Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (April 2004) > Türkiye Ekonomi > Ne olacak bu doların hali?
Türkiye Ekonomi
Ne olacak bu doların hali?
Melikşah Utku
“PARA ve kur sorunlarını tartışmakta gösterdiği yapay zeka ve bilginliği, insan başka hiçbir alanda bu kadar kolay sergilemez.”
Winston Churchill, herhalde kendi döneminde yaşanan gelişmeler karşısında iktisatçı ve bürokratlarının açıklamalarının çeşitliliği ve yaratıcılığına bir hayli sıkılmış olacak ki, yukarıdaki sözleri sarf etmek zorunda kalmış. Gerçekten de Türkiye’nin son iki ayında yaşananları açıklamaya ve tahlil etmeye yönelik beyan, makale ve sair açıklamaları gördükten sonra, yukarıdaki yargıya katılmamak mümkün değil. Öyle ya, döviz, son yılların en büyük çaplı nominal düşüşünü 20 gün gibi bir süre içinde yapmış, bu ani dönüş piyasalarda tepkiyle karşılanmış, gelişmeler karşısında bir kesim alkış tutarken, bir başkası felaket çanlarını çalmaya başlamıştır. Mutfaktaki enflasyonun tüm birikimleri yıprattığı, fiyat sinyallerindeki belirsizliğin uzun vadeli bir bakış açısını imkansız kıldığı bir ülkede, bugüne kadar güvendiğimiz, biriktirebildiğimiz üç beş kuruşu plase ettiğimiz yegane yatırım ve mübadele aracı olan döviz, tek bir salvoyla hepimizi ters köşeye yatırmış, önünü göremeyen serseri bir halde yol ortasında yüzüstü bırakmıştır. Haliyle işadamından küçük yatırımcısına, Hazineden İMF’ye herkesin zihnine aynı soru takılmış: “Ne olacak bu doların hali?”
Şüphesiz ki, son iki ayda yaşanan TL’deki reel değer artışı, Türkiye’de ne ilk, ne de en şiddetlisi. Bilakis, reel TL ile yüksek faiz kombinasyonu son otuz yılda Türkiye ekonomisinin başlıca büyüme motoru olmuştur. Bu tip bir büyüme çabası, belli aralıklarla yapılan kriz çapındaki düzeltmelerle önemli ölçüde devam ettirilmiştir. 2001 krizinden sonra serbest kur rejimine geçtiğimizde, geride zayıf bir reel sektör, verimsiz bir bankacılık sistemi, muazzam kamu borçları, azdırılmış enflasyon ve devasa yapısal problemler bırakan bu sürecin sona erdiğini sanıyorduk. Son iki sene bize sadece serbest kur rejiminin bu süreci sonlandıramayacağını göstermiş oldu.
 
Neler Oluyor Kura?
Mart ayının son haftasında bankalar arası piyasada 1,8 milyona merdiven dayayan dolar kuru, Nisan başından itibaren gösterdiği düşüşünü şu sıralar 1,4 milyon direncinin biraz üzerinde günlük dalgalanmalarla yatay denebilecek bir seyre bırakmış gözüküyor.
Döviz kurlarının son üç yıllık seyrini gösteren grafikte fark edileceği gibi, dövizdeki düşüş genel bir mahiyette de olsa, özellikle ABD Doları’nın Euro’dan çok daha fazla etkilendiğini görüyoruz. Euro deneme mahiyetinde ilk çıktığı 1999 yılında Dolar karşısında 1,17’den başlayarak aradaki kısa süreli çıkışlar istisna edilecek olursa hep düşüş göstermiş; yokuş aşağı süren bu yolculuk, Aralık 2000’de 0,83’te taban yapmıştı. 2001 yılı, Euro’nun 0,95 ile 0,85 koridorunda yatay bir seyir izlediği bir dönem olmuş, buna karşın özellikle 2002’nin ilk yarısında genelde bir yükseliş trendi takip eden parite, ikinci yarıdan itibaren de 1 seviyesinin hemen altında yatay yürümüştü. Şubat 2003, parite için önemli bir dönüm noktası olmuş, Euro ilk defa bu tarihten sonra kalıcı olarak dolardan daha değerli olmaya başlamıştır. Bugün parite 1,18’e hayli yakın bir noktada, yukarıya ivmesi sönmemiş halde gezinmektedir. Paritedeki gelişmeler, ilk bakışta ABD’nin devasa dış ticaret açıkları ve ABD ile AB arasındaki faiz oranlarındaki farklılıkla açıklanabilir gibi gözüküyor. Euro-dolar savaşı, büyük bir ihtimalle tek bir para biriminin hakim olacağı geleceğin globalleşmiş bilişim çağında, kimin borusunun öteceğini belirleyecek cephelerden biri olacak.
Paritedeki bu hareketlilik, bize genel bir düşüş olarak yansıdı. Zira bankalardaki mevduatının yarısından çoğunu, yastık altındakinin ise tamamına yakınını döviz, bu dövizin de %70’ini dolar olarak saklayan bir milletiz biz. Tabii olarak, doların uluslararası dalgalanmalarına karşı tepkimiz, dış ilişkilerdeki en büyük ortağımız AB olmasına rağmen, Euro’nunkinden çok daha aşırı oluyor.
Bu psikolojik faktörün yanı sıra, dövizdeki gerilemeyi açıklayacak birkaç faktör daha ön plana çıkıyor. Öncelikle, ekonomideki kayıtlı döviz rezervleri, 2001 kriz yılındaki daralmanın ardından geçtiğimiz yıl giderek artan bir hızla yükselişe geçti, yıl başı itibariyle de rekor kırarak 40 milyar dolar seviyelerine merdiven dayadı. Ekonomideki bu döviz arzının temel sebebini, 2002’de ithalatın düşük seviyesine karşılık ihracatın yükselişi ve İMF kaynaklı döviz girişinde aramak gerekiyor. Yurtdışına kısa vadede döviz yükümlülüğünün azalması ile birlikte piyasanın arz tarafında bir artış yaşanırken, talep tarafında ise bir gerileme söz konusu oldu. Diğer yandan başta vergi barışı vesilesiyle, dönemsel olarak resmi ödemeler için gereken TL talebi ile iki yıldır büyük ölçüde ertelenmiş olan tüketim ihtiyacının pazara yönelmesi, dövizden çözülmeyi beraberinde getirdi. Üstelik, enflasyonun hız yitirmesi, hatta Mayıs’ta eksiye geçmesiyle birlikte Türk Lirası tutmanın maliyeti azaldı, yıl sonuna kadar faizlerde sürekli bir düşüş olacağı yönündeki beklentilerle birlikte özellikle 6 ay ve daha kısa vadeli TL yatırım araçlarına olan talep arttı.
 
Bozdurulan Dövizin Güzergahı
Rakamlar, sıcak para gibi gerekçelerle yurtdışından bir döviz girişi olmadığını, bu sebeple bir arz şoku ile karşı karşıya olmadığımızı göstermektedir. Ülke sınırları içindeki yerleşikler tuttukları dövizi bozdurmaktadır. Bu görülmekle birlikte, dövizden TL’ye geçişin nasıl olduğu çok da net gözükmemektedir. Zira bankalardaki döviz mevduat hesaplarına baktığımızda yılbaşında 32,7 milyar dolar seviyesinde olan dolar bazlı tevdiat hesaplarındaki çözülmenin daha ziyade Mart ayında yaşanmış olduğu anlaşılmaktadır. Son verilere göre, dolar bazlı tevdiat hesaplarında yılbaşından bu yana yaşanan çözülme %7 civarındadır. Öte yandan Euro bazlı tevdiat hesaplarında bilakis %2 civarında bir artış yaşanmıştır. Bu hesaplardaki azalmanın toplam boyutu, dolar hesaplarda 2,3 milyara ulaşırken, toplamda mütevazı bir 230 milyon dolardır. Bu çapta bir azalma dengesizliğe sebep olamayacak ölçüdedir. Öte yandan dolar bazlı tahvil ve bono gibi dövize endeksli yatırıma araçlarına yönelik talep, yılbaşından bu yana daralmakta, bankaların bu tipten ellerinde tuttukları menkul değerlerin hem değeri, hem de toplam içindeki payı azalmaktadır.
Buna karşılık, özellikle 6 aylık Türk Lirası mevduat hesapları ile bankaların tahvil portföylerinde önemli artışlar yaşanmıştır. Ancak döviz yatırım araçlarından kopuşun buraya yöneldiği hükmüne varmadan önce, sözgelimi bono portföyündeki %50’ye yakın azalmayı da hesaba katmak gerekmektedir. Gerek, İMKB ikinci el bono ve tahvil piyasasında gerekse hisse senetlerindeki hareketlilik, dövizdeki düşüşten sonra kısmen hareketlenmişse de, bunlar da bozdurulan dövizin nereye gittiğini tam olarak açıklayacak kadar ciddi büyüklüklere ulaşamamıştır.
Özetle Türk insanı kısmen bankacılık sistemindeki, ancak ağırlıklı olarak yastık altındaki dövizini bozdurmuş, bunun bir kısmı ile Türk Lirası mevduat ve menkul kıymet yatırımına geçmiş, önemli bir kısmı ile resmi ödemelerini yapmıştır. Ancak bozdurulan dövizin hâlâ önemli bir kısmının likit olarak Türk Lirası’nda duruyor olduğunu tahmin edebiliriz.
 
İthalat Patlayacak, İhracat Düşecek mi?
Şüphesiz ki, kurlardaki hareketin yurtdışı ile ticaretimizde sebep olduğu fiyat etkisi, hem ithalat, hem de ihracat rakamlarını etkilemektedir. Bu durum genel bir kabul olarak addedilse de, gerek dış ticaretin yapısı, gerekse dış ticarete hakim olan sipariş sistemi, kur hareketlerinin dış ticarete etkisini geciktirmekle kalmayıp, kısmen tesirsiz de kılabilmektedir. Ekteki grafik, reel döviz kurundaki hareketlerle, endekslenmiş ithalat ve ihracat dalgalanmalarını gösteriyor. Hemen fark edileceği gibi, ithalat da, ihracat da yıl içinde, baharda yükselen, yılsonuna doğru azalan mevsimsel bir çevrim içinde seyretmektedir. Yine bu grafikten hemen fark edilebilecek olan bir husus, ithalatın reel kur seviyesine ihracattan çok daha hızlı ve çok daha fazla tepki verdiğidir.
Ancak bu grafik, reel kur ile dış ticaret arasındaki ilişki hakkında çok da net bir tablo ortaya koymuyor. Dış ticaretin muhtelif kalemleri ile reel kurun seviyeleri ve değişimleri kullanılarak yapılan istatistikî testler de özellikle ihracat ile kur arasındaki ilişkinin yeterince anlamlı olmadığını göstermektedir. Reel kurdaki dalgalanmalar ithalat miktarlarını kısmen etkilemekte, ithal ve ihraç mallarının fiyatlarındaki oynamaların da ancak bir kısmını açıklayabilmektedir. Bu durum, dış ticaret fiyatlarının oluşumunda reel kur seviyesinin belli ölçüde etkili olduğunu, bununla birlikte fiyat oluşumundaki amillerden yalnızca biri olduğunu göstermektedir. Öte yandan, ihracat miktar endeksi ile ne reel kurun seviyesi, ne de reel kurdaki dalgalanmalar fazla anlamlı bir ilişki içindedir.
İstatistikî veriler, ithalata dayalı ihracat yapımız hakkında da ilginç sonuçlar ortaya koymaktadır. Buna göre, ihracat miktar endeksi, özellikle ara mal ithalat miktarları ve fiyatlarına oldukça hassas bir tepki vermektedir. Bu durum, dönemsel olarak ithalatımızın artışıyla ihracatta da bir artışın yaşanmasına sebep olmaktadır.
Yapısal olarak, dış ticaret hacmi genellikle artan bir seyir izleyen Türkiye, ihracatının yarısını, ithalatının ise %40’ını AB ile yapmaktadır. Özellikle Dolar – Euro paritesinin 1’in altında seyrettiği yıllarda Türk ihracatçısı, başta ABD olmak üzere yeni pazarlara girmeyi denemiş ve bunda da büyük ölçüde başarılı olmuştur. İhracatının yarısından fazlası nihai tüketim malları, %40’ı da ara mallardan oluşmaktadır. Son yıllarda sermaye malı ihracatı, hayli dalgalı bir seyir izlemiş olsa da, ihracat içindeki payını giderek arttırmaktadır. Buna karşın, ithalat içinde nihai tüketim mallarının payı %9 ile %12 arasında dalgalanmakta, ithalatımızın %70’i ara mallardan oluşmaktadır.
Özetle, Türkiye’nin dış ticareti hâlâ genişleme ve yapılaşma dönemindedir. Ağırlıklı olarak ara mal ithal eden, bunu işleyerek nihai tüketim malı olarak ihraç eden veya içeride satan bir yapı içerisinde reel kurdaki değişimler, ihracatımızı ancak dolaylı bir şekilde ithalat üzerinden etkilemektedir. Son aylardaki dövizdeki düşüş, Euro’dan ziyade Dolar’da yaşandığı için özellikle Avrupa pazarına ihracat yapanları fazlaca etkilemeyecektir. Buna karşın, yeni kazanılmış bir pazar olan ABD’ye ihracatımızda belli bir düşüş yaşanacaktır. Öte yandan, iki yıldır tüketim talebini erteleyen bir ekonomide, şüphesiz ki, başta tüketim malları ithalatı bu sene artacaktır.
 
Merkez Bankası Uyuyor mu?
Hızlı düşüşün ardından Nisan sonunda döviz alım ihalelerine yeniden başlayacağını ilan eden Merkez Bankası, 6 Mayıs’ta günde 20 milyon dolarlık alım ihalelerine başlamış, bu hareketinin gerekçesini de İMF’ye verilen niyet mektubundaki bir maddeye bağlamıştı. Buna göre, Merkez Bankası gerek gördüğü durumlarda rezerv pozisyonunu kuvvetlendirmek için piyasadan döviz alacaktı. İlk günlerde Merkez Bankası’nın ihalelerine oldukça yüksek talep gelmiş, buna karşın ihaleler döviz kurlarını yukarı çekememişti. Zaten Merkez Bankası da bu ihalelerinin amacının kurlara müdahale olmadığını her vesile ile ifade etmekteydi. Yine de Banka, piyasalara üç kez doğrudan müdahale etmek zorunda kalmış, böylece, 40 günde 1 milyar doların üzerinde bir dövizi piyasadan çekmiştir.
Gelinen son noktada, Banka’nın ihalelerine talep, giderek azalan bir dalgalanmayla birlikte düşmüş gözükmektedir. Öyle anlaşılıyor ki, Merkez Bankası piyasaların dövizin düşüşü hususundaki tepkisini kırmış, tabir caizse, piyasaları bu yeni döviz seviyesine alıştırmıştır. Bu bir yerde anlamlı bir politikadır; zira içine girdiğimiz yaz aylarında mevsimsel olarak yaşanan döviz bolluğu sebebiyle zaten yükselme ümidi olmayan bir kur seviyesini, ancak yüksek maliyetlerle ve o da kısa bir süre için yükseltebilirdi. Üstelik bir taraftan da, mevcut stand-by çerçevesinde piyasalardaki TL likiditesini geri çekmek zorunda olduğu için Merkez Bankası’nın döviz alım imkanları zaten hayli kısıtlanmıştır.
Burada Merkez Bankası’nı iki noktada eleştirmek mümkündür. Bunlardan ilki, Banka’nın hareketlerinin önceden tahmin edilememesidir. Bağımsızlık ciddi bir sorumluluktur ve bünyesinde şeffaflık ilkesini barındırmak zorundadır. Maalesef şeffaflık bizde, yılbaşında bir para programı hazırlayıp kamuoyuna sunmak ve haftalık verileri yayınlamaktan ibaretmiş gibi algılanıyor. Oysa madem serbest kur rejimine geçildi, Merkez Bankası daha ilk başta, bu rejim çerçevesinde dalgalanmalara ne aşamada ve ne ölçüde müdahale edeceğini gerekçeleriyle açıklamış ve kamuoyunun onayını almış olmalıydı. Sadece böyle bir yaklaşım bile, hiç müdahaleye gerek kalmadan dolardaki düşüşü frenleyebilirdi. Ancak maalesef, Türk bürokrasisinde şeffaflık gibi bir anlayış oturmadığı gibi, kamuoyu ile ilişki kurmak gibi bir kavram da oluşmuş değil.
Banka’ya yönelik ikinci eleştiri noktası ise, faizlerin düşüşünü yavaşlatmak isteyen tavrıdır. Enflasyondaki gerilemenin, dövizdeki düşüşün, piyasalardaki beklenti ve faizlerin düşüşünün ardından beklenen, Merkez Bankası’nın da kendi faiz hadlerini geri çekmesi iken; maalesef bu son adım, hep ciddi bir gerginlikten sonra ve gecikmeli olarak gerçekleşmiştir. Banka, talebi canlandırma ihtimali olan her türlü gelişmeyi tehlikeli sayıyor.
Bugün Merkez Bankası, kendi müdahalesinin etkisinden korkar hale gelmiştir. Merkez Bankacılığında aşırı tepki vermek kadar, aşırı tedbircilik de tehlikelidir. Sütten ağzı yanmış Merkez Bankası, yoğurdu üfleyerek yiyemez; fobileri yüzünden sorumluluktan kaçamaz.

Paylaş Tavsiye Et
Türkiye Ekonomi
DİĞER YAZILAR