Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (December 2007) > Kapak > Bir siyasetsizlik aracı olarak DTP
Kapak
Bir siyasetsizlik aracı olarak DTP
Ümit Aksoy
“Ba­si­ret, en si­ya­si er­dem­dir.”
Han­nah Arendt
 
‘‘EN te­mel­de Kürt so­ru­nu, … Kürt halk ger­çek­li­ği­nin … si­ya­sal ve en te­mel in­sa­ni hak­la­rı­nın in­ka­rı ve red­di so­ru­nu­dur. Kı­sa­ca­sı Tür­ki­ye Cum­hu­ri­ye­ti’nin de­mok­ra­tik­le­şe­me­me so­ru­nu­dur.” Bu ifa­de­ler, Hak­ka­ri’nin Dağ­lı­ca mev­ki­in­de dü­zen­le­nen PKK sal­dı­rı­sı so­nu­cun­da ka­çı­rı­lan as­ker­le­rin ‘kur­ta­rıl­ma­sı’ sü­re­ciy­le ye­ni­den gün­de­me otu­ran DTP’nin dü­zen­le­di­ği “De­mok­ra­tik Top­lum Kon­gre­si”nin so­nuç bil­dir­ge­sin­de yer alı­yor. As­lın­da bu ba­kış açı­sı, DTP’nin de bü­tün bu sü­reç­te bir hay­li so­run­lu ta­raf­la­rı­nın ol­du­ğu­nu or­ta­ya ko­yu­yor. Var olan so­run, için­de sa­de­ce hi­ka­ye­nin böy­le ya­zıl­ma­sıy­la ge­çiş­ti­ri­le­me­ye­cek ka­dar kar­ma­şık nok­ta­lar ba­rın­dı­rı­yor.
DTP, HEP ile baş­la­yan ve sü­rek­li ka­pa­tıl­ma­la­ra ma­ruz ka­lan bir si­ya­si çiz­gi­nin son hal­ka­sı. Bu­gün­ler­de açı­lan son ka­pat­ma da­va­sıy­la bu hal­ka­ya ye­ni bir ta­ne­si ek­le­ne­cek bel­ki de. Ve en azın­dan po­tan­si­yel ola­rak si­ya­set yap­ma­nın bi­çim­sel ko­şul­la­rı­nı ye­ri­ne ge­tir­miş bir olu­şu­mun bir kez da­ha yo­lu ke­si­le­cek. Ama tam da bu nok­ta­da, ıs­rar­la izi­ni sür­me­miz, ce­vap ara­ma­mız ge­re­ken bir nok­ta var: Bir “si­ya­si par­ti” ola­rak DTP, ger­çek­ten si­ya­set yap­mak, bu me­ka­niz­ma­nın için­de kal­mak, bu ira­de­yi gös­ter­mek is­ti­yor mu?
Her şey­den ön­ce bu­gün DTP’nin de yü­rüt­tü­ğü ‘kim­lik’ si­ya­se­ti­nin sı­kın­tı­la­rı­nı bir kez da­ha vur­gu­la­mak ge­re­ki­yor. Kim­lik te­mel­li si­ya­set gü­den­le­re her za­man so­rul­ma­sı ge­re­ken so­ru, ken­di si­ya­set­le­ri­nin ye­ga­ne ga­ye­si ola­rak var­say­dık­la­rı ve ta­lep et­tik­le­ri hak­kın el­de edil­di­ğin­de “ne ola­ca­ğı” ol­ma­lı. Bu­ra­da önem­li olan, böy­le­si bir hak­kın ger­çek­te “ne” an­la­ma gel­di­ği ya­hut onun el­de edi­lip edil­me­me­si de­ğil. Önem­li olan nok­ta, is­ter ki­şi­sel düz­lem­de is­ter si­ya­si düz­lem­de bü­tün va­ro­lu­şu­nu­zu bu tarz bir mut­lak kim­lik üze­rin­den ta­nım­lı­yor olu­şu­nuz. Do­la­yı­sıy­la da DTP, “Kürt halk ger­çek­li­ği”nin ka­bul edil­me­si­ni ta­lep et­ti­ği oran­da sü­rek­li ola­rak si­ya­se­tin im­kan­la­rı­nı ip­tal eden bir tu­tu­mun üre­ti­ci ze­mi­ni­ni ha­zı­rı­yor. Çün­kü var olan bü­tün bir so­ru­nu bu nok­ta­ya in­dir­ge­mek, ne­re­dey­se por­nog­ra­fik bir şe­kil­de bu hak ta­le­bi­nin si­zi esir al­ma­sı an­la­mı­na ge­li­yor.
Evet, Kürt­ler ger­çek­ten bir­ta­kım sı­kın­tı­lar ya­şa­mış, şid­det me­ka­niz­ma­la­rı­na ma­ruz kal­mış ola­bi­lir­ler. Ama bu hi­ka­ye­yi sa­de­ce bir gru­bun ki­şi­sel ta­ri­hi üze­rin­den oku­mak, öte­den be­ri var olan sı­kın­tı­la­rın an­la­şıl­ma­dı­ğı­nın bir ka­nı­tı. DTP, si­ya­se­ten ev­ren­sel ve ge­çer­li kod­lar üret­mek ye­ri­ne sü­rek­li ola­rak, dev­le­tin en ba­şın­dan be­lir­le­di­ği ala­nın için­de ken­di­ni ta­nım­la­ma­ya­rak, onun kur­du­ğu tu­za­ğa düş­mek­ten ken­di­ni ala­mı­yor. Dev­le­tin “Bu ül­ke­de ‘Kürt’ yok­tur!” de­me­siy­le “Ha­yır, bu ül­ke Kürt­ler­le do­lu­dur” de­mek ara­sın­da, bu ifa­de­ler­de yük­lü olan ‘şid­det’ göz önü­ne alın­dı­ğın­da, hiç­bir fark yok. So­run, bu ül­ke­de Kürt­le­rin var olup ol­ma­ma­sı de­ğil. El­bet­te bu ül­ke­de Kürt­ler var­dır ve asıl önem­li olan da, Kürt­le­rin na­sıl bir po­li­ti­ka iz­le­ye­rek ken­di­le­ri­ni de aşan bir ev­ren­sel nor­ma va­rıp va­ra­ma­dı­ğı­dır. So­run, bir an­lam­da bü­tün mil­li­yet­çi, şid­det üre­ten me­ka­niz­ma­la­rın her de­fa­sın­da ne­yi ört­tü­ğü­nün tes­pit edil­me­si­dir.
Öte yan­dan ger­çek­ten de DTP, ku­ral­la­rı­nı ken­di­si­nin be­lir­le­me­di­ği bir si­ya­set are­na­sın­da mü­ca­de­le edi­yor. ‘Meş­ru’ şid­de­tin ye­ga­ne sa­hi­bi olan gü­cün ala­nın­da ‘si­ya­set’ üre­ti­yor. Ama bu ko­şul­la­ra rağ­men, DTP’nin üret­me­ye ça­lış­tı­ğı si­ya­se­tin ver­di­ği im­ge, ger­çek an­lam­da si­ya­set üret­mek is­te­me­di­ği­ni göz­ler önü­ne se­ri­yor. DTP, bir yan­dan se­kü­ler bir pa­ra­dig­ma üze­rin­den ‘böl­ge’nin so­run­la­rı­nı di­le ge­ti­ri­yor; di­ğer yan­dan da son se­çim­de ken­di ma­hal­le­sin­de fa­ça­sı­nı bo­zan AKP’yi “İs­lam­cı, oli­gar­şik, in­kar­cı ve çı­kar­cı” ola­rak de­ğer­len­di­re­rek ‘böl­ge’ye na­sıl da ya­ban­cı­laş­tı­ğı­nı göz­ler önü­ne se­ri­yor. Çün­kü AKP’nin böl­ge­de böy­le­si­ne bü­yük bir oy al­ma­sı, böl­ge hal­kı­nın tek­rar ‘bi­linç­siz­leş­ti­ği’nin bir gös­ter­ge­si ola­rak de­ğer­len­di­ri­li­yor. Bu ba­kış ise, böl­ge hal­kı­nın ‘ca­hil­li­ği’ne yö­nel­til­miş ‘aşa­ğı­la­yı­cı’ bir al­gı­dan baş­ka bir an­la­ma gel­mi­yor ne ya­zık ki.
Bü­tün bun­la­rın ya­nı sı­ra, gö­re­ce da­ha ılım­lı bir isim olan Ay­sel Tuğ­luk’un 28 Ekim 2007 ta­ri­hin­de Ra­di­kal ga­ze­te­sin­de ya­yım­la­nan ya­zı­sın­da net bir şe­kil­de or­ta­ya koy­du­ğu gi­bi, bü­tün si­ya­si pro­je­le­ri­ni AB’nin ‘kri­ter­le­ri’ne gö­re hi­za­la­yan bir si­ya­si olu­şum, as­li bir ‘si­ya­si’ va­ro­luş or­ta­ya ko­ya­maz. Si­ya­set üret­mek baş­lı ba­şı­na bir de­ğer de­ğil­dir. Si­ya­set, is­ter ki­şi­sel düz­lem­de, is­ter top­lum­sal düz­lem­de ol­sun ‘sa­hih­lik’ der­di­ni güt­tü­ğü oran­da an­lam­lı­dır. DTP ya da bun­dan ön­ce ay­nı çiz­gi­de­ki par­ti­le­rin ve­ri­li ola­rak ka­bul et­ti­ği bir ön ka­bul var: Kürt ol­mak do­ğa­sı ge­re­ği po­li­tik ol­mak an­la­mı­na gel­mek­te­dir. Bel­ki her Türk de­ğil, ama hiç şüp­he yok, her ‘Kürt’ po­li­tik do­ğar. Ve böl­ge­den ‘çı­ka­cak’ her olu­şum, sa­de­ce bu do­ğal du­ru­mu or­ta­ya koy­mak­la so­rum­lu tut­mak­ta­dır ken­di­ni. Do­ğa­sı ge­re­ği po­li­tik olan Kürt kim­li­ği­nin tem­si­li­ye­ti, si­zi ye­ga­ne si­ya­si kı­lan ey­lem­dir. Oy­sa si­ya­set sa­nı­la­nın ak­si­ne hiç de bu ka­dar ko­lay ta­nım­la­na­bi­le­cek bir tem­sil iliş­ki­si­ne sa­hip de­ğil­dir.
Böy­le­si bir si­ya­set ta­nı­mı, hem “böl­ge­nin hi­ka­ye­si”ni tek bir nok­ta­ya in­dir­gi­yor hem de ken­di­ni ina­nıl­maz güç­lü bir ko­ru­yu­cu zırh­la ka­im kı­lı­yor. Bu sağ­lam tem­sil iliş­ki­si, pa­ra­dok­sal bir şe­kil­de ken­di­si­ni sü­rek­li bir tür teh­dit ola­rak al­gı­la­ma­sıy­la, her de­fa­sın­da “Bi­zi na­sıl ol­sa ka­pa­ta­cak­lar!” gi­bi si­ya­se­ten ta­vır alış­tan uzak bir du­ruş or­ta­ya çı­kar­tı­yor. Çün­kü böl­ge­nin hi­ka­ye­si­nin ta en ba­şın­dan be­ri aşı­rı aji­tas­yo­nu, salt kim­lik te­mel­li, o çok tek­rar­la­nan “böl­ge­nin/böl­ge hal­kı­nın re­ali­te­si”ne uzak ta­vır alış, ger­çek­ten de si­ya­set yap­ma­nın önü­nü ka­pat­mak an­la­mı­na ge­li­yor. Ül­ke­nin bü­tün de­mok­ra­tik­leş­me­si­ni Kürt me­se­le­si­ne in­dir­ge­yen si­ya­set­siz­lik, DTP’nin aşı­rı kı­rıl­gan si­ya­se­ti, bu par­ti­nin ken­di­si­ni eleş­tir­me­nin ne­re­dey­se müm­kün ol­ma­dı­ğı bir ye­re koy­ma­sı­nı sağ­lı­yor. Bu yüz­den de böl­ge hal­kı­nın so­run­la­rı­na ken­di­si gi­bi bak­ma­yan her olu­şum oli­gar­şik, in­kar­cı, çı­kar­cı ve son ker­te­de dev­let­çi olu­yor. Oy­sa bir kez da­ha be­lirt­mek ge­re­kir ki, bu söz­de si­ya­se­tin önü­nü aç­tı­ğı­nı dü­şün­dü­ğü­müz söy­lem, biz­le­re ve böl­ge hal­kı­na Dev­let ile DTP ha­ri­cin­de ter­cih yap­mak­tan baş­ka bir se­çe­nek bı­rak­mı­yor. Bu du­rum ise böl­ge­yi ve onun so­run­la­rı­nı var olan di­ğer bü­tün so­run­lar­dan ay­rı dü­şün­me­miz­le, bir yan­dan da ina­nıl­maz de­re­ce­de yo­ğun bir sem­bo­lik şid­de­te ma­ruz kal­ma­mız­la so­nuç­la­nı­yor.
Asıl bü­yük so­run, DTP’nin PKK’yla ara­sı­na de­ğil, ken­di yaz­dı­ğı hi­ka­ye­de­ki im­ge­sel şid­det­le ara­sı­na me­sa­fe ko­ya­ma­ma­sı. Unut­ma­mak ge­re­kir ki, ik­ti­da­rın en bü­yü­ğü, en güç­lü ola­nı, ön­ce ken­di ken­di­mi­ze uy­gu­la­dı­ğı­mız ik­ti­dar­dır. DTP bü­tün bu hi­ka­ye­de­ki şid­det un­su­ru ol­ma­ya de­vam et­ti­ği oran­da her de­fa­sın­da si­ya­set yap­ma­ma­nın yol­la­rı­nı var kıl­ma­ya de­vam ede­cek. Ve asıl yüz­le­şil­me­si ge­re­ken de, tam da ken­di­ni si­ya­set yap­ma­ya ka­pa­tan bu ta­vır.

Paylaş Tavsiye Et