Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (March 2004) > Dosya > Osmanlı İstanbul’unda belediye ve reform
Dosya
Osmanlı İstanbul’unda belediye ve reform
Tarkan Oktay
OSMANLI Devleti’nde Tanzimat öncesi mahallî hizmetlerin büyük bir kısmı, devletin dışındaki organizasyonların, kendi inisiyatifi ile oluşturduğu kurumlarca yerine getiriliyordu. Müslüman vatandaşlar ferdî olarak, gayrimüslim vatandaşlar ise cemaat olarak meydana getirdikleri kurumlar eliyle yerel hizmetlerin yerine getirilmesini üstlenmişti. Klasik dönem Osmanlı şehrinde, yerel hizmetleri yerine getiren başlıca kurumlar mahalle örgütlenmesi, esnaf loncaları ve vakıflar olarak sayılabilir. Yerel hizmetlerin finansmanı ağırlıklı olarak devletin dışında bir örgütlenme olan vakıf esasına göre oluşturulmuş kurumlarca karşılanıyordu. Bu yapılanma karşısında devlet, mevcut normlar çerçevesinde, tüm kurum ve kişiler üzerinde kontrol eden ve sistemin istikrarını güvence altına alan bir fonksiyona sahipti. Devletin, kadı ve emri altındaki görevliler ile yerine getirdiği bu fonksiyonun yasal temelini Padişah fermanları, teamüller, örf ve içtihat çalışmalarından oluşan normlar bütünü oluşturuyordu.
19’uncu yüzyılda Osmanlı başkentinde yaşanan ekonomik, sosyal ve mekansal dönüşüm yerel hizmetlerin nitelik ve niceliğinde değişikliklere neden oldu. “Yerel hizmet” kavramında meydana gelen değişim karşısında, mevcut kurum ve görevlilerin yetersiz kalmaları, İstanbul’da çeşitli olumsuzlukları beraberinde getirdi. Tanzimat reformları çerçevesinde bazı kurumların kaldırılması, yetki ve görevlerinin azaltılması veya ikame müesseseler oluşturulması, klasik dönem beledî kurumların toplumsal hayattan çekilmelerine yol açtı.
Avrupa’daki hayat tarzını, oranın nispeten düzenli şehirlerini, yerel hizmet yöntemlerini tanıma imkanı bulan Osmanlı devlet adamlarının zihnindeki meşruiyet zemini yaşanan gelişmelere paralel olarak yeni biçimler alıyordu. Devletin içinde bulunduğu problemli durumun nedeni olarak görülen mevcut kurumların meşruiyet zemini zayıflarken Avrupa kaynaklı söylem ve uygulamaların zemini ise genişliyordu. Devletin diğer kurumlarında olduğu gibi İstanbul da Avrupa tarzı reformlar uygulanarak modernleştirilmeliydi. Osmanlı devlet adamlarının hedefi, Batı’nın elde ettiği üstünlüğü, yine Batı’nın metotlarını kullanarak elde etmek ve daha ileriye götürmekti. Modernleşme, şehir dokusuna düzenli bir görünüm kazandırmak, başkentin çeşitli semtleri arasında iletişimi sağlamak ve şehrin görünümünü güzelleştirmek olarak algılanıyordu. İdari ve mali özerkliğe sahip bir yerel yönetim birimi oluşturma düşüncesi ise söz konusu değildi.
Başkentte ilk olarak 1855 yılında Şehremaneti kuruldu. Bu örgütlenmeyi 1857 yılında Osmanlı başkentinin dünyaya açılan penceresi Galata ve Beyoğlu bölgesinde modern anlamdaki ilk belediyecilik hizmetini veren Altıncı Daire’nin kurulması izledi. Bu adımlar devletin son günlerine kadar sürecek olan yerel hizmetlerin yeniden yapılanması çabalarının da başlangıcını ifade ediyordu. 1868 yılında çıkarılan “Dersaadet İdare-i Belediye Nizamnamesi” ile Şehremaneti ve belediye dairelerinin organizasyon yapısında ve fonksiyonlarında önemli gelişme sağlandı. Kanun-ı Esasi sonrasında 1877 yılında çıkarılan “Dersaadet Belediye Kanunu” ile başkent 20 belediye dairesine ayrılmıştı. Ancak bu yeni yapı, II. Meşrutiyet’in ilanı sonrasında uygulama imkanı bulabilecekti.
II. Meşrutiyet sonrasında 1877 tarihli kanunun uygulamaya konulması, bugünkü büyük şehir belediye meclisi benzeri Cemiyet-i Umumiye-i Belediye’nin açılışı hükümetçe bir başarı olarak kabul edildi. Ancak, belediye daireleri ile Şehremaneti arasında ortaya çıkan anlaşmazlıkların hizmetleri aksatan düzeye gelmesi bu başarıyı çabuk gölgeleyecekti. Anlaşmazlıkların nedeni olarak belediye dairelerinin sahip olduğu yetkilerin genişliği ve Şehremaneti karşısındaki kısmen özerk yapıları gösteriliyordu. Sonuçta 1877 kanunu, hükümetin gözünde çözüm yerine problem üreten bir duruma geldi. 1912 yılına gelindiğinde Şehremini Cemil Paşa’nın yoğun gayretleri ile yeni bir düzenlemeye gidildi. Buna göre belediye daireleri, özerkliklerine son verilerek idarî şube durumuna indiriliyordu.
1855 yılından Cumhuriyet’e kadar geçen süreçte gerçekleştirilen bu temel değişiklikler yanında gelir yapısı, personel düzeni, iç örgütlenme ve fonksiyonlarda sürekli bir yeniden düzenleme çabası egemen oldu. Yerel hizmetleri yeniden yapılandırma çabalarının temel hazırlayıcısı ise Şehremaneti’nin kendisiydi. Bu görev Şehremaneti’ne ilk günden itibaren üzerinde önemle durularak, kanuni bir sorumluluk çerçevesinde verilmişti. Merkeziyetçi bir yapının hakim olduğu bir dönemde Şehremaneti’nin bu fonksiyonu önemliydi. Hükümetin bu noktadaki temel amacı, modern belediye yapıları konusunda yeterli bilgiye sahip olmayan devlet kadrolarının bu açığını uygulamacı birimin bilgi, tecrübe ve esnekliği ile aşmaktı. Sonuçta bu tasarılar hükümetin onayından geçtiği için bu yetkinin belediyelere tanınması bir problem olarak görülmüyordu.
Şehremaneti’nin başkentteki belediye yapısını düzenleyecek şekilde yeniden yapılanma çabaları; organizasyon değişikliği, fonksiyonlarda genişleme ve mali kaynakların artırılması biçiminde üç temel noktada odaklanıyordu. Bu alanlardaki kazanımlar ise Nafia, Evkaf, Dahiliye ve Maliye gibi birçok nezaretin yetki alanında daralma anlamına geliyordu. Şehremaneti’nin reform çabaları bu nedenle Osmanlı Merkez bürokrasisi tarafından çeşitli engellemelerle karşılaştı. Şehremaneti, engeller karşısında dönemin en etkili meşruiyet aracı olan “Batı”yı kullanıyordu. “bilad-ı mütemeddine”, “memalik-i ecnebiye” ve “Avrupa şehirleri” biçimindeki kalıplarla başlayan uygulamaların örneklendiği cümleler, reform önerisi gerekçelerinde can alıcı noktayı oluşturuyordu. Bunun anlamı, Avrupa’nın gelişmiş ülkelerindeki belediye modellerinin yeni yapılar için temel örnek olarak kabul edilmesiydi. Arşiv kaynakları incelendiğinde fonksiyonlarının tanımlanmasından yeni gelir kaynaklarının elde edilmesine, organizasyon yapısından sağlık ve kültürel alanlara kadar birçok düzenleme gerekçesinde bu örneklere yer verildiği görülür.
Şehremaneti’nin ikinci argümanı İstanbul’un başkent olmasıydı. Bu argüman birincisinden daha az etkili olmakla birlikte çok daha yoğun olarak kullanılıyordu. Emanetin bu noktadaki temel söylemi, “Devlet-i Âliye” başkentinin yerel hizmetler konusunda yaşadığı olumsuzlukları hak etmiyor olmasıydı.
Şehremaneti’nin öneri ve taleplerine meşruiyet kazandıran temel iki argüman karşısında hükümetin tavrı, oldukça dikkat çekiciydi. Hükümet genellikle, “bilad-ı mütemeddine”deki uygulamaları ve başkentin bayındırlığı hakkındaki önerileri ilke olarak olumlu karşılıyordu. Ancak taleplerin hayata geçirilmesi konusunda aynı olumlu tavrı göstermesi çok sık görülen bir durum değildi. Talepleri ilke olarak kabul etmekle birlikte uygulama konusundaki karşı çıkışını çoğu zaman “ülkenin henüz hazır olmadığı” ya da “mali kaynakların yetersizliği” gerekçesine dayandırıyordu.
Belediyelerin yeniden yapılandırılması sürecinde Avrupa merkezli meşruiyet zemini ile mevcut zeminin karşılaşmasında, daha zayıf durumda olan ciddi kırılmalara uğradı. Tanzimat’tan sonra ortaya konan düzenlemeler önemli oranda Avrupa’daki uygulamalar çerçevesinde biçimlendi. Mevcut zemin üzerinde, ancak onu dikkate almadan inşa edilen modellerin, bilgi ve tecrübe yetersizliği yanında eski alışkanlıkların etkisi ile uygulamada farklılaşması kaçınılmazdı. Bu alandaki reformun yoğunluğu, dış dünya ile kurulan ilişki yumağıyla doğru orantılı olarak seyretti. Sonuçta Osmanlı modern belediyeleri, yeniden yapılanma sürecinin daima etkisini hissettirdiği bir alan olarak Cumhuriyet’e ulaştı.

Paylaş Tavsiye Et
Yazara ait diğer yazılar
Tarkan Oktay