FİNANSAL sistemde yaşanan sıkıntıların eş zamanlı bir şekilde dünya genelinde hissedilmesi artık alışmamız gereken bir olgu. Sisteme müdahil olanların, nimetlerinden nasiplenmesi kadar “yaratıcı tahripkârlıktan” paylarına düşenleri de almaları gerekiyor. Beklenti-finans teknikleri-balon kıskacında ortaya çıkan krizler arızi değil, yapısal marazların ürünü. Ağustos ayı boyunca yaşanan Amerikan ipotekli ev kredileri kaynaklı kriz de finans kapitalizminin doğal sonuçlarından bir tanesiydi. Hyman Minsky’yi takip ederek cari krizi idrak etmeye çalışırsak, karşımıza fazlaca değişmeyen bir hikaye çıkıyor. Bir yatırım aracının kârlı olacağının işaretlerini veren gelecek algısı oluşur; bunu o sektördeki fiyat artışları izler. Ardından Ortodoks finans teorisinin finansal krizlerde yeterince incelemek istemediği dahili kredi gelişmeleri ve finansal inovasyon araçları devreye girer. Mezkur sektörde yatırımları hızlandıracak bir şekilde kredi akışı, hızlı ve kolay bir şekilde hazır hale gelir. Yükselen sektöre yapılan yatırımlar, doğal olarak Keynesci paradoksu beraberinde inşa eder. Her yatırımcı, kurumsal veya bireysel, yatırımının likit olduğu rasyonalitesine yaslanır, daha fazla risk almasının tutarlı olduğunu düşünür. Bu döngü iç çelişkisiyle büyüyerek likidite paradoksunu inşa eder. Likidite paradoksunun hissedilir düzeyde olabilmesi için aşırı-işlemin yapılması gerekir. Bunun içinse finansal enstrümanlar çeşitlendirilir, birçok oyuncu döngüye dâhil olur. Oyuna kendilerinden önce dâhil olanlardan kazanılan zenginlik yapısal bir kâr realizasyonu olarak aksettirilir. Yer yer aksi bilinse de döngünün devam etmesinin oluşturduğu baskı, “balonun iyice sınırları zorladığı” uyarılarının ciddiye alınmasını engeller. Öyle ki döngü başlayalı uzun zaman olmuştur. Eğer balon patlayacaksa ve zamanı bilinmiyorsa, her oyuncu patlamayacakmış gibi, kâr toplamaya devam etmeyi tercih eder. Ama balonlar patlar!
Son küresel finansal balonumuz 2000’lerin başlarında faizleri dibe vurduran kesintilerle siftah etmişti. Faizler düşmüş, emlak piyasası bir anda dot-com çöküntüsünün ardından umut vadeden piyasa haline gelmiş, fiyatlar artmaya başlamış, hemen arkasından çeşitli finansman yenilikleri piyasaya girmişti. Sinekten yağ çıkaran tekniklerle, herkesin bir finansman imkan sahibi olabileceği kredi ortamı inşa edilmişti. Kalitesiz ipotekli finansman tam da bu ortamlarda yaygınlaşmaktadır. Aynı şekilde, bankaların, dev finans kurumlarının desteğiyle, yoğun olarak hedge fonlarına yönelmesi de benzer bir likidite sarhoşluğu içerisinde vuku bulmaktadır. Sonrası aynı manzara. Kârlar toplanır, fiyatlar düşer ve döngü aksi trende geçer; Minsky haklı çıkar. Krediler daralır, teminatı kuvvetli alıcılar bile kredi bulmakta zorlanır. Tıpkı 1997, 1998 ve 2000-2001 krizlerinde olduğu gibi kredilerin baz riski artmış durumdadır. Burada ilginç olan husus en küçük oyuncu olan homo economicus ile en büyük veya dev kurumsal oyuncuların benzeşen finansal yaklaşımlarıdır.
Risk yönetiminin ve algısının, kurumsal ve bireysel oyuncular açısından bu denli benzeşmesini finansal sarhoşluktan başka açıklayacak bir kavram bulmakta zorlanıyoruz. Oturmak için değil, al-sat için emlak finansmanı bulan bireyin davranışıyla, en sofistike matematiksel modellemelerle finans türevlerini yönetmeye çalışan kurumlar benzer bir likidite tuzağının kurbanı oluyor. Neoliberal yaklaşıma göre, mezkur çalkantılar vuku bulsa da, kapitalizmin muhayyel eli ya da mehdisi illaki sisteme müdahil olacak ve sistemin yaşanan tahribatı kendi kendine tamir etmesini sağlayacaktır. Oysa cari sistemi Minsky’nin veçhesinden okuduğumuzda, “Kapitalist sistemin iç dinamikleri, finansal işleyişten istikrarsızlık sonucunu tabii olarak doğurur. Fiyat ve meta değeri ünsiyetinin, kırılgan finansal sistem içerisinde finans krizleri doğurması normal fonksiyonel olaylardandır.” yaklaşımına itibar edebiliriz. Başka bir deyişle, finansal krizlerde yeni bir halden ziyade bir deja vu hali aramak daha gerçekçi olacaktır.
‘Yeni’ krize sebep olan sistem nedir? Özetle ipotekli konut kredilerinin menkulleştirilmesi sonucunda ortaya çıkan ürünlerden olan tahvillerin finansal sirkülasyon içerisinde oluşturduğu riskler bulunuyor. Burada sorun kalitesiz kredilerin tahviller içerisinde finansal araçlarla eritilmesi ya da saklanmasından kaynaklanıyor. Çürük sebzelerle, Fransız mutfağının lezzetsiz ama süslü yemeklerini andıran bir mutfak çalışması yapar gibi kredi riskleri kaliteli varlık portföyü haline getiriliyor. Bu portföyler finansal sistemin içerisinde hakiki risk payları bilinmeksizin dolaşmaya başlıyor. Geriye sadece tahmin yürütmek kalıyor. Mesela son kriz öncesinde subprime denilen yüksek riskli kredilerin miktarının 1,5 trilyon dolara ulaştığı tahmin ediliyor. Bu denli büyük bir kredi miktarını finansal sistemin içerisine yedirebilmek elbette Minsky’nin altını çizdiği finans inovasyonuyla inşa edilen spekülasyon döngüsüyle doğrudan ilişkili. İşin hazin yanı, bu acımasız döngüyü tarif eden birçok Ortodoks iktisatçının, mağdurların, ezilenlerin finansal imkanlara kavuşmasını finansın demokratikleşmesi olarak görmeleri. Kerameti kendinden menkul finansal demokratikleşme, gelir dağılımında en adaletsiz bölgeye yığılmış geniş kitleleri demokrasiyle buluşmak pahasına daha da fakirleştirebiliyor.
Minsky, şirketleri fonların kaynakları ve kullanımı temelinde üçe ayırır: Güvenli, spekülatif ve Ponzi şirketler. Ponzi şirket, kârları borç servisini (faiz+anapara) döndürmeye yetmeyen şirkettir. Bu ise borç servisi için borç bulma çelişkisini doğurur. Minsky’ye göre bu döngünün başlaması finansal krizin tetiklenmesi anlamına gelir. Döngünün anlamı, yeni finansmanın eski borçlar için kullanılmasıyla finans arzının ve yatırımın düşmesidir. Yatırımlar azalınca geri dönüş oranları azalır, nakit akışı geriler ve borç servisinin daha fazla nakit akışından pay alması başlar. Finansman arzı düşerken faizler artar, elâstikiyetsiz finansman talebi büyür, şirketin likidite şartları bozulup yeni finansmana girmek zorunda kalır. Sonuçta şirket borç servisini dönüştürmek için varlık satışına gider. Sistem kabaca bu mekanizma üstünden yürümektedir. Finans kapitalizminin çeşitlendirilmiş araçları ve renkli teknikleri ise yaşanacak kısır döngüyü ya da krizi engelleyen mekanizmalar değil, aksine ‘döngü’(ler)den nemalanmak için var olan sistemin sofistike hale gelmesidir.
Finans kapitalizminin Ponzi şirketler ve yatırımlar üzerinden yürümesi, sistemik bir kriz olmaktan ziyade cari yapısıyla olabileceği tek şeydir. Burada garip olan her krizin ortaya çıkışında ve sonrasında duyulan şaşkınlıktır. Yaratıcı bir tahripkârlık üzerinden yürüyen sistemin, finans kapitalizmine biçtiği mekanik rol “şirket şirketin kurdudur” ilkesinden öteye geçemez. Dolayısıyla modern dönemde, özellikle de Bretton Woods sonrasında finans krizlerini şaşkınlıkla karşılamak yerine, niye geciktiğini araştırmaya çalışmak bizleri daha zihin açıcı bir noktaya götürebilir. Ezcümle işlerin açıldığı dönemlerde yani likiditenin bollaştığı yıllarda, garibanların sırtından elde edilen ve finansal teknikler/türevlerle boyanarak uluslararası tahvillere dönüşen ipotek kredileri balonunun patlaması hazin son değil. Olayın gidişatı zaten tuhaftı!
Paylaş
Tavsiye Et