Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (January 2006) > Kitap
Kitap
Oynayacak Zaman Yok: Küresel Ekonomide Çalışan Çocuklar
Ahmet Kemerli
İstanbul: Araştırma ve Kültür Vakfı, 2005
Neil Postman, Batı’da, Ortaçağ adı verilen dönemde “çocukluk” diye özel bir toplumsal kategori olmadığını çok açık bir biçimde ortaya koyar. Marshall McLuhan’ın şakirdi olan Postman, telgrafla birlikte başlayan ve telefon, kamera, fonograf, sinema, radyo ve televizyonla devam eden süreçle birlikte, enformasyonun kontrol dışı hale gelmesine binaen çocukluğun yeniden ortadan kaybolduğunu öne sürer. Postman’ın tezi McLuhan’ın pek çok tezi gibi çekici ancak kifayetsizdir.
Ahmet Kemerli’nin kitabını tanıtıp Postman’dan bahsetmek de neyin nesi demeyin sakın. Kemerli, “küresel ekonomide çalışan çocuklar” üzerine, günümüz dünyasının bir başka kanayan yarasına parmak basan bir inceleme yapmaya çalışıyor. Bu süreci, arkasındaki felsefî boyutu göz önünde bulundurmaksızın anlayabilmemiz imkânsız. Postman’ın çabası uzun yıllar bu boyutu açığa çıkarmak oldu. Ne var ki Postman, güç ilişkilerini ve tarihteki ekonomik paylaşım kavgalarını sistematik bir gözle incelemeyi bir türlü başaramadı.
Kapitalizm tarihte eşi benzeri bulunmayan bir “çocuk” kurguladı ve bu kurgusunu en temelde yeni bir “yetişkin” kimliğinden hareketle ortaya koydu. Bu, yetişkin ve çocuk arasında gerilimli bir alanın yaratılması anlamına geliyordu. Çocuk, yetişkinin alanından kovuluyordu. Bu, oyun ve gerçek arasına katı bir sınır çekmek demekti ve kadim dinlerin dünyayı bir oyun olarak kurgulayan mantığına karşı üretilmiş bir şeydi esasında.
Kapitalizm, çocuğa toplumsal konumuna göre bir dünya hediye etti. Kimine kömür ocakları düştü, kimine makine dişlileri. Çocukların emeğine yaslanarak bugününe geldi kapitalizm. Varlığını, sömürdüğü çocuklardan aldığı destekle sürdürebildi. Kapitalizm, dedeleri ile hesabını gördüğü “şanslı çocuklara” ise yapay oyunların dünyasını verdi. Buna karşılık onlardan kendisine büyük bir pazar oluşturdu. Ahmet Kemerli bu pazarda olan biteni en ince detayına kadar veriyor. Okuyun, istifade edeceksiniz… / Fahrettin Altun

Tavsiye Et
Şeytana Satılan Ruh ya da Kötülüğün Egemenliği
Jean Baudrillard
Türkçesi: Oğuz Adanır
Ankara: Doğubatı, 2005
Jean Baudrillard, düşünceleri çok tartışılan ancak en az o kadar da metinlerinin anlaşılmazlığından şikâyet edilen bir isim. Batı’da son dönemde öne çıkan birkaç önemli isimden bir tanesi Baudrillard. Türkçeye birçok eseri çevrildi. Oğuz Adanır kâh onun eserlerini çevirmek suretiyle, kâh onun düşüncelerini şerh eden metinler yazarak Baudrillard’ı Türkiye’ye taşıdı ise de, buna karşılık veren pek olmadı. Acaba bunun nedeni çağdaş Türk düşüncesinin genel bir duyarsızlığa duçar olması mı? Ya da Baudrillard’ın tartışma gündeminin Türkiye’de sahici bir karşılığı yok mu? Eğer bu iki sorudan herhangi birisine olumlu cevap verecek olursak, o zaman bundan yaklaşık bir buçuk sene önce İstanbul’a gelen Baudrillard’a, söz konusu ziyareti esnasında Türk entelektüellerin gösterdikleri abartılı iltifatı anlamakta çok zorlanırız.
Çağımız, popüler entelektüellerin çağı. Eserleri öldükten sonra anlaşılan düşünürlerin çağı geride kaldı. Popüler entelektüelleri seviyoruz. Seviyoruz sevmesine de, onlar öldükten sonra fikirlerini de onlarla birlikte gömüyoruz. Hayatta iken onların takımlarına üye oluyor, başka takımın müntesipleri ile kavgalara soyunuyoruz. Söz konusu entelektüellerin fikirlerini ancak öne çıkan sloganlarını ezberleyecek nispette biliyor, dolayısıyla da bir literatür üretemiyoruz. Daha doğrusu onlar hakkında bir literatür oluşturmaya ihtiyacımız olup olmadığını dahi tartışmaya yeltenemiyoruz. Çoğu kez birbirinden türetilen, bu toplumun sorunları ile uzaktan yakından alakası olmayan sorular soruyor ve onların peşinden gidiyoruz. Kendi toplumu için doğru sorulmuş soruların mahiyetini anlamadan, kendimize uyarlama çabası ne kadar sıhhatli olabilir ki?
Kendi toplumu için doğru sorular soran bir isim Jean Baudrillard. Oğuz Adanır’ın titiz çevirisi ile karşımıza çıkan kitap, Baudrillard’ın en son çalışması. Bu kitabında Baudrillard, pek çok düşüncesini yeniden gözden geçiriyor. Baudrillard bunu ne çok yapıyor, değil mi? / Fahrettin Altun

Tavsiye Et
Küreselleşmenin Pençesi İslam’ın Peçesi
Nazife Şişman
İstanbul: Küre Yayınları, 2005
Global Konferanslarda Kadın Politikaları, Anlatılmamış Öyküler, Kamusal Alanda Başörtülüler ve‘Emanet’ten ‘Mülk’e: Kadın Bedeninin Yeniden İnşası başlıklı kitapları ile tanıdığımız Nazife Şişman’ın son çalışması Küreselleşme’nin Pençesi İslam’ın Peçesi başlığını taşıyor. Kitapta öne çıkan vurgu, “küresel dünyanın değişen niteliğini, sadece ekonomik ve siyasal hegemonya çerçevesinde değil; tüketim kültürü, kimlik politikaları ve cinsiyet dinamikleri çerçevesinde de anlamak ve tefrik etmek gerektiği” yönünde. Kitap üç ana bölüm çerçevesinde kurgulanmış: “‘Terbiyeli Toplum’da Müslüman Kalabilmek”, “‘Gerçek’ İle Hakikat Arasında” ve “Toplumsala Havale Edilen Hayat.” Yazar birinci bölümde, Müslüman kadın ve örtünün nasıl sorunsallaştırıldığını ortaya koymaya, ikinci bölümde İslamcı söylemde kadın ile ilgili görüşlerin ne tür bir dönüşüm yaşadığını göstermeye, üçüncü bölümde de çağdaş cinsiyet kültürü etrafındaki meseleleri ve bu kültür içersisinde Müslüman kalabilmenin imkânlarını tartışmaya çalışıyor. / Fahrettin Altun

Tavsiye Et
Hz. Muhammed’in Devlet Yönetiminde Liderlik Sırları
Ahmet Özel
İstanbul: Karakutu Yayınları, 2005
Hz. Muhammed (sav) hem bir peygamber, hem bir yöneticiydi. Başta siyaset ve ekonomi olmak üzere, toplum hayatına yön veren sayısız söz ve eylemi vardı. İslam Hukukunda Ülke Kavramı: Darü’l-Harb, Darü’l-İslam çalışmasıyla tanıdığımız İslam Hukukçusu Ahmet Özel, bu sefer son derece rahat okunan bir eserle çıkmış okuyucu karşısına. Yayıncının muhtemelen ticarî amaçla başlığını biraz güncel kitaplara benzetmeye çalıştığı bu eser, Peygamberimizin siyaset ve iş hayatına yönelik öğütlerini; savaş stratejilerini ve özel hayatımızın hassas konularına dair yön verici sözlerini son derece ilmî (fakat kolay anlaşılır) bir üslupla aktarıyor. Dünya ile ahiretin nasıl iç içe geçtiğini; daha doğrusu, siyasî ve ekonomik boyutlarıyla dünya hayatının ahiret bilinciyle nasıl yaşanabileceğini yeniden keşfetmek istiyorsanız, bu kitabı başucunuzdan ayırmamalısınız. / Fahrettin Altun

Tavsiye Et
Peyami
Hayatı Sanatı Felsefesi Dramı
Beşir Ayvazoğlu
İstanbul: Ötüken Yayınları, 1999
Beşir Ayvazoğlu yazdığı birçok biyografi ile ustalığını kabul ettirmiş bir isim. Peyami Hayatı Sanatı Felsefesi Dramı isimli eseri ise biyografi alanında verdiği güçlü örneklerden. Türk yazınının en yetkin şahsiyetlerinden olan Peyami Safa’yı objektif bir tutumla anlatıyor Ayvazoğlu. Titiz ve kapsamlı bir çalışmanın eseri olduğu her satırından belli olan Peyami, dilinin temizliği ve kolay okunurluğu ile beğeni topluyor.
Eserin ilk iki bölümünde, babasının Abdülhamit tarafından sürgüne gönderilmesinin ve vefatının Peyami Safa üstündeki etkisi anlatılıyor. “Savaş, Mütareke ve Zafer” bölümünde ilk gazetecilik ve edebiyat çalışmaları ile mütareke zamanı yaşadıkları, “Sancılı Geçiş” bölümünde ise Millî Mücadele ve Cumhuriyet’in kuruluşundaki Peyami Safa ve onun, savaşın meydana getirdiği insan çeşitlerine dair tahlilleri ve harf inkılâbına bakışı üstünde duruluyor. “İlk Büyük Kalem Kavgası”, ömrü polemiklerle geçen Safa’nın Ahmet Haşim’le polemiğine yer veren bölüm. O zamanın aydınının içine düştüğü buhranı çok iyi yansıtan 6. bölümde Peyami’nin bohem hayatı, arkadaşlıkları, Cingöz Recai ve Server Bedia Hanım’ın ölümü dile getiriliyor. 7. bölümde Safa’nın resme bakışı ve ressam arkadaşları incelenirken, 8. bölümde Peyami Safa ve arkadaşlarının eski nesil münevverler ile kavgası, Nazım Hikmet’le arkadaşlığının başlangıcı ve bitişi anlatılıyor. 9. bölümde Peyami-Nazım kavgası göz önüne seriliyor. 10. bölümde Kültür Haftası dergisi macerası anlatılırken, 11. bölümde Peyami Safa’nın alafranga-alaturka müzik ikilemine yer veriliyor. 12. bölümde Safa’nın Avrupa gezisi ve izlenimleri anlatılırken, 13. bölümde aşk, aile, kadınlar ve evlilik üzerine deneyim ve fikirlerinden bahsediliyor. 14. ve 15. bölümlerde Peyami’nin felsefî görüşleri ve Türk inkılâbına bakışı incelenirken, 16. bölümde onun II. Dünya Savaşı tecrübeleri ele alınıyor. “Soğuk Savaş Başlarken” bölümünde Safa’nın demokrasi muhalifliğine ve Necip Fazıl ile ilk kavgasına yer veriliyor. 18. bölümde Peyami Safa’nın parapsikolojiye olan ilgisi, eserleri de göz önüne alınarak anlatılırken, 19. bölümde Türk Düşüncesi dergisi macerası ele alınıyor. 20. bölümde Peyami Safa’nın Demokrat Parti ile alakası, Tercüman ve Milliyet’te çalışması, Necip Fazıl ile ikinci kavgası yer alıyor. 21. bölümde 27 Mayıs ile Peyami Safa’nın yaşadığı güçlükler, en son bölümde oğlu Merve’nin ve kendisinin vefatı anlatılıyor. Kitabın sonunda ayrıntılı bir Peyami Safa Kronolojisi ve eserlerinin nevine göre düzenlenmiş bir bibliyografya bulunuyor. Cömertçe kullanılan fotoğraf, çizim ve alıntılar ise okumayı görsel bir zevke dönüştürüyor. / Betül Özel Çiçek

Tavsiye Et
Hatıralarım
Yusuf Akçura
Yayına Hazırlayan: Erdoğan Mura
Ankara: Hece Yayınları, Eylül 2005
Türk düşüncesinin önemli isimlerinden Yusuf Akçura’nın (1876–1935) hatıraları Hece Yayınları tarafından bir araya getirilerek yayınlandı. Üç ana bölümden oluşan eseri, Erdoğan Mura, yazarın diline müdahale etmeden günümüz okuyucularının rahat anlamasına gayret ederek yayına hazırladı. Hatıralarım’ı oluşturan üç bölüm de aslında ayrı vakitlerde yayınlanmış üç ayrı eser. Birinci bölüm “Ta Kendim Yahut Defter-i A’mâlim” tahminen 1896 yılında yazılmış ve Muharrem Feyzi Togay’ın Yusuf Akçura’nın Hayatı isimli eserinde yer almış. Bu bölümde Yusuf Akçura, ailesinin tarihinden başlayarak, doğumundan Rüştiye yıllarına kadarki hayatını anlatıyor. Kazan’da yaşarken babasının vefatı sonucu annesi ile İstanbul’a gelen Akçura, çocukluğunun Kazan’ını, ailesi ile gezdiği şehirleri, Rüştiye hayatını, arkadaşlarını, ailevî olayları ve kişiliğine dair noktaları anlatıyor. İlk baskısı 1907’de Kazan’da, ikinci baskısı 1914’te İstanbul’da yapılan “Mevkûfiyet Hatıraları”nda ise Akçura, Kazan vilayet (milletvekili) seçimleri süresince hapis kalmasını mektuplar halinde anlatıyor. Kırk üç günlük hapis hayatını Mukaddime Yerine, yirmi iki adet mektup ve Hatime Yerine isimli yazıları ile dile getiren Yusuf Akçura’nın ideali ve inancının derinliği ifadelerinin yalın şiddetinden anlaşılıyor. “Akçura Oğlu Yusuf” adlı üçüncü bölüm ise Yusuf Akçura’nın Türk Yılı 1928 isimli, Türkçülük hareketinin kaynaklarını ve gelişimini inceleyen kapsamlı bir çalışmasından kendi Türkçülük serüvenini, Harbiye yıllarını anlattığı kısımları alınarak meydana getirilmiş. / Betül Özel Çiçek

Tavsiye Et