10 Ekim tarihinde köşe yazarlarımızdan Ahmet Hakan’ın güzide bir yıldızımızla yaptığı röportaj manşetten verilmişti.
Röportaja bir de fotoğraf eşlik ediyordu.
Bence sanatsal, ticarî, medyatik hatta etik değeri yüksek harika bir fotoğraftı.
Hülya Avşar kendi TV programından sicilli olduğu için ne olur ne olmaz, nerede oldukları belli olsun diye ellerini yazarımızın omuzlarına koymuştu.
Fotoğrafın etik değeri buradaydı.
Bu tedbire rağmen yazar öne biraz kaykılmıştı.
Elleri cebindeydi.
Bir ayağı yamuk basıyordu.
Başı dikti.
Sanki yıldızımızın eski eşine “sıkıyorsa gel de al” havaları atıyordu.
Medyatik değer bu duruşta saklıydı.
“Erkek aldatır, önemli olan çaktırmamak”
Röportajın başlığı buydu.
Ara başlıklar “Aleni olması yanlış”, “Kaçamak için yuva yıkmam”, “Kadın görmemeli”, “Babam da çapkındı” diye devam edip gidiyordu.
Bir sonraki gün röportaja “Evlilik doğa kanunlarına aykırı” başlığı ile devam edileceği duyuruluyordu.
Ticarî değer ancak bu kadar gözetilebilirdi.
Başlık ve fotoğrafın tamamının toplamı sanatsal değer içeriyordu.
Ve Ramazan yeni başlamıştı.
Yazarın “Sadece ‘Edep ya hu’ diyebildim” diye yazdığı Sakal-ı Şerif olayı yazısıyla o malum fotoğraflı röportaj aynı gün yayınlandı.
Yayın politikası açısından maharetli bir tercihti.
Uygulamayı dahiyane bulmama rağmen, yine de bu üst üste gelme hadisesi metafizik düşüncelere dalmama sebep oldu.
Tabii ki aslolanın fizik olduğunu biliyorum.
Metafiziğin arkaik bir düşünce kalıntısı olduğuna hiç şüphem yok.
Ama acaba zaman zaman ‘ötelerden’ ikaz ediliyor muyduk?
Bazı şaşırtıcı hadiseler bize ‘kendine gel’ mesajı mıydı?
Bu ve buna benzer ilginç işaretleri dikkate almalı mıydık?
Ramazan’ın tanımlayamadığım o değişik havası mı bizlere böyle tuhaf duygular yaşatıyordu?
Yoksa böyle naiv düşünceler, yaşlanmaya başladığımın bir belirtisi miydi?
Beni, koskoca Ali Cengiz Tuğrul’u ancak bir teneşir mi paklardı?
Bu karmaşık düşüncelerle bir Petrus açtım.
Ayaklarımı uzattım.
Bir taraftan Petrus’umu yudumlar diğer taraftan iftar saatini beklerken, bağrından kopup geldiği o eski şarklı zihniyetli arkadaşlarından birisi bu yazısından hareketle yazarımıza nasıl bir mukabelede bulunabilirdi diye kafa yordum.
Ortaya şöyle bir çalışma çıktı:
SAKAL-I ŞERİF OLAYI – Ahmet Hakan
GERÇEKTEN yadırgadım, gerçekten ayıpladım.
‘Ayıp’ dedim, ‘Yazık’ dedim.
‘Atilla Koç gibi ‘İslami terbiye’den geçmiş bir kişi bunu nasıl yapar’ diye çok düşündüm.
Şu manzara gözümün önünden hiç gitmedi:
Bakan, bürokratlarını arayıp talimat veriyor: ‘Ben şimdi Atatürk Havaalanı’ndayım. Eyüp Camii’ndeki Sakal-ı Şerif’i alıp derhal buraya getirin.’
Talimatı alan bürokratlar, Eyüp Camii’ne girip Sakal-ı Şerif’i alıyorlar, ardından da Atatürk Havaalanı’nda x-ray cihazından filan geçirip VIP’teki koltuklara gömülmüş olan Bakan Koç’un önüne koyuyorlar.
Sakal-ı Şerif önüne getirilince Bakan ne yaptı acaba?
SAKALLI FOTOĞRAF OLAYI – Ali Cengiz Tuğrul
Gerçekten yadırgadım, gerçekten ayıpladım.
“Ayıp” dedim, “Yazık” dedim. “Ahmet Hakan gibi ‘İslami terbiye’den geçmiş bir kişi bunu nasıl
yapar?” diye çok düşündüm.
Şu manzara hiç gözümün önünden gitmedi:
Gazete yöneticisi arayıp talimat veriyor: “Hülya Avşar’la röportaj yapılacak. Ahmet Hakan’ı alıp derhal buraya getirin.”
Talimatı alan görevliler, Ahmet Hakan’ı arayıp buluyorlar, ardından da gazetenin kapısından geçirip Bayan Avşar’ın önüne koyuyorlar.
Avşar ardına getirilince Hakan ne yaptı acaba?
SAKAL-I ŞERİF OLAYI – Ahmet Hakan
Öyle ya...
Camilerde yüzlerce kişinin sadece bir saniye görmek ya da biraz daha yakın olmak için birbirlerini ezdikleri Sakal-ı Şerif, bir talimatla önüne getirilmişti.
Acaba Bakan, hangi duyguların içine girdi?
Hadi Bakan’ı bir tarafa bırakalım.
Camilerde Sakal-ı Şerif’i görünce heyecanlanan yurttaşları saygılı olmaya davet eden din adamları, kutsal sakalın x-ray cihazından geçirildiğini görünce acaba ne düşündüler?
İşte bunları düşündüm.
Sadece ‘Edep ya hu’ diyebildim.
Yani işin adap kısmına gönderme yapmakla yetindim.
SAKALLI FOTOĞRAF OLAYI – Ali CengizTuğrul
Öyle ya…
Beyaz perdede binlerce kişinin sadece bir saniye görmek ya da biraz daha yakın olmak için birbirlerini ezdikleri film yıldızı, bir talimatla ardına getirilmişti.
Acaba Hakan, hangi duyguların içine girdi?
Hadi Hakan’ı bir tarafa bırakalım.
Perdede yıldızları gördükleri zaman heyecanlanan yurttaşları derli toplu davranmaya davet eden din adamları, sakallı yazarın yıldızın önünde kaykıldığını görünce acaba ne düşündüler?
İşte bunları düşündüm.
Sadece ‘Edep ya hu’ diyebildim.
Yani işin adap kısmına gönderme yapmakla yetindim.
Ahmet Hakan
Sakal-ı Şerif etrafında yapılan ilahiyat tartışmalarını biliyorum.
Şimdi birileri çıkıp, Bakan Koç’u savunma adına, o eski ilahiyat tartışmasını gündeme getirebilir...
Sıralayacakları tezler şunlardır:
-Türkiye’de birçok camide Hz. Muhammed’in sakalı diye ziyaret edilen Sakal-ı Şerif’lerin gerçekten Hz. Muhammed’e ait olup olmadığı tartışmalıdır.
-Sakal-ı Şerif geleneği Türkiye dışında hiçbir İslam ülkesinde yoktur. Türkiye’ye özgü bir durumdur. Dolayısıyla dini açıdan tartışmalıdır.
-Hz. Muhammed’in gerçek sakalı olsa bile uygulama yanlıştır. İnananları şirke götüren bir yaklaşım söz konusudur.
Bu tarz bir tartışma başlatmak isteyenleri şimdiden uyarmak istiyorum:
Sakın yapmayınız.
Ali Cengiz Tuğrul
Bu fotoğraf dolayısıyla yapılacak tartışmaları tahmin edebiliyorum.
Şimdi birileri çıkıp, Ahmet Hakan’ı savunma adına, o eski tartışmaları gündeme getirebilirler.
Sıralayacakları tezler şunlardır:
-Köşe yazarının sakalının Hz. Muhammed’in sakalı ile aynı içeriğe sahip olup olmadığı tartışmalıdır.
-Sakalın sünnet diye bırakılması Türkiye’ye özgü bir durumdur. Dolayısıyla dini açıdan tartışmalıdır.
-Sünnete uygun bir sakal olsa bile uygulama doğrudur. İnananları rencide edici bir yaklaşım söz konusu değildir.
Bu tarz bir tartışma başlatmak isteyenleri şimdiden uyarmak istiyorum:
Sakın yapmayınız.
Ahmet Hakan
Çünkü konumuz uygulamanın yanlışlığı ya da doğruluğu değildir.
Mevzu bellidir:
Doğru ya da yanlış, değil mi ki on binlerce yurttaşımız, Sakal-ı Şerif’i Peygamber’in bir parçası kabul ediyor ve bu kabulden yola çıkarak olağanüstü saygı gösteriyor.
Bu durumda hepimiz en az o yurttaşlar kadar saygılı olmalıyız.
Bakan olmak, bu saygıdan muaf olmak anlamına gelmez.
Hem unutmayalım:
Bu ülkede Sakal-ı Şerif çalmaya kalkan hırsızlar bile, yaptıkları şeyden utanıp iki gün sonra çaldıkları kutsal emaneti titreyerek yerine koyarlar.
Böyle bir ülkede bakan olmak işte bu yüzden zordur.
Ali Cengiz Tuğrul
Çünkü konumuz uygulamanın yanlışlığı ya da doğruluğu değildir.
Mevzu bellidir:
Doğru ya da yanlış, değil mi ki on binlerce yurttaşımız, sakal bırakmayı hâlâ Peygamber’e uymanın bir parçası olarak kabul ediyor ve bu kabulden yola çıkarak olağanüstü saygı gösteriyor.
Bu durumda hepimiz en az o yurttaşlar kadar saygılı olmalıyız.
Yazar olmak, bu saygıdan muaf olmak anlamına gelmez.
Hem unutmayalım:
Bu ülkede kişiliklerini çaldıranlar bile yaptıkları şeyden utanıp iki gün sonra çaldırdıkları kişiliklerini titreyerek yerine koyarlar.
Böyle bir ülkede köşe yazarı olmak işte bu yüzden zordur.
Böyle densiz bir karşılaştırmayı yapmaya cüret edecek belki birkaç meczup çıkabilir.
Ama yazarımızın böyle mesnetsiz karşılaştırmalara pabuç bırakacağını hiç sanmam.
O küçücük karede bile pabuca yan basarak sağlama aldığını görüyorum.
Kendisini çok takdir ediyorum.
Uygulamayı dahiyane bulduğumu daha önce belirtmiştim.
Böyle pırıltılı bir kalemi karşı grupta bırakamazdık.
Kendimi de çok takdir ediyorum.
Bir destek olsun kabilinden kendimden, Ali Cengiz Tuğrul’dan bahsettiğim yerlerde kendisinden de bahsediyorum.
SON SÖZ
Yazarın onurunu koruması, bakanın koltuğunu korumasından zordur.
Paylaş
Tavsiye Et