Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (December 2007) > Toplum > Monlâ-yı Rûm’u anarken: Yeni bir ‘şimdi’ düşünmek
Toplum
Monlâ-yı Rûm’u anarken: Yeni bir ‘şimdi’ düşünmek
Cihat Arınç
ÜZE­RİN­DE hiç de­rin­le­me­si­ne dü­şün­me­dik­le­ri ve sa­de­ce alış­kan­lık ha­li­ne ge­ti­re­rek bi­te­vi­ye tek­rar­la­yıp dur­duk­la­rı cüm­le­ler sa­ye­sin­de Ha­ki­kat’e ka­tıl­ma­yı uman kim­se­ler için, ‘Ha­ki­kat’ sa­de­ce süs­lü cüm­le­ler­den iba­ret­tir. Hal­bu­ki on­la­rın dil­le­ri­ne do­la­dık­la­rı o bü­yük cüm­le­le­ri ku­ran­lar, o ma­ne­vî yü­kün ağır be­de­li­ni de ha­yat­la­rıy­la öde­miş­ler­dir. Ha­yat­la­rı­nı Var­lık’ın ken­di­ni aç­tı­ğı bir sü­reç ha­li­ne ge­tir­miş ve Var­lık’ın ken­di­ni ilan et­me­si­ne izin ver­miş­ler­dir. Ger­çek eren­ler, Ha­ki­kat ve Var­lık adı­na ko­nuş­ma cür’etin­den vaz­ge­çip, Var­lık’ın on­lar­dan ko­nuş­ma­sı­na izin ver­miş­ler­dir. Asıl te­va­zu bu­dur. Ha­ki­kat’e ve Var­lık’a ka­tıl­mak böy­le olur.
Ken­di ha­ya­tı­nı az ev­vel tes­pit edi­len te­mel il­ke ışı­ğın­da Var­lık’ın kur­du­ğu eze­lî ve ebe­dî bir cüm­le ha­li­ne ge­ti­ren Mev­lâ­na Ce­lâ­led­din Ru­mî (k.s.), bun­dan 800 yıl ev­vel dün­ya­ya teş­rif et­ti. Mes­ne­vî-i Ma­ne­vî’nin sa­hi­bi, asır­lar bo­yun­ca ger­çe­ğin ara­yı­cı­la­rı­nı pe­şin­den sü­rük­le­di, sü­rük­lü­yor. “Ben tan­rı de­ği­lim, sa­de­ce be­şe­rim, ama ba­na vah­yo­lu­nu­yor” di­yen bir pey­gam­be­rin va­ri­si ola­rak, o da ay­nı te­va­zu ile “Ben pey­gam­ber de­ği­lim, sa­de­ce Hz. Mu­ham­med’in aya­ğı­nın to­zu­yum” de­di. Onun adıy­la anı­lan yo­lun (ta­rîk-i Mev­le­vî) ta­kip­çi­le­ri, bes­te­le­dik­le­ri eser­ler, ter­tip et­tik­le­ri di­van­lar, meşk et­tik­le­ri hüs­nü­hat­lar, in­şa et­tik­le­ri bi­na­lar ve da­ha pek çok gör­sel ve işit­sel eser­ler­le İs­lam kül­tü­rü içe­ri­sin­de mu­az­zam bir es­te­tik al­gı­nın oluş­ma­sı­na kat­kı sağ­la­dı­lar. On­lar Ha­ki­kat’in se­si­ni işi­tip vec­de ge­le­rek cez­be ha­lin­de bi­rer per­va­ne ol­du­lar ve Ha­ki­kat şem’inin et­ra­fı­nı ta­vaf et­ti­ler. O se­bep­ten­dir ki, bu ha­le ‘se­mâ’ de­nil­di. Ger­çi se­mâ ta­sav­vuf ge­le­ne­ğin­de çok es­ki bir uy­gu­la­may­dı, ama ke­mal ma­na­sıy­la ko­re­og­ra­fi­si­ni Mev­le­vî­lik içe­ri­sin­de ka­zan­dı.
“Ki­ni ola­nın di­ni ol­maz” düs­tu­ru­nu gö­nül­le­re nak­şe­den Haz­re­ti Pîr’in 800. do­ğum gü­nü ve­si­le­siy­le, nük­le­er teh­li­ke­nin, ka­vu­ru­cu sa­vaş­la­rın ve an­sı­zın pat­la­yı­ve­ren bom­ba­la­rın ku­şat­tı­ğı 2007 yı­lı, BM (Bir­leş­miş Mil­let­ler) ve UNES­CO (Eği­tim, Bi­lim ve Kül­tür Teş­ki­la­tı) ta­ra­fın­dan “Mev­lâ­na Yı­lı” ilan edil­di. Ba­zı­la­rı böy­le bir ka­ra­rı ya­dır­ga­ya­rak, bi­ze ait bir de­ğe­rin bu şe­kil­de yoz­laş­tı­rıl­dı­ğı­nı dü­şün­se de, bu ka­na­atim­ce doğ­ru bir tu­tum de­ğil­dir; çün­kü biz­ler Haz­re­tin sa­hi­bi de­ği­liz, fa­kat hâ­di­mi­yiz (hiz­met­kâr­la­rı­yız). O bi­ze ait de­ğil, biz O’na ai­tiz. Çün­kü o ‘Mev­lâ­na’dır; ya­ni mev­lâ­mız­dır (biz­le­re sa­hip çı­kan­dır) ve O’nun mu­ha­ta­bı bü­tün in­san­lık­tır.
 
Bir Tü­ke­tim Kül­tü­rü Ola­rak “Mev­lâ­na En­düs­tri­si”
Kül­tür araş­tır­ma­la­rı­nın önem­li tem­sil­ci­le­rin­den bi­ri olan Theo­dor W. Ador­no, ka­pi­ta­liz­min yı­ğın­la­rı et­ki­si al­tı­na al­mak için âde­ta bir fab­ri­ka gi­bi se­ri üret­ti­ği ucuz­cu haz kül­tü­rü­nü “kül­tür en­düs­tri­si” ola­rak ad­lan­dır­mış­tı. Ona gö­re, in­san­la­rı sığ­laş­tı­ran ve ba­ya­ğı­laş­tı­ran bu ‘kül­tür’, teh­li­ke­li bir şe­kil­de in­san­la­ra “dü­şük zevk­ler­le ye­tin­me­yi” öğ­re­tir ve üret­ti­ği sah­te ih­ti­yaç­la­rın gi­de­ril­me yol­la­rı­nı da gös­te­re­rek ken­di­ne olan ba­ğım­lı­lı­ğı ar­tı­rır. Ger­çek ih­ti­yaç­lar ise hür­ri­yet, ya­ra­tı­cı­lık ve sa­hi­ci bir mut­lu­luk­tur.
Kül­tür en­düs­tri­si ar­tık yal­nız­ca nev­zu­hur ikon­lar üret­mek­le ye­tin­mi­yor; kla­sik kül­tü­rün te­mel fi­gür­le­ri­ni de dö­nü­şü­me uğ­ra­tıp aman­sız­ca tü­ke­ti­yor. O hiç­bir şe­yi kar­şı­sı­na al­mı­yor; fa­kat dö­nüş­tü­rüp bün­ye­si­ne ka­ta­rak kar­to­pu gi­bi bü­yü­yor. Çe­liş­ki­ler­den mey­da­na gel­di­ği ve bu sa­ye­de ser­pi­lip bü­yü­dü­ğü için, tu­tar­lı­lık gö­zet­mek­le güç ve za­man kay­bet­mi­yor, çe­liş­ki­den kork­mu­yor. Öy­le ki, me­se­la Che Gu­ave­ra ve Marx’ı da po­pü­ler ikon­la­ra dö­nüş­tü­re­bi­li­yor. Ya­ni düş­ma­nı­nı “içi­ni bo­şal­tıp dö­nüş­tü­re­rek” alt edi­yor. Bir za­man­la­rın baş düş­ma­nı “Kı­zıl teh­li­ke”nin ba­şı­na ge­len bu “içi­ni bo­şalt­ma” edi­mi, aca­ba şim­di­ler­de “Ye­şil teh­li­ke”nin de mi ka­de­ri olu­yor?
“Mev­lâ­na Yı­lı” do­la­yı­sıy­la ül­ke­miz­de çe­şit­li fa­ali­yet­ler ter­tip edil­di. Ne ya­zık ki, söz ko­nu­su fa­ali­yet­le­rin bir­ço­ğu ‘se­mâ­zen’ fi­gü­rü­nün yu­ka­rı­da­ki ta­nım­dan ve an­lam­dan na­sıl bo­şal­tıl­dı­ğı­na ör­nek teş­kil edi­yor. Or­han Şal­lı­el’in ma­ri­fe­tiy­le Har­bi­ye Ce­mil To­puz­lu Açık Ha­va Ti­yat­ro­su’nda ger­çek­leş­ti­ri­len Ru­mi Sen­fo­nik Gös­te­ri’de se­mâ­zen­le­rin ya­nı sı­ra, sen­fo­ni or­kes­tra­sı ve ta­sav­vuf saz­la­rı, po­li­fo­nik ko­ro ve ta­sav­vuf ko­ro­su, an­la­tı­cı­lar, DJ’ler, vir­tü­öz­ler, dans­çı­lar, ha­fız­lar ve ney­zen­ler “or­ta­ya ka­rı­şık” bir sah­ne per­for­man­sı ser­gi­le­di­ler. Mer­can De­de En­semb­le sa­ye­sin­de, etek­le­ri­ni sa­vu­ra­rak ak­lı ye­le ve­ren kır­mı­zı ten­nu­re­li “sek­si ka­dın se­mâ­zen” kon­sep­ti gün­de­mi­mi­ze gir­di. İs­tan­bul Bü­yük­şe­hir Be­le­di­ye­si’nin ön­cü­lü­ğün­de şeh­rin mey­dan­la­rın­da ha­bi­re se­mâ­zen­ler çark et­ti. Son­ra ne­o-mu­ha­fa­za­kâr İs­lam­cı­la­rın dü­ğün-der­nek me­ra­sim­le­rin­de “İs­la­mi dan­söz” ola­rak gö­rün­dü se­mâ­zen­ler. Ger­çi alın­la­rı­na pa­ra ya­pış­tı­rıl­ma­dı, ten­nu­re­le­ri­ne yüz do­lar­lar sı­kış­tı­rıl­ma­dı ama yi­ne de her­kes mem­nun­du bu man­za­ra­dan. Si­ya­si­ler kür­sü­yü ele ge­çir­dik­le­ri va­kit Haz­re­ti Pîr üze­ri­ne sığ ve sı­kı­cı nu­tuk­lar çe­ki­yor, iyi­den iyi­ye ‘hoş­gö­rü’ tel­lal­lı­ğı­na so­yu­nu­yor­lar­dı. Sa­hi, aca­ba Mon­lâ-yı Rûm bu man­za­ra­ya şa­hit ol­say­dı, ku­ru­lan bu pa­na­yı­rı gör­sey­di, ken­di­si­ni me­ta­laş­tı­ra­rak bir fe­tiş nes­ne­si­ne dö­nüş­tü­ren bu kir­li ti­ca­re­ti ve pa­zar­lık­la­rı ‘hoş’ gö­rür müy­dü?
 
Biz Ki­miz ve ‘Şim­di’ Üze­ri­mi­ze Dü­şen Gö­rev Ne?
21. yüz­yı­la gi­ren dün­ya, ye­ni buh­ran­la­ra ge­be. Dün­ya sis­te­mi çö­ker­ken, ener­ji ih­ti­ya­cı­nın do­ğur­du­ğu sa­vaş­lar, ge­lir da­ğı­lı­mın­da­ki bü­yük eşit­siz­lik­ler, ar­tan be­den­sel ve psi­ko-manevî sağ­lık so­run­la­rı ve da­ha bir­çok ge­ri­lim ala­nıy­la yüz­le­şen ge­ze­ge­ni­mi­zin, her­ke­se ‘in­san­lı­ğı­nı’ ve so­rum­lu­luk­la­rı­nı ha­tır­la­ta­cak manevî ön­der­le­re ih­ti­ya­cı var. Çağ­la­ra nef­ha­sıy­la ha­yat bah­şet­miş bir ve­li olan Mev­lâ­na’nın eser­le­ri­ne tüm dün­ya­da gös­te­ri­len te­vec­cüh, in­san­lı­ğın ru­hun­da­ki ıs­tı­rap­la­rın bir ni­şa­ne­si. Her­kes bir ça­re arı­yor der­di­ne. İş­te “Mev­lâ­na Yı­lı” böy­le bir bağ­lam­da ilan edi­li­yor.
Bu bü­yük res­mi gö­rüp he­def­le­ri­ni ona gö­re be­lir­le­mek, Tür­ki­ye’nin hem in­san­lı­ğa hem de bağ­rın­da ya­şat­tı­ğı Mev­lâ­na’ya kar­şı so­rum­lu­lu­ğu­dur. He­def, bü­tün in­san­lı­ğın bu an­lam­lı yö­ne­li­şi­ne reh­ber­lik ede­cek bir ön­der­lik bi­lin­ci için­de ol­mak ve ta­ri­hî so­rum­lu­lu­ğu­na uy­gun dü­şen ey­lem plan­la­rı ya­pa­rak sü­re­ci yö­net­mek­tir. Çı­ta­yı ne ka­dar yu­ka­rı­da tu­tar­sa­nız, te­si­ri­niz o ka­dar bü­yük olur. Şa­yet ha­li­ha­zır­da­ki he­def­ler bu şu­ur­la bağ­daş­mı­yor ve sa­de­ce “tu­riz­mi­mi­ze kat­kı sağ­lar” en­di­şe­siy­le gü­nü­bir­lik ve eğ­len­ce­lik bir tarz­da ya­pı­lı­yor ise, o za­man gös­te­ri­len ça­ba­nın mey­ve­le­rin­den umut­lan­mak bey­hu­de­dir; zi­ra dar ufuk­lar ge­le­ce­ği ku­cak­la­mak­tan aciz­dir. Gü­nü­nü kur­tar­ma­yı ve yüz­yıl­la­rın bi­ri­ki­mi­ni çı­kar­la­rı uğ­ru­na gö­zü­nü kırp­ma­dan sa­tıp sav­ma­yı ‘ma­ri­fet’ sa­yan­la­rın, Haz­re­ti Mev­lâ­na’nın bah­si­ni et­ti­ği Ma­ri­fet ma­ka­mın­dan na­si­bi ola­maz. Haz­ret’in manevî şah­si­ye­ti­ne kar­şı iş­le­dik­le­ri bu büyük suç se­be­biy­le on­la­ra dü­şen, yal­nız­ca ebe­dî bir piş­man­lık ve hüs­ran­dır. “Bak­maz de­yü bil­di­ği­miz” Rum Mol­la­sı’nın manevî şah­sı­na kar­şı top­lum ola­rak “el-hak ha­tâ et­dik, ha­tâ!” Öy­ley­se şim­di Şeyh Ga­lib’in mıs­ra­la­rıy­la on­dan özür di­le­yip, ta­ri­hî so­rum­lu­lu­ğu­mu­zu ha­tır­la­ma­nın vak­ti­dir:
 
Düş­düm yi­ne kal­dır be­ni
Yâ Haz­ret-i Mon­lâ-yı Rûm
Bak­maz de­yü bil­dim se­ni
Yâ Haz­ret-i Mon­lâ-yı Rûm
 
Lût­fun­la mes­rûr et he­mân
Afv ey­le­mez­sen iş ya­man
Cür­müm bi­lip gel­dim emân
Yâ Haz­ret-i Mon­lâ-yı Rûm
 
El-hak ha­tâ et­dim ha­tâ
Bin şerm ile gel­dim sa­na
Sor­ma gü­nâ­hım­dan ba­na
Yâ Haz­ret-i Mon­lâ-yı Rûm
 
Sen Gâ­lib’in mev­lâ­sı­sın
Ser-mâ­ye-i ih­yâ­sı­sın
Lûtf u ke­rem der­yâ­sı­sın
Yâ Haz­ret-i Mon­lâ-yı Rûm

Paylaş Tavsiye Et