Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (January 2007) > Türkiye Siyaset > Ayasofya üzerinden Türk siyaseti
Türkiye Siyaset
Ayasofya üzerinden Türk siyaseti
Ali Pulcu

CUMHURİYET’İN kendisinden neşet ettiği Osmanlı İmparatorluğu aşağı yukarı 600 sene üç kıtada hüküm sürmüş; insanlık tarihinin gördüğü en uzun ömürlü medeniyetlerden biri. Şimdi inanılmaz geliyor bizlere ama daha dün “Bir biz varmışız sanki dünyada, bir de küffar.” Cemil Meriç üstadın bu harikulade tasvirlerinin bize hatırlatılmasını Mustafa Özel’in tatlı üslubuna bırakabiliriz. Ama “Âleme nizam verilecekse biz veririz” iddiasını ve bu iddianın bu topraklarda yüzlerce yıl ete kemiğe büründüğünü kendi kendimize hatırlatmamızda bir beis yok. Üzerinde dolaştığımız toprağa, soluduğumuz havaya, içtiğimiz suya sinmiş dünün gölgesi; o hatıranın içinde yaşıyoruz. İlerideki minare, yanındaki kubbe, avludaki şadırvan, köşedeki büyük susuz çeşme elimizi uzatsak dokunuvereceğimiz mazinin nişaneleri. Gülhane Parkı’nda bütün geçmişimizi simgeleyen ulu bir çınar ağacı. Dramatik olan husus şu: “Hem biz bunun farkındayız, hem de polis farkında.” Orhan Pamuk’a verilen 2006 Nobel Ödülü’nün açıklamasında bahsi geçen “şehrin hüznü” değerlendirmesini dikkate alırsak, bütün bir dünya da farkında. İşte yine “kubbe ile minare” dediler hezeyanında olup hiçbir şeyin farkında olmayanlarla, her şeyin farkında olduğu halde hiçbir şeyin farkına varılmaması için bütün hünerlerini göstermeye çalışanlara hatırlatalım: Tarihimizin dilemması, Ayasofya’ya minareler dikme becerisini gösterip sonra onu müzeye çevirmemizde düğümleniyor. Hüznümüzün de, korkumuzun da, ümidimizin de kaynağı bu açmazda yatıyor.
83. yılını idrak ettiğimiz Cumhuriyet yaşlı mı, genç mi? Bu sorunun cevabı hangi mirası edinmek istediğimizle alakalı olarak izafileşiyor. Cumhuriyet’in ilanından itibaren evet 83 yıl geçti; babam da 83 yaşında. Bugünkü ölçülerimizle bir beşer ömrü için hiç de kısa sayılamayacak bir süre bu. Ama bir kurum gözü ile baktığımızda durum değişiyor (örneğin, İtfaiye teşkilatının kendi tarihini hangi noktadan başlattığına bakmak için ilgililer internete müracaat edebilirler). Kainatın yaşı hesaba alındığında bütün bir insanlık tarihinin esamisi okunmuyor. Dönem değerlendirmelerimiz önem verdiğimiz olguya göre değişiyor. Tarihin sonu kavramsallaştırması çoğumuz için pek bir şey ifade etmiyor. Oysa bir kuşun, kaplumbağanın, balinanın, bir insanın sonunu yakıcı bir şekilde idrak edebiliyoruz. Bir dönemin sonunda ya da başında olduğumuzu idrak etmemiz ise çok daha zor. Somuttan soyuta gittikçe işimiz zorlaşıyor. Zira bir devletin yaşı olarak 83 sene, bir beşerin ancak ergenliğine tekabül eder.
Büyük güçlerin yükseliş ve düşüşlerine dair onlarca teoriyi konunun uzmanlarına bırakalım; bildiğimiz, kudretli imparatorluğun eski muhteşem gücünü kaybettiği, “eski hal”in sürdürülmesinin muhal olduğudur. “Yeni hal” bir kopuşla gerçekleşmiştir ve her kopuş gibi bu da travmatik bir psikoloji oluşturmuştur. Kamu hafızasında eski kudretli günlere özlem, olduğu gibi durmaktadır. Mehter Marşı her zaman bu özlemi tetikler. Bu özlem anlaşılabilir; ama rasyonel tavır almayı engelleyebilen bir davranış biçimine yol açtığı da görülmelidir. “Hasta adam”ın mirası zamanın muasırlarınca pay edilmiş, elde bir avuç vatan toprağı kalmıştır.
Zorlu bir mücadele sonunda “cihanda sulh” sözü verilerek elde kalan topraklarda bir yaşam alanı kazanılmıştır. Kamu hafızasında ise Sevr Sendromu da denilen bölünme, parçalanma, eldekini kaybetme korkusu olduğu gibi durmaktadır. Bu korku, haklı gerekçeleri olan ama rasyonel düşünmeye engel bir karakter arz etmektedir.
Muzaffer ama yorgun Cumhuriyet’in önüne Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak seçeneklerinden sonuncusu işaretlenerek konulmuştur. Yeni hal için modern bir ulus inşası gerekli olduğundan, Muasırlaşmak gerek-şart, Türkleşmek ise yeter-şart sayılmıştır. İmparatorluk bakiyelerinden ve reflekslerinden azade olunması belirli bir süre gerektirdiğinden, İslamlaşmak seçeneklere zamanla tasfiye olacağı umuduyla eklenmiştir. Seçeneklerin aralarında keskin kategorik bir ayrımın var olduğu zihinlere nakşedilmiş, geçişkenlikler ve ortak noktaların üstünde pek durulmamıştır. “Muasırlaşmaya çalıştığımız için koca imparatorluğu kaybettik” diyenlerle, “Esas zamanında muasırlaşmadığımız için kaybettik” diyenler arasındaki çatışma ise devam etmektedir.
Siyasi partilerin temsilcileri siyaset sahnesine bütün bu bakiyeyi omuzlarına alarak çıkıyorlar. Evet, hamama giren terler; ama önümüzde üç-beş kişinin omzunun taşıyamayacağı kadar büyük bir yük var. Mecliste AKP ile CHP’nin baş başa kalmasının, DP ile CHP arasındaki eski çekişmeyi hatırlattığı için rahatsızlık uyandırdığına işaret etmiştik geçen sayımızda. Siyaset eğer kırmızı köşe ile mavi köşenin maçı algılamasından çıkabilirse normal seyrine oturabilecek. Ancak bunun için önümüzde bir hayli yol var. Bu hatırlatmaları yapmamın sebebi, milletin sandık başına gittiğinde aş ve işin dışında yakın ve uzak tarihini ister istemez hatırlaması. İktidarı oylarıyla belirleyecek olanlar da -bir sürpriz olmazsa- onlar. Sadece Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak kategorileri çerçevesinde kamuoyunun mevcut partileri nasıl algıladığına bir göz atalım:
CHP: “Yeni hal”in kurucu partisi olduğunu iddia ediyor ki isim olarak doğrudur. Taraftarları, “Üniter yapıyı muhafaza eder, Ayasofya’yı müze olarak tutar, devleti büyütmeyebilir ama küçültmez de” diye düşünüyor. İslamlaşmak-Muasırlaşmak çekişmesinde oyların toplanabileceği en büyük havuz. Mehter Marşı çaldığında ne hissediyorlar, bilemiyorum.
DYP: Taraftarları, CHP taraftarları ile aynı şekilde düşünüyor. “Taraflar arasında çekişme değil uzlaşma olsun” diyen oyların toplanabileceği en büyük havuz. Mehter Marşı’nı dinlerken heyecanları yüksek.
MHP: Taraftarları “Üniter yapıyı korur, Ayasofya’da ezan yeniden okunacaksa ancak o okutur, devlet büyütülecekse ancak o büyütür” diye düşünüyor. Türkleşmek kategorisinin en güçlü merkezi. Mehter Marşı’nda heyecanları yüksek.
ANAP: Taraftarları DYP ve CHP’den “Ayasofya’yı cami yapabilse ne güzel olurdu” diye düşünenler şeklinde ayrılabilir. Terazinin Muasırlaşma kefesi ağır basıyor. Mehter Marşı’nda heyecanları yüksek.
SP: Taraftarları “Ayasofya’yı İslam mabedi yapar, devleti alabildiğine büyütür, eski şanlı mazi kısa sürede geri gelir” diye düşünüyor. İslamlaşma tercihinde önde gidiyor. Mehter Marşı’nda heyecanları MHP ile yarışır.
DTP: Taraftarları “Üniter yapıyı bir şekilde esnetir, Ayasofya’yı müze olarak tutar” diye düşünüyor. Oldukça büyük bir kesimi Mehter Marşı’na duyarlı olsa da, bir kısmı tamamen duyarsız.
AKP: Taraftarları “Üniter yapıyı muhafaza eder, Ayasofya’yı müze olarak tutar, devleti küçültmez hatta belki de büyütebilir” diye düşünüyor. İslamlaşma kategorisinde olduğu farz ediliyor. Mehter Marşı’nda heyecanları yüksek.
Bütün bu algılamalarda AKP, geçmişin kavgalarını anlamsız bulduğunu ilan edip dört eğilimi birleştirdiğini iddia eden Turgut Özal’ın eski ANAP’ına en çok benzeyen parti hüviyetinde. Ve önümüzdeki seçimlerden tek başına iktidar olarak çıkma imkanına hâlâ sahip. Papa’nın gezisi kazasız belasız atlatılırsa bu şansı daha da artmış olacak.


Paylaş Tavsiye Et