Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (August 2006) > Toplum > Mustafa Armağan: “Abdülhamid ülkeyi kıyamete hazırlıyordu!”
Toplum
Mustafa Armağan: “Abdülhamid ülkeyi kıyamete hazırlıyordu!”
Konuşan: Ayla Buz
 
“Be­ni ev­ham­lı sa­nı­yor­lar­dı… Ha­yır! Ben, sa­de­ce ga­fil de­ği­lim, o ka­dar!” Böy­le söy­lü­yor Sul­tan II. Ab­dül­ha­mid. Siz de Ab­dül­ha­mid’in Kurt­lar­la Dan­sı (Ufuk Ki­tap, 2006) isim­li ki­ta­bı­nız­da onu kas­te­de­rek “Sen sü­kût et­tin, sü­kût et­ti si­per” di­yor­su­nuz. Sa­hi­den gi­di­şi, sü­kûtu mu ol­du si­pe­ri­mi­zin?
Ka­bul ede­lim ki, son de­vir Os­man­lı pa­di­şah­la­rı içe­ri­sin­de “ya­nar-dö­ner ka­fa”ya sa­hip, ya­ni ata­ca­ğı adı­mın bir­kaç ham­le son­ra­sın­da ne­re­ye va­ra­ca­ğı­nı gö­re­rek ha­re­ket ede­bi­len en­der dev­let baş­kan­la­rın­dan bi­riy­di II. Ab­dül­ha­mid. İs­ra­il dev­le­ti­nin ku­rul­ma­sı­na ayak di­re­yi­şi, bu­nun en ti­pik ör­ne­ği­dir.
Ab­dül­ha­mid’in pla­nı, ül­ke­yi ka­çı­nıl­maz kı­ya­me­te ha­zır­la­mak­tı. Bi­li­yor­du ki, kı­ya­met na­sıl ol­sa ko­pa­cak, bu ge­niş top­rak­la­rı Os­man­lı’ya bı­rak­ma­ya­cak­lar­dı. Os­man­lı dev­let ve top­lu­mu na­sıl Dü­vel-i Mu­az­za­ma kar­şı­sın­da de­za­van­taj­lı ko­num­da ise, içe­ri­de de Müs­lü­man-Türk un­sur, gay­ri­müs­lim ve gay­ri Türk un­sur­lar kar­şı­sın­da ay­nı du­rum­day­dı. Bu çif­te de­za­van­taj­lı po­zis­yo­nu de­ğiş­tir­mek için 93 Har­bi’nden son­ra sı­nır­la­rı ve nü­fus ya­pı­sı al­tüst ol­muş bir dev­le­ti ye­ni­den fet­he gi­riş­ti. Bu fe­tih, Fa­tih ve ço­cuk­la­rı­nın­ki­nin ter­si­ne, bir iç fe­tih ola­cak­tı. Hem dı­şa­rı­ya kar­şı güç­lü gö­rün­mek, hem de içe­ri­de de­za­van­taj­lı du­rum­da­ki Müs­lü­man ke­si­mi eği­tip ye­tiş­ti­re­rek ko­pa­cak kı­ya­me­te ha­zır­la­mak­tı he­de­fi.
 
Meş­ru­ti­ye­te kar­şı çı­kı­şı da bu­nun­la mı ala­ka­lıy­dı?
I. Meş­ru­ti­yet Mec­li­si (1876), Os­man­lı un­sur­la­rı­nı bir­leş­tir­mek, Os­man­lı­lık bi­lin­ci­ni ge­liş­tir­mek ve ül­ke­nin par­ça­lan­ma­sı­nı ön­le­mek için ku­rul­du; ama tam ter­si ol­du. Mec­lis otu­rum­la­rı im­pa­ra­tor­lu­ğun pay­la­şıl­ma se­ans­la­rı­na dö­nüş­tü. Me­bus­lar mec­lis­te ken­di ül­ke­le­ri­ni ba­ğım­sız­laş­tır­mak sev­da­sı­na düş­tü­ler. Bu da ta­bi­atıy­la mec­li­sin ku­ru­luş ama­cı­na ay­kı­rıy­dı. De­mek ki bu ül­ke­de mec­lis­ten ön­ce hal­le­dil­me­si ge­re­ken me­se­le­ler var, di­ye dü­şün­dü Ab­dül­ha­mid.
 
Ne­ler­di bu me­se­le­ler?
Bir ke­re or­tak bir va­tan, mil­let, bay­rak mef­hu­mu mev­cut de­ğil­di Os­man­lı in­sa­nı­nın ka­fa­sın­da. Bun­la­rın sağ­lan­ma­sı ge­re­ki­yor­du çok-ka­vim­li te­ba­a ara­sın­da ki; mec­lis gü­nün bi­rin­de ye­ni­den açıl­dı­ğın­da bu ül­ke­nin ço­cuk­la­rı or­tak bir he­de­fe ki­lit­le­ne­bil­sin ve or­tak bir va­tan kav­ra­mı­nı, onun bö­lün­mez bü­tün­lü­ğü­nü sa­vu­na­bil­sin­ler. İkin­ci ek­sik­lik ula­şım ve ile­ti­şim, kı­sa­ca alt­ya­pı ala­nın­day­dı. Os­man­lı mil­yon­lar­ca ki­lo­met­re­ka­re­lik ge­niş bir ara­zi­ye sa­hip­ti; an­cak iç in­si­ca­mı, mer­kez­ler ara­sı ra­bı­ta­sı fi­zi­ken ku­ru­la­ma­mış­tı ve ne­re­dey­se mo­dern-ön­ce­si dö­ne­me mah­sus bir man­za­ra arz edi­yor­du. Mo­dern na­kil va­sı­ta­la­rı, ufak te­fek tren hat­la­rı ve bu­har­lı ge­mi­le­ri­ni say­maz­sak ne­re­dey­se yok­tu. Tel­graf hat­la­rı var­dı ama yay­gın de­ğil­di. Bir ucun­dan öbür ucu­na gi­di­le­mi­yor, uzak­ta­ki eya­let­ler­le ile­ti­şim ku­ru­la­mı­yor­sa na­sıl mo­dern bir ül­ke olu­na­bi­lir ki? Üçün­cü me­se­le ise eği­tim­di. Hem Os­man­lı­lar Av­ru­pa mil­let­le­ri kar­şı­sın­da mo­dern ol­ma­nın en önem­li kri­ter­le­rin­den bi­ri olan okur­ya­zar­lık ba­kı­mın­dan ge­ri­dey­di, hem de gay­ri­müs­lim te­ba­a Müs­lü­man te­baa­ya gö­re da­ha eği­tim­liy­di. Bel­ki dör­dün­cü bir ek­sik­lik ola­rak nü­fus prob­le­mi sa­yı­la­bi­lir. Os­man­lı halk­la­rı­nın nü­fu­su sa­vaş­lar, sal­gın has­ta­lık­lar, çev­re şart­la­rı­nın na­mü­sa­it olu­şu (ba­tak­lık­la­rın var­lı­ğı, hıf­zı­sıh­ha­nın ku­ru­la­ma­mış ol­ma­sı) gi­bi se­bep­ler­le ar­zu edil­di­ği ka­dar hız­lı art­mı­yor­du. Sul­tan II. Ab­dül­ha­mid bu dört esas me­se­le üze­rin­de yo­ğun­laş­tır­dı ça­ba­la­rı­nı.
Ör­ne­ğin, Ke­mal Kar­pat Ho­ca’nın son ki­ta­bı İs­lam’ın Si­ya­sal­laş­ma­sı’nda ıs­rar­la vur­gu­la­dı­ğı gi­bi, bu­gün kul­lan­dı­ğı­mız “bö­lün­mez va­tan” kav­ra­mı Sul­tan II. Ab­dül­ha­mid dö­ne­mi­nin ese­ri­dir. Ula­şım ala­nın­da Ana­do­lu, Bağ­dat ve Hi­caz de­mir­yol­la­rı­nın ha­ri­cin­de ka­ra yol­la­rı üze­rin­de du­rul­du, alt­ya­pı ek­sik­lik­le­ri ta­mam­lan­ma­ya ça­lı­şıl­dı, has­ta­ne­ler açıl­dı, sos­yal ku­rum­lar (bin­ler­ce­sin­den bir mi­sal; sa­ğır ve dil­siz­ler oku­lu) hiz­me­te so­kul­du. Eğin­li Sa­id Pa­şa’nın da pro­je­sin­de kat­kı­la­rı ol­du­ğu eği­tim ala­nın­da­ki adım­lar, bu­gün­kü eği­tim sis­te­mi­nin bo­za­rak de­vam et­tir­di­ği uzun va­de­li bir ge­le­cek ta­sa­rı­mı­nın mah­su­lü­dür. Ni­te­kim Cum­hu­ri­yet’i ku­ran kad­ro­la­rın he­men ta­ma­mı onun aç­tı­ğı okul­lar­da ye­tiş­miş­tir. Son ola­rak, ül­ke­yi 30 yıl (1897 Yu­nan Sa­va­şı ha­ri­cin­de) sa­va­şa sok­ma­ya­rak genç bir nes­lin, ba­ba­la­rıy­la bir­lik­te 20. yüz­yı­la gir­me­si­ni sağ­la­dı. Uzun za­man­dır ilk de­fa nü­fu­su­muz art­ma­ya baş­la­dı, genç nü­fu­sun top­lam nü­fus için­de­ki ora­nı ço­ğal­dı. Ne­sil­ler ara­sın­da­ki bağ ye­ni­den te­es­süs et­ti.
 
Bü­yük bir ih­ti­mal­le ge­mi­yi ala­bo­ra ede­cek, dev bir dal­ga yak­la­şı­yor. Sul­tan ise bat­ma­sı ne­re­dey­se ke­sin gi­bi gö­rü­len ge­mi için­de ona­rım­lar ya­pı­yor; onu gü­zel­leş­ti­ri­yor; mü­ret­te­ba­tı giy­di­ri­yor, do­na­tı­yor... Ya­ni bir yan­dan sa­vun­ma, di­ğer yan­dan ıs­la­hat. Pa­ra­doks var san­ki ken­di için­de.
Doğ­ru, ama ufak bir fark var ger­çek­le teş­bih ara­sın­da: Ger­çek dün­ya­da ge­mi­yi bo­şalt­ma im­kâ­nı­nız yok­tur. Ge­mi ha­re­ket et­mek ve sa­lim bir li­ma­na doğ­ru git­mek zo­run­da­dır, onu de­ni­zin or­ta­sın­da terk ede­mez­si­niz. Hem ge­mi­yi yüz­dü­re­cek, hem de ona­rı­mı­nı ya­pa­cak­sı­nız. II. Ab­dül­ha­mid ol­mak bu­nun için zor­du, it­ti­hat­çı ol­mak­sa bu­nun için ko­lay. İt­ti­hat­çı­la­rın yap­tı­ğı gi­bi ba­şı­nız sı­kış­tı­ğın­da ül­ke­yi İn­gi­liz­le­re bı­ra­kıp ka­çar­sa­nız, za­ten o mev­kii hiç­bir za­man hak et­me­miş­si­niz de­mek­tir. De­mek ki, Ab­dül­ha­mid, şah­sı adı­na ha­re­ket et­me­miş­ti! Prens Sa­ba­hat­tin’in de­di­ği gi­bi bir “top­lum­sal Ab­dül­ha­mid” ol­du­ğu­nu gör­mez­den ge­le­me­yiz. Za­ten top­lum­da kö­kü ol­ma­yan hiç­bir yö­ne­tim ba­şa­rı­lı ola­maz.
 
Pe­ki, Ab­dül­ha­mid dö­ne­mi­ne kı­yas­la ne­re­de­yiz siz­ce? Gü­cü­müz ne, bu­gün “kurt­lar­la dans”ta; Sul­tan ka­dar güç­lü mü­yüz? Önü­müz­de ya­nan bir Fi­lis­tin, Lüb­nan var­ken he­le?
Ol­ma­dı­ğı­mız or­ta­da. İs­ra­il kar­şı­sın­da atı­lan nu­tuk­lar tam bir ac­zi­yet ko­ku­yor. Ba­kın Ab­dül­ha­mid 1895’te ne de­miş: “Eğer Fi­lis­tin’de Müs­lü­man Arap un­su­ru­nun fa­iki­ye­ti­ni mu­ha­fa­za et­me­si­ni is­ti­yor­sak, Ya­hu­di­le­rin yer­leş­ti­ril­me­si fik­rin­den vaz­geç­me­li­yiz. Ak­si tak­dir­de yer­leş­ti­ril­dik­le­ri yer­de çok kı­sa za­man­da bü­tün kud­re­ti el­de ede­cek­le­rin­den, din­daş­la­rı­mı­zın ölüm ka­ra­rı­nı im­za­la­mış olu­ruz.” Evet, ölüm ka­ra­rı. Ne ka­dar net gör­müş bu­gü­nü, de­ğil mi?
 
“Kurt­lar­la dans” hâ­lâ de­vam edi­yor fark­lı ri­tim­ler­le de ol­sa. Bel­ki de en ateş­li ye­rin­de­yiz dan­sın. Sul­tan Ab­dül­ha­mid, Bey­ler­be­yi Sa­ra­yı’nın açık pen­ce­re­sin­den dı­şa­rı­ya ba­kıp ne söy­lü­yor ola­bi­lir ev­lat­la­rı­na? Ya da ter­si­ne çe­vi­re­lim sah­ne­yi. Fi­lis­tin’de bir du­var di­bin­de sı­kı­şıp kal­mış ço­cuk­lar… Göz­le­ri kor­kuy­la ka­pan­mış. El­le­ri ku­lak­la­rın­da. Ku­lak­la­rı­nı ka­pa­yan kü­çük kız ne fı­sıl­dar­dı Sul­tan’ın ku­la­ğı­na?
“Ge­ri gel ey Os­man­lı, ge­ri gel!” Ne var ki, ay­maz­lı­ğı­mı­za gün doğ­ma­dı da­ha. Ga­ze­te­le­rin yaz­dı­ğı­na gö­re son Abant top­lan­tı­sın­da İs­ra­il­li üye ile Arap­lar, bir tek Os­man­lı kar­şıt­lı­ğın­da bu­luş­muş­lar! Dü­şü­nün, Arap­la­rın onu­ru yer­ler­de sü­rü­nü­yor; ama adam hâ­lâ “Os­man­lı bi­zi sö­mür­dü” da­va­sın­da. La­kin Fi­lis­tin­li ço­cuk hâ­lâ biz­den umu­du­nu kes­me­di. İş­te ilk yar­dım kon­vo­yu­muz yo­la çık­tı bi­le. Halk uya­nık. Ama ay­dı­nı­mı­zın üze­ri­ne ölü top­ra­ğı ser­pil­miş san­ki. Son sö­zü Ab­dül­ha­mid’e bı­ra­ka­lım: “Biz can çe­ki­şen bir mil­let de­ği­liz. Ya­ta­ğın­dan ta­şan bir neh­re ben­zi­yo­ruz. Bi­zi zin­de tu­ta­bi­le­cek ye­gâ­ne kuv­vet, İs­la­mi­yet­’tir.” Bu­gün de en bü­yük prob­le­mi­miz, ken­di­mi­ze gü­ve­ne­me­yi­şi­miz ve gü­cü­mü­zü ta­şan bir ne­hir gi­bi yön­len­di­rip yö­ne­te­me­yi­şi­miz de­ğil mi?

Paylaş Tavsiye Et