Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (July 2004) > Türkiye Siyaset > Yapay lider Kemal Derviş
Türkiye Siyaset
Yapay lider Kemal Derviş
Fahrettin Altun
TÜRK modernleşmesi, başından beri “kurtarma” ve “kurtarılma” metaforları üzerinden bir toplum ve devlet tasavvuru ortaya koymuştur. Modern Türk siyasetinin temel özelliklerini kazandığı ve Cumhuriyet’in henüz kurulmadığı yıllarda bu iki kavramın ele alınış biçimleri bize günümüzde de geçerliliğini koruyan iki ana siyasi damar hakkında bilgi verir. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin benimsediği yaklaşım ile Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın savunduğu anlayış arasındaki fark esasında bu iki kavramı yorumlayıştan kaynaklanmaktadır. Bir başka deyişle merkezci ve adem-i merkeziyetçi görüşlerin ayrım noktası bu kavramlara bakış açısıyla ilgilidir.
Batılılaşma tercihinin sistemli bir devlet politikasına dönüşmesinin ardından devlet bürokrasisinin ve aydın sınıfının ayrıcalıklı gündem maddesi halini alan “kurtarma”, “kurtulma”, “kurtarılma” söylemleri ve “kurtarıcı” özne yaklaşımı rasyonel tercihler olmanın dışında, mitsel bir karakter de arz eder. Bunun örneklerine yakın dönem Türk siyasi tarihinde sıkça rastlamakla birlikte, söz konusu olgunun Türkiye’ye özgü bir durum olduğunu söylemek de doğru olmaz. Nitekim özellikle 1950’lerden sonra “gelişmekte olan toplumlar”da “kurtarıcı” figürü oldukça merkezî bir siyasi kavram halini almıştır.
Yakın dönem Türk siyasi tarihinde rastlayabileceğimiz “kurtarıcı figür”ler karşımıza zaman zaman bir “karizmatik lider”, zaman zaman bir “teknokrat” ve zaman zaman da kitleleri arkasından götürebileceği telkin edilen ancak yaşadığı toplumla arasında bir köprü kurmayı başaramayan bir “yapay lider” tipi olarak çıkar.
 
Kurtarıcı Öyküleri
Türkiye’de 1950’lerden sonra aşinası olduğumuz birçok “kurtarıcı” öyküsü var. Kuşkusuz bunlar içerisinde en günceli Kemal Derviş’in öyküsü. Ancak Derviş’in öyküsüne geçmeden önce onun öyküsüne benzeyen birkaç öyküyü hatırlatmakta, bu öyküler arasındaki benzerliklerin altını çizmekte yarar var.
Kendisini daha ziyade Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nin kurucusu sıfatıyla tanıdığımız Kemal Kurdaş, 26 Aralık 1960 tarihinde Uluslararası Para Fonu’nda görevliyken ihtilal yönetimince Türkiye’ye çağrılmış ve ekonomiyi düze çıkarması maksadıyla maliye bakanı olarak atanmıştı. Kurdaş, Kurucu Meclis’te de görev almış, ancak kendisinden beklenen “performans”ı gösterememişti.
1971 muhtırasının hemen ardından Nihat Erim tarafından kurulan teknokratlar hükümetinde başbakan yardımcısı olarak görev almak ve Türkiye’nin ihtiyacı olduğu düşünülen ekonomik reformları yerine getirmek amacıyla, o sıralarda Dünya Bankası’nda çalışan Atilla Karaosmanoğlu Türkiye’ye çağrılır. TBMM dışından başbakan yardımcısı olarak atanan Karaosmanoğlu, ülke ekonomisinden tam sorumlu yetkili olarak verdiği bir yıllık uğraşın neticesinde istifa edip Dünya Bankası’ndaki görevine geri döner.
12 Eylül 1980 tarihli askerî darbenin ardından, 24 Ocak 1980’de kabul edilen ve askerî idare tarafından benimsenen ekonomik istikrar programını uygulamak üzere yine üç yıllık bir Dünya Bankası tecrübesi olan bir isim akla gelir. Turgut Özal, 12 Eylül’ün ardından kurulan hükümette “ekonomiden sorumlu devlet bakanı ve başbakan yardımcısı” olarak atanacak ve sahip olduğu geniş yetkilerle ekonomiyi düze çıkarması beklenecektir. Ancak Özal bir sene sonra istifa eder. Her ne kadar Özal’ın, 1983 yılında yeni bir parti kurarak Türk siyasi hayatına dahil olması ve gözle görünür siyasi bir başarı elde etmesi onun kategorik olarak yukarıdaki isimlerle benzer bir misyonu üstlendiğini savunmayı zorlaştırsa da, Özal, bir dönem aynı “kurtarıcı”lar listesinde yer almıştır. Turgut Özal, diğer iki isimden farklı olarak Türkiye siyasi hayatında “toplumsal teveccüh” görmüş ve siyaseten kendisini üretmeyi başarabilmiştir.
 
Kemal Derviş ve Yapay Liderlik
Kemal Derviş, geçtiğimiz günlerde Cumhuriyet Halk Partisi genel başkan yardımcılığı görevinden istifa etti. Onun genel başkan yardımcılığından istifa etmesi, kendisine “umut bağlanmış” bir “kurtarıcı”dan beklenmeyecek bir şeydi. Türkiye’yi içerisine düştüğü ekonomik kriz ortamından çekip alacak, Batı ülkeleri nezdinde ona itibarını geri kazandıracak, ülkeyi Avrupa Birliği’ne sorunsuz bir biçimde taşıyacak, velhasıl Türkiye’nin ekonomik ve toplumsal sorunlarını çözüme bağlayabilecek bir “kurtarıcı”ydı Derviş; tıpkı kendisinden öncekiler gibi.
Dünya Bankası’nda başkan yardımcısı olarak görev yapan Derviş, dönemin başbakanı Bülent Ecevit tarafından Türkiye’ye çağrılmıştı. Ecevit, 1973-76 yılları arasında ekonomi ve uluslararası ilişkiler alanında danışmanlığını yapan Derviş’in Türkiye’ye geliş haberini “Amerika’dan çok değerli bir arkadaşımız geliyor” diyerek duyurmuştu. Önceleri Derviş’in Merkez Bankası başkanı olacağı konuşuluyorken, birdenbire ekonomiden tam sorumlu devlet bakanı olması gündeme geldi ve bir çırpıda Derviş, tarihsel muadilleri gibi ülke ekonomisini arkasında “tam destek”le teslim aldı.
Derviş “hızla” ekonomiyi düzeltmeye koyuldu; İMF ile “çok iyi diyaloglar” kurdu. Medya, sermaye, askerî ve sivil bürokrasi Derviş’in ekonomi politikalarının arkasında olacağını açıkladı. Kısa bir süre sonra aktif siyasete atılmaya sıcak baktığı sinyalini veren Derviş, sosyal-liberal bir ekonomi politikasını ve Kurdaş gibi “üçüncü yol” doktrinini benimsiyordu. Ancak onun savunduğu doktrin daha ziyade Anthony Giddens tarafından formüle edilen bir “üçüncü yol”du. Kendisini solda tanımladığını söylerken, kendisine siyasi bir parti aramaya koyuldu. Önce DSP’den istifa eden İsmail Cem ve Hüsamettin Özkan’la birlikte göründü; ancak bir yandan da CHP ile görüştü. Nihayet 3 Kasım 2002 tarihinde yapılacak “erken seçim”de CHP’den milletvekili adayı oldu. Seçim öncesi senaryolarda Derviş’in gittiği partiyi âbâd edeceği söyleniyordu; ancak beklenen olmadı. Derviş, belki de Özal’ın yakaladığı başarıyı yakalamak istiyor; Kurdaş ve Karaosmanoğlu’nun düştüğü yanlışa düşmek istemiyordu. Ne var ki, siyaset sahnesinde kendisini toplum standartlarında yeniden üretebilecek bir söylem değil; yapay bir lider örneği ortaya koydu. Bu yönüyle solda ya da sağda, liberal ya da solcu, üçüncü ya da birinci yolcu olmanın pek önemli olmadığını göstermiş oldu. Artık o, Cem Boyner, Mehmet Ali Bayar, Mehmet Yazar gibi yapay liderler silsilesinin bir öznesi olarak Türk siyasi tarihine adını yazdırmış görünüyor.
Yapay liderlik, siyasal mühendisliğin en önemli araçlarından birisi halini almış; ana akım Türk medyasının kullanımı, burada bir abartı ve çarpıtma mekanizması olarak hizmet etmek olmuştur. Oktay Ekşi bir ara, “Türkiye’de medya artık dördüncü kuvvet olmaktan çıkmış; birinci kuvvet olmaya doğru emin adımlarla ilerliyor” demişti. Ekşi’nin sözlerini, Türkiye’de medyanın toplumsal ve siyasi karşılıklarına ilişkin bir tespit olarak değil, medyanın siyaset oyununda daha merkezî bir unsur halini alması yönündeki bir temenni olarak değerlendirmek gerekir. Bu durum, medyanın son on yıldır desteklediği lider tiplerinin toplumsal teveccüh kazanmayıp hızla gündemden düştükleri; buna karşılık medyanın haklarında karşı kampanya yürüttüğü isimlerin başarı kazandıkları hatırlandığında görülebilecektir.

Paylaş Tavsiye Et