Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (January 2006) > Dosya > AÇIK OTURUM: “İyiler her zaman kazanır”
Dosya
AÇIK OTURUM: “İyiler her zaman kazanır”
Çocuğa dair bir dosya hazırlarken çocuğu, çocuktan dinlememek olmazdı. Her biri farklı bir dünya olan çocuklarla onların riyasız, rüya gibi dünyalarını ve de rüyalarını konuşmaya çalıştık. Tatillerinden çaldığımız bir cumartesi günü, Anlayış’a misafir olan bu büyümüş de küçülmüş insanlar Ali Pulcu’nun sorularına dolaysız, hesapsız ve naif cevaplar verdiler. Daha doğrusu, neredeyse hiç politika yapmadan, bildiklerini cevapladılar; bilmedikleri sorularda sustular.
 
Ali Pulcu: Ön­ce Tuğ­çe Ab­la’dan baş­la­ya­lım. En son gör­dü­ğün rü­ya­yı ha­tır­lı­yor mu­sun? Be­ğen­di­ğin bir rü­ya­yı an­la­tır mı­sın?
Tuğ­çe Nur: Ha­tır­lı­yo­rum, ama be­ğen­di­ğim hiç yok.
AP: Pe­ki Ah­met, sen şöy­le bir “Örüm­cek Adam ol­sam” di­yor mu­sun?
Ah­met: Yok, be­nim idea­lim elek­trik-elek­tro­nik mü­hen­di­si ol­mak. O iş­ler­den an­lı­yo­rum. Bir se­ne elek­trik işin­de ça­lış­tım. Ufak­ken de elek­trik­ten hoş­la­nı­yor­dum, ara­ba­la­rı kı­rı­yor­dum ve ya­pı­yor­dum.
AP: En çok ne­den hoş­lan­dın ça­lı­şır­ken?
Ah­met: En çok yan kes­kiy­le kab­lo­yu, ha­ni var ya bağ­lı­yor­lar böy­le. Anah­ta­ra bas­tı­ğın­da, am­pul ya­nı­yor. Son­ra us­tam dük­ka­nı ka­pat­tı. On­dan son­ra de­ri­ci­de ça­lış­tım.
AP: Ora­da ne ho­şu­na git­ti?
Ah­met: As­tar tı­raş­la­ma. Bir haf­ta git­tim, he­men kav­ra­dım. Son­ra bir de am­cam ya­pı­yor­du ke­na­rı, ba­na ve­ri­yor­du. So­lüs­yon da ya­pı­yor­dum. Ve­ri­yor­dum, ke­nar ya­pı­yor­lar­dı. De­ri mont ya­pı­yor­lar­dı. De­ri­yi gö­tü­rü­yor­dum si­pa­riş ve­ren yer­le­re; am­cam ak­şam alı­yor­du pa­ra­yı.
AP: Sen de pa­ra alı­yor muy­dun?
Ah­met: Alı­yor­dum. İlk gün git­ti­ğim­de 4 mil­yon, son­ra 5 mil­yon, on­dan son­ra da 10 mil­yon ver­di. On­dan son­ra öğ­ret­men ödev ver­di, “50 ta­ne hi­kâ­ye oku­yun” de­di. Am­ca­mı ara­dım, “ben bir haf­ta ge­le­me­ye­ce­ğim” de­dim, “ta­mam” de­di. Son­ra hi­kâ­ye oku­dum. “Üç Na­si­hat”, en çok onu be­ğen­dim. Ömer Sey­fet­tin’in… (Ah­met, ay­rın­tı­lı bir şe­kil­de hi­kâ­ye­yi an­la­tı­yor.)
AP: Pe­ki, az ön­ce “Kır­mı­zı Pa­buç­la­rı oku­dum” de­miş­tin Tuğ­çe Nur. Bi­raz an­la­tır mı­sın? (Tuğ­çe Nur, Kır­mı­zı Pa­buç­lar’ı so­nu­na ka­dar an­la­tı­yor.)
AP: Şim­di bu­ra­dan ne çı­ka­ra­ca­ğız?
Tuğ­çe: O ka­dın zen­gin ol­du­ğu için il­la­ki mut­lu ol­ma­ya­cak ki! Al­lah’ın ya­rat­tı­ğı ni­met­le­re gö­re mut­lu ol­ma­mız la­zım.
Ah­met: Önem­li olan zen­gin­lik de­ğil, gö­nül zen­gin ol­sun.
AP: Zey­nep Ab­la hoş gel­din, kaç ya­şın­da­sın?
Zey­nep: Al­tı bu­çuk.
AP: Oku­la gi­di­yor mu­sun?
Zey­nep: Hı hı. İki­ye…
AP: Pe­ki ilk so­ru­yu sa­na da so­ra­yım. Gör­dü­ğün­de “çok mut­lu ol­dum” de­di­ğin rü­ya var mı?
Zey­nep: Var ama söy­le­ye­mem.
AP: Ne­den?
Zey­nep: Çün­kü şey, ben bü­yü­yün­ce şa­ir ola­ca­ğım. Şi­rin Am­ca (Mus­ta­fa Ru­hi Şi­rin’i kas­te­di­yor) ba­na bir ta­ne def­ter ver­miş­ti. Bü­tün gör­dük­le­ri­mi ona yaz­dı­ğım için hiç kim­se­ye söy­le­mi­yo­rum; ba­ba­ma bi­le… Onun için.
AP: Şi­ir­le­ri­ni Şi­rin Am­ca için yaz; ama gör­dük­le­ri­ni söy­le bi­ze.
Zey­nep: Ama çok il­ginç. Şim­di bir ke­re ben bir ya­rış­ma­ya ka­tı­lı­yor­dum; re­sim ya­rış­ma­sı­na. Ya­rış­ma­da ben böy­le en gü­zel 62’den tav­şan ya­pı­yor­dum; son­ra o can­la­nı­yor­du. Son­ra hep oy­nu­yor­duk.
AP: Ah­met, ba­ba ol­say­dın ne ya­par­dın? Ço­cuk­la­rı­na “oku­la git” mi der­din, “ça­lış mı” der­din, “oy­na mı” der­din; ne ya­par­dın?
Ah­met: İlk ön­ce di­sip­lin­li ya­par­dım.
AP: Na­sıl ya­par­dın?
Ah­met: İlk ön­ce eği­tir­dim on­la­rı. 4-5 ya­şı­na gel­dik­le­rin­de ana oku­lu­na gön­de­rir­dim. Bun­la­rın 5 ya­şın­da ha­fı­za­sı bil­gi­sa­yar gi­bi olu­yor. Za­ten yaz­ma­yı öğ­re­tir­dim. İyi laf­lar, lan man ol­ma­dan öğ­re­tir­dim ve bü­yü­yün­ce iyi mes­lek sa­hi­bi olur­lar­dı. Ve ha­yat­la­rı­nı kur­ta­rır­lar­dı. Ba­na da yar­dım­cı olur­lar­dı.
AP: Tuğ­çe sen de an­ne ol­dun di­ye­lim. Ne ya­par­dın?
Tuğ­çe Nur: On­la­ra ön­ce iyi bir ter­bi­ye ve­rir­dim. Son­ra bü­yü­dük­le­rin­de oku­la yaz­dı­rır­dım. Ben de iyi bir mes­lek sa­hi­bi ol­ma­la­rı­na yar­dım eder­dim.
AP: Pe­ki sen an­ne ol­say­dın, çok kı­zar mıy­dın me­se­la?
Ren­gin: Yo, gü­zel­lik­le der­dim; kö­tü ola­rak de­mez­dim. Çün­kü on­lar da­ha ço­cuk. Ben ona kız­mam an­ne ol­say­dım. Hiç kim­se­ye za­rar ver­me­me­si­ni, tra­fik ku­ral­la­rı­na uy­ma­sı­nı…
AP: An­nen sa­na “kı­zım tra­fik ku­ral­la­rı­na uy” di­yor mu?
Ren­gin: Evet. (Ağa­be­yi Ah­met gü­lü­yor.) Bun­da gü­le­cek ne var?
Ah­met: Da­ha ya­şın ufak, ara­ba sür­me­yi bi­li­yor mu­sun? Yo…
Ren­gin: Bi­li­yo­rum.
AP: Zey­nep Ab­la, sen an­ne ol­san…
Zey­nep: Ben dü­şü­ne­mem ki da­ha. Öy­le bir şey gel­mez ak­lı­ma.
AP: En çok sey­ret­ti­ğin di­zi ne Tuğ­çe?
Tuğ­çe Nur: Ben te­le­viz­yon sey­ret­mi­yo­rum. An­nem kal­dır­dı ya­za ka­dar.
AP: Ah­met sen, sey­ret­me­ye fır­sat bu­lu­yor mu­sun?
Ah­met: Bu­lu­yo­rum. Es­ki­den Cü­neyt Ar­kın’ın film­le­ri­ni…
AP: Pe­ki Cü­neyt Ar­kın mı güç­lü, Örüm­cek Adam mı?
Ah­met: Onu bi­le­mem. Ba­na gö­re Cü­neyt Ar­kın; ama örüm­cek adam bir ağ at­sa Cü­neyt Ar­kın’ı…
AP: Mal­ko­çoğ­lu’nu dö­ver, di­yor­sun.
Ah­met: Evet.
AP: Pe­ki 100 ta­ne Bi­zans­lı­yı ye­ni­yor da, bir Örüm­cek Adam’ı ni­ye yen­me­sin?
Ah­met: Ama abar­tı­yor­lar ba­zen. Bir ora­ya tak­la atı­yor, 50 ki­şi­yi hak­lı­yor; bir o ta­ra­fa at­lı­yor, 5 ki­şi­yi dö­vü­yor.
AP: Örüm­cek Adam da bir ağ atı­yor, tre­ni dur­du­ru­yor.
Ah­met: Onu da abar­tı­yor­lar.
AP: Sen film çek­sey­din, na­sıl bir şey çe­ker­din?
Zey­nep: Şöy­le bir şey çe­ker­dim: İyi adam­la kö­tü adam. Bir ta­ne­si za­yıf ama akıl­lı, bil­gi­li. Güç­lü ola­nın hiç ak­lı yok.
AP: Pe­ki fil­mi na­sıl bi­ti­rir­din?
Zey­nep: İyi ada­mın dü­rüst­lü­ğü, ima­nı öğ­ret­me­siy­le.
Ah­met: İyi­ler her za­man ka­za­nır.
Ren­gin: Kö­tü olan ka­zan­maz.
AP: Biz ağa­bey­ler ola­rak bu­na amin di­ye­lim. Şu an kaç ya­şın­da ol­mak is­ter­di­niz söy­le­yin ba­ka­lım sı­ray­la.
Ah­met: 24.
AP: Ne­den?
Ah­met: 24 ya­şın­da ol­say­dım, bir iş­ye­ri­min ol­ma­sı­nı is­ter­dim. Elek­trik-elek­tro­nik.
AP: As­ker­lik ne ol­muş olur­du o za­man?
Ah­met: As­ker­den fi­rar eder­dim. 30 ya­şın­da gi­der­dim, as­ker­ler ya­ka­la­dı­ğın­da.
AP: Ne­den?
Ah­met: Öy­le­si­ne. Ama va­ta­nî gö­re­vi­miz­dir; be­ni as­ker­ler ya­ka­la­dı­ğın­da gi­de­ce­ğim. Öy­le da­ha zevk­li olu­yor.
AP: As­ker­li­ğin bit­ti, işi­ni kur­dun; son­ra ne ya­par­dın?
Ah­met: Bir gü­zel ev­le­nir­dim.
Tuğ­çe Nur: Ben ab­la­mın ya­şın­da ol­mak is­ter­dim, 16 ya­şın­da. İs­te­di­ği za­man ço­ğu şe­yi ya­pa­bi­li­yor.
Ah­met: Akıl yaş­ta de­ğil, baş­ta­dır.
Ren­gin: Ben de 26. Öğ­ret­men ol­mak is­ti­yo­rum çün­kü. Ora­da­ki ço­cuk­la­ra ter­bi­ye­yi, küf­ret­me­me­yi, ya­lan söy­le­me­me­yi öğ­ret­mek is­ter­dim. En bü­yük gü­nah, ya­lan söy­le­mek. Hiç kim­se­ye za­rar ver­me­me­yi, if­ti­ra at­ma­ma­yı, hiç kim­se­nin hak­kı­nı ye­me­me­yi…
AP: Ev­de an­ne­le­ri öğ­ret­miş­tir bel­ki…
Ren­gin: Ba­zı­la­rı öğ­ret­mi­yor. Bi­zim sı­nıf­ta ba­zı ço­cuk­lar var; her Al­lah’ın gü­nü ya­lan söy­lü­yor­lar.
AP: Öğ­ret­men on­la­ra öğ­ret­mi­yor mu ya­lan söy­le­me­me­yi?
Ren­gin: Bi­zim öğ­ret­men, ya­lan söy­le­di mi si­nir­le­ni­yor ve böy­le vu­ru­yor.
AP: Öğ­ret­men mi si­ze vu­ru­yor?
Ren­gin: Ya­ra­maz­lık ya­pan­la­ra… Bir de ken­di si­nir­li ol­du­ğu za­man da­ya­na­mı­yor ki; bi­zim öğ­ret­men de in­san. Bi­zim okul­da en iyi olan öğ­ret­men bi­zim öğ­ret­men.
Ah­met: Her­ke­se gö­re en iyi, ken­di öğ­ret­me­ni­dir.
AP: Vu­run­ca “öğ­ret­me­nim vur­ma­yın” de­mi­yor mu­su­nuz?
Ren­gin: Yo, bir şey de­mi­yo­ruz.
Ah­met: Öğ­ret­men hem dö­ver, hem se­ver.
AP: Öy­le mi; ne ka­dar döv­me­si la­zım?
Ah­met: Ye­ri gel­di­ği za­man. Me­se­la, uyar­dı­ğı şey­le­ri tek­rar­la­dı­ğı­mız­da.
Zey­nep: Ben de 30 ya­şın­da ol­mak is­ter­dim. Çün­kü ben bü­yü­yün­ce dok­tor ol­mak is­ti­yo­rum. Bel­ki in­san­lar böy­le kalp kri­zi ge­çi­rir; bel­ki fa­kir ai­le­ler olur, on­la­rın ba­ba­la­rı öl­mek üze­re­dir; eve ek­mek ge­ti­ren, pa­ra ka­zan­dı­ran… Ya­ni bi­zim ül­ke­mi­zin aya­ğa kalk­ma­sı için on­la­rın öl­me­me­le­ri la­zım, fa­kir­le­rin de zen­gin ol­ma­la­rı la­zım.
AP: O za­man bu­ra­dan baş­ka bir ko­nu­ya ge­le­lim; sı­ray­la söy­le­yin ba­ka­lım baş­ba­kan ol­say­dı­nız ne yap­mak is­ter­di­niz?
Zey­nep: Ço­cuk­lar için, na­sıl de­sem… On­lar için okul­lar ku­rar­dım.
Ah­met: İlk ön­ce ço­cuk­lar için, me­se­la ba­ba­la­rı ve­ya­hut da an­ne­le­ri oku­la bı­rak­mı­yor­sa, ik­na eder­dim. On­dan son­ra der­dim; “mas­raf­ların hep­si ben­den!” Son­ra köy­le­ri dü­zen­li ya­par­dım. Her­kes eşit olur­du. Da­ya­nış­ma için­de iş­ye­ri ya­par­dım, on­lar da iş­le­ri­ne ka­vu­şur­lar­dı; böy­le alın­la­rı­nın te­riy­le pa­ra ka­za­nır­lar­dı. Hır­sız­lık yap­mak­tan iyi­dir.
Tuğ­çe Nur: Ben ön­ce­lik­le, me­se­la oku­la gi­de­me­yen ço­cuk­lar var köy­ler­de, ga­ze­te­de oku­muş­tum. On­la­ra yar­dım eder­dim. Son­ra oku­ya­ma­yan, so­kak­lar­da ya­tan, ti­ner çe­ken, ti­ner­ci olan ço­cuk­la­ra yar­dım eder­dim; has­ta­ne­ye gö­tü­rür­düm.
AP: Pe­ki, mut­lu­lu­ğun res­mi­ni ya­pın de­sem, ne çi­zer­di­niz?
Zey­nep: Me­se­la bi­ri­si­ne yar­dım edi­yor­sun; iş­te ai­le ha­fı­za­sı­nı ye­ri­ne ge­tir­miş, böy­le bü­tün ai­le­ler ay­nı ha­fı­za­ya gel­mi­şiz, bir ta­ne ai­le çi­zer­dim.
AP: Mut­lu bir ai­le, mut­lu­lu­ğun res­mi, öy­le mi?
Zey­nep: Hem ev­le­rin­de... Böy­le hep­si ye­me­ğe otur­muş, çok mut­lu­lar. Çün­kü me­se­la es­ki­den fa­kir­ler­miş. Bi­ri­si on­la­ra yar­dım et­miş, ar­tık on­lar mut­lu ol­muş­lar.
Tuğ­çe Nur: Ben hiç dü­şün­me­dim, bil­mem ki... Me­se­la şey ola­bi­lir­di. Her­kes öl­müş cen­ne­te gir­miş; ora­da mut­lu ya­şı­yor­lar.
AP: Pe­ki dün­ya­da?
Tuğ­çe: Bel­ki bü­tün mut­suz olan­la­rın mut­lu ol­du­ğu bir gün çi­ze­bi­lir­dim.
AP: Bay­ram mı?
Tuğ­çe Nur: Ama bay­ram­da mut­lu ol­ma­yan­lar olu­yor. Bay­ram de­ğil de, bel­ki bir gün olur­du. Tüm mut­suz olan­lar mut­lu olur­du.
Ren­gin: Ben de mut­lu bir ai­le çi­zer­dim. Her­ke­sin ba­rış için­de ol­ma­sı­nı is­ter­dim. Bü­tün ai­le­le­rin el ele tu­tuş­ma­sı­nı is­ter­dim. Hiç kim­se­nin eşiy­le kav­ga et­me­si­ni is­te­mez­dim!
AP: Eşiy­le et­me­sin; abi­siy­le na­sıl ol­sun?
Ren­gin: Çok kö­tü de­ğil; as­lın­da biz es­ki­den ağa­be­yim­le kav­ga eder­dik, ama şim­di ar­tık et­mi­yo­ruz. Çün­kü ar­tık bü­yü­dük. Şöy­le bir re­sim çi­ze­rim: Me­se­la bir ta­raf­ta bir ço­cuk çok fa­kir­miş, zen­gin olu­yor; bir ta­raf­ta bir ço­cu­ğun ca­nı çok sı­kı­lı­yor, bir ta­raf­ta bir ço­cuk Pey­gam­be­ri­mi­zi rü­ya­sın­da gö­rü­yor.
AP: Ah­met sen söy­le ba­ka­lım. Ne çi­zer­din?
Ah­met: Ha­ni de­di ya, Pey­gam­ber Efen­di­miz S.A.V… Ben Hz. Ali’yi rü­yam­da gör­düm, et­ki­len­dim on­dan. (Ah­met rü­ya­sı­nı an­la­tı­yor.)
AP: Bi­raz da okul­dan ko­nu­şa­lım; me­se­la okul­da en sev­me­di­ği­niz şey ne?
Zey­nep: Ar­ka­daş­la­rı­mın ba­na ya­lan söy­le­me­si.
Tuğ­çe Nur: An­dı­mı­zı oku­mak; her gün ge­rek yok ben­ce. Ba­zen çok so­ğuk­ta ya­pı­yo­ruz, ba­zen de çok sı­cak­ta ya­pı­yo­ruz. Ezi­yet olu­yor.
Ren­gin: Şey, okul­da ders­siz dur­mak; hiç kim­se­nin böy­le bir­bi­ri­ne if­ti­ra at­ma­ma­sı…
Ah­met: Okul­la il­gi­li, ben her şe­yi se­vi­yo­rum.(Bu ara­da Zey­nep şi­ir oku­mak is­ti­yor.)
Zey­nep: “SA­KAR­YA TÜR­KÜ­SÜ” (N. F. Kı­sa­kü­rek’in 50 mıs­ra­lık şi­i­ri­nin ta­ma­mı­nıakı­cı ve ha­ta­sız bir şe­kil­de oku­yor.)
AP: Afe­rin, hepinize çok te­şek­kür ede­riz.

Paylaş Tavsiye Et