Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (March 2004) > Dosya > Avrupa Birliği ve yerel yönetimler
Dosya
Avrupa Birliği ve yerel yönetimler
Rukiye Olgun Kul
20’NCİ yüzyıl sonları ile 21’inci yüzyılda, egemen ulus-devletler yerini, egemenliklerini paylaşarak bağlayıcı ortak kararlar alan uluslar üstü oluşumlara bırakmaya başladı. İki dünya savaşının yaşandığı Avrupa kıtası da, AB’nin kabul edilmesi ile ekonomik alandan başlayıp giderek siyasal alana doğru evrilen ortak hareket ve bilincin merkezi durumuna geldi.
Bu sürecin yanı sıra, aynı zamanda toplumsal dinamizmin kaynağı olan yerel ve sivil inisiyatifleri “yapabilir” kılmaya, geliştirmeye yönelik bir politika değişikliği de yaşanıyor. Bir kısım kamu görev ve yetkileri, merkezî yönetimden yerel yönetimlere, bazıları da özel sektör ve sivil toplum kuruluşlarına aktarılıyor. Kısaca, “yerinden yönetimleştirme” olarak anılan bu süreçte, yerel yönetimler güçlenecek ve sivil toplum kuruluşları ile sıkı işbirliği gelişecektir. Dolayısıyla siyasette ve yönetimde bireyin, sivil toplumun ve yerel yönetimlerin öne çıkmaya başladığı bir süreci yaşamaktayız.
Avrupa Birliği, hukuku ile, mahalli idareleri bazen doğrudan (yabancılar için seçim hakkında olduğu gibi) bazen de dolaylı olarak (çevre ve tabiat varlıklarının korunması, trafik, ulaşım hizmetleri, gıda maddeleri standartları ve denetiminde olduğu gibi) etkilemektedir. Birlik’te yerel yönetimlere yönelik şu yaklaşımlar hakimdir: Avrupa Birliği ülkelerinde, ulusal devletler ve yerel birimlerden (bölge yönetimleri ve belediyeler) oluşan federatif bir yapının kurulması; her yönetim basamağının sahip olduğu yetkilerin, hizmette halka yakınlık ilkesine uygun olarak düzenlenmesi ve Avrupa çapında alınacak kararlara bölgelerde yaşayan halkın katılımının sağlanması.
Yerel yönetimler ulus-devlet içinde bir organ olduklarından, AB içinde direkt olarak temsil edilmezler. Hem yerel ve bölgesel idareleri Avrupa Birliği içinde temsil etmek, hem de Avrupa’daki bölgeler ve sınır bölgeleri arasında işbirliğini güçlendirmek için, Avrupa Konseyi bünyesinde, bir danışma organı olarak Yerel ve Bölgesel Yönetimler Sürekli Kongresi kurulmuştur.
Avrupa kimliğinin güçlendirilmesinde, yerel ve bölgesel yönetimlere önemli görevler düşmektedir. Avrupa halklarının birbirlerine daha çok yaklaşması, ortak değerler etrafında birleşmeleri, kaynaklarını ve çabalarını ortak ekonomik ve toplumsal gelişme hedeflerine yöneltmeleri için, Avrupa bütünleşmesinin her şeyden önce tabanda sağlanması önem taşımaktadır. Dolayısıyla, yerel ve bölgesel yönetimlere âdeta gelecekteki Birleşik Avrupa’nın temelini oluşturan bir harç gözüyle bakılmaktadır. Bu nedenle, Birlik bünyesinde, özerk yerel yönetim düşüncesinin hakim olduğu, demokratik ve yerinden yönetim ilkelerine dayalı bir Avrupa’nın oluşturulması için, 1950’li yıllardan itibaren çalışmalar yapılmıştır. Bu çabalar, yerel halkın özgürlüğüne saygı duyulması, yerel yönetimlerin partiler üstü kuruluşlar olarak görülmesi, merkez vesayetinin tümüyle kaldırılması ve gerçek bir yerellik bilincinin geliştirilmesi gibi ilkelere dayanmaktadır. Özellikle yerel yönetimlerin görev alanları konusunda, Avrupa Konseyi, halkın işlerinin yerel yönetimlerce görülmesine büyük önem vermektedir. Yasalarla yerel yönetimlere yasaklanmış olmayan ya da başka yönetimlere bırakılmamış olan her hizmet alanının yerel yönetimlere bağlı olması (hizmette yerellik ilkesi), Konsey tarafından yerel demokrasinin vazgeçilmez bir kuralı olarak görülmektedir.
Avrupa Birliği bünyesinde yerel yönetimlerin özerkliğine (buradaki özerklik siyasal değil, idari anlamdadır) ilişkin ilk çalışma, 1985 tarihli Avrupa Yerel Özerklik Şartı’dır. Bu Şart ile, değişik Avrupa ülkelerinde özerk yerel yönetimlerin korunması ve güçlendirilmesine, demokratik ilkelere ve idarede adem-i merkeziyetçiliğe dayanan bir Avrupa oluşturulmasına katkı sağlanacağı düşünülmüştür. Avrupa Yerel Özerklik Şartı’na bir bütün olarak bakıldığında, Avrupa Konseyi üyesi olan ülkelerdeki yerel yönetimlere ilişkin demokratik düzenlemeleri her ülkede birbirine yakın biçimde işletmek suretiyle, AB içinde halkın iradesine dayalı bir entegrasyona gidişin belirtileri görülür. Konsey üyesi olan ve AB üyeliğine aday olan Türkiye’de de söz konusu Şart, bazı çekincelerle birlikte 1988’de kabul edilmiştir.
Diğer taraftan 1992’de Maastrich’te imzalanan Avrupa Birliği Antlaşması ile karar verme süreçlerinde yerel toplulukların daha iyi temsil edilmelerine imkan verecek arayışlar başlamıştır. Bu antlaşmayla, yerel yönetimlerin özerkliğinin bir gereği olan subsidiarite (yerellik) ilkesi kabul edilmiş ve “AB’de kararların mümkün olduğu kadar yurttaşlara en yakın düzeyde alınması” gereğine dikkat çekilmiştir. Bu ilke, hem yerel yönetimlerin özerkliği adına önemli bir kazanım, hem de AB nezdinde yerel yönetimlerin muhatap alındığına bir emsal olarak görülmelidir.
AB’ye üyelik hedefi olan Türkiye’nin, gerek Maastrich Sözleşmesi’nde, gerekse de Avrupa Yerel Özerklik Şartı’nda yer alan maddelere uygun yerel yönetim mevzuat yapısına sahip olduğu söylenemez. Örneğin, Türkiye, Şart’ın hizmette yerellik ilkesine uygun olarak yerel hizmetlerin sorumluluğunun “tercihen vatandaşlara en yakın idare”ye verilmesi maddesine imza koymasına rağmen, ülkemizde, kamusal hizmetlerin genel olarak planlayıcısı, uygulayıcı ya da uygulatıcısı, finansörü ve de denetleyicisi merkezî idare olup, yerel yönetimlerin herhangi bir söz hakkı bulunmamaktadır. Yine Şart’la “Özerk yerel yönetim ilkesi”nin ülke yasalarında veya anayasalarda yer alması gerektiği belirtilirken, yerel mevzuatımızda bu ilke yer almaz. Yasal hükümlere halel getirmemek koşulu ile kendi iç yönetim yapılarını serbestçe belirleyebilmesine Türkiye çekince koymuştur. Yerel seçilmiş temsilcilerin hizmet görme şartları, bunların görevlerini serbestçe yerine getirmelerini sağlayacak şekilde olması, yerel yönetimler üzerindeki her türlü idari denetimin, ancak anayasa ve yasalarda belirtilen durum ve usullerle uygulanabileceği hükümleri ülkemizde tam olarak uygulanmamaktadır. Seçilmişler serbest olmadığı gibi, idari denetim, idari vesayet şeklinde ve sadece yasal mevzuatla değil, her türlü merkezi idare kararlarıyla ağır bir yapıda uygulanmaktadır. Bu ise, yerel özerklik kavramıyla bağdaşmaz. Çünkü idari vesayet yetkisi, merkezî yönetime yerel yönetimlerin yetkilerini kullanmada sınırlamalar getirebilmektedir.
Yerel yönetimlere, serbestçe harcayabilecekleri, yeterli öz mali kaynak kullanma yetkileri verilmesi, yasal sınırlar içinde oranını belirleme yetkisine sahip oldukları yerel vergi ve harçlar sağlanması maddeleri Türkiye’deki uygulamalar ile farklılık arz eder. Hem yerel yönetimler mali serbestliğe sahip değildir, hem de yerel vergi ve harç koyma yetkileri yoktur. Şart, yerel yönetimlerin kendi ortak çıkarlarını koruyup geliştirmek için, üye ülkelerce aralarında birlikler kurma ve uluslararası yerel yönetim birliklerine (veya kuruluşlarına) katılma hakkı tanırken, Türkiye bu fıkraya çekince koymuş; bu yetkiler de yerel idarelere tanınmamıştır. 1930’ların Belediye Kanunu ile hizmetlerin sürdürüldüğü ülkemizde, Avrupa Yerel Özerklik Şartı’nın imzalanan maddelerine uygun olarak, 1580 ve 3030 sayılı belediye kanunlarında yeni düzenlemeler yapılmalıdır. Çekince konulan maddelerin idari ve siyasi yapımıza uygunlaştırılarak, özerklik ve yerellik ilkeleri ışığında yeniden değerlendirilmeleri ise AB standartlarına ulaşılmasında kaçınılmazdır.
Avrupa Birliği, gerek üye sayısının giderek artması, gerekse üstlendiği fonksiyonlar nedeniyle Brüksel’de devasa bir merkezî bürokrasi doğması sonucu, işlevlerini etkin biçimde yerine getirememe sorunuyla karşı karşıyadır. Bu nedenle AB içinde bir yetki ve görev dağılımının yapılması gerekmekte; AB amaçlarının gerçekleşmesi ve demokratikliğin sürdürülmesi hususunda, üye devletlerle birlikte yerel yönetimlerin de rol almaları gerektiği konuşulmaktadır. AB ile Birliğe üye devletler, ancak mahalli düzeyde yeterli ölçüde etkin olarak yerine getirilemeyen hizmetler konusunda görev almalıdır. Bu nedenle AB, özerk yerel yönetim ve yerellik konusunda kabul ettiği ilkelerle, AB içinde yerel yönetimleri ön plana çıkarmaya çalışmaktadır. Bu sayede AB, bir yandan üye devletleri Avrupa düzeyinde bütünleştirmeye çalışırken, diğer yandan yerellikleri görmezden gelmeyecek bir yapıyı yerel yönetimler üzerinden kurmaya çalışmaktadır.

 

 


Paylaş Tavsiye Et
Yazara ait diğer yazılar
Rukiye Olgun Kul