaycan’ı korumakla kalmıyor; aynı zamanda Hazar’ın çevresinin silahlı güçlerden arındırılmasına da katkıda bulunuyor.
11 Eylül’den sonra Orta Asya’daki ABD askeri varlığının süresinin çeşitli nedenlerle uzaması Rusya içindeki muhalefeti de artırdı. Bu durum son tahlilde Rus dış politikasının bir ikilemle karşılaşmasına sebep oldu. 2002 yılının Mayıs ayında Bush ile Putin arasında yapılan zirveden sonra, 11 Eylül’den bu yana kaybettiklerinin kazandıklarından daha fazla olduğunu fark eden Rusya, artık dış politikada yeni bir hamle başlatmaya karar verdi. Bu çerçevede ABD’nin şer ekseni olarak ilan ettiği üç ülkeyle bir dizi ekonomik anlaşma imzaladı. İran’la imzaladığı nükleer santral inşası yapım anlaşmaları ve Irak’la imzalanan 40 milyar dolarlık ekonomik ve ticari işbirliği anlaşması ile Putin’in, Kuzey Kore’yle enerji ve ulaştırma alanında işbirliği yapacakları yönündeki açıklaması yeni dönemde Rusya’nın, ABD’nin jeostratejik araçlarına karşılık daha çok jeoekonomik araçları devreye sokacağını gösteriyor.

Paylaş Tavsiye Et