2006 ORTASINDA “al götür ticareti”, şimdi ise “ipotekli ev” sektöründeki batık kredi sorunu… İkisinin arkasında da piyasalarda kör mayın gibi dolaşan bol para var. Buna bir de aç gözlü kapitalistin denetimsiz kâr dürtüsü ilave edildiğinde verimsiz, akıldan uzak yatırımlar karşımıza çıkıyor. Bu ne ilk, ne de son! Bu büyük depremden kimlerin nasıl kârlı çıkacağını dikkatle izlemek lazım. Seçeneği olmadığından dolayı Türkiye de bu dibe doğru yarışa katılmış durumda. Biz şimdilik “paradigma içinde kalarak” dış şoklara karşı ne durumda olduğumuza bakalım. Bir ülkenin dış şoklara karşı direncini ölçen kesin kriterler yok. En iyisi zaafları yok etmek. Borsa, kur ve faiz her gün konuştuğumuz hususlar olsa da, olup bitenlere karşı konumumuzu belirlemek için sadece para piyasalarına bakmak son derece yanıltıcı olabilir.
Geçmiş deneyimler bize ne durumda olduğumuz hususunda bazı öğretici bilgiler sunuyor. Örneğin 2000 yılındaki gelişmelerin sonunda, 2001 yılında Türkiye ekonomisi çöktü. Öyleyse, bugünkü verileri, 2001 krizine götüren 2000 yılı verileri ile mukayese ederek Türkiye’nin mevcut durumunu anlamaya çalışalım. Tablo 1’de, bir yandan ihracat gelirlerinin kısa vadeli dış borcu ve tüm dış borç servisini (anapara + faiz) karşılama oranlarının, diğer yandan rezervlerin düzeyinin oldukça iyi bir durumda olduğu açıkça görülüyor. Yine, ihracatın ithalatı karşılama oranı gayet iyi durumda. Son olarak cari açık ve enflasyon da şimdilik kontrol altına alınmış gözüküyor.
Güçlü dış âlem göstergeleri ve uzun vadeli büyüme potansiyeli ile Türkiye, artık sermayenin panik halinde kaçacağı bir ülke değil. Güçlenen ekonomik yapı Türkiye’ye dış ortam düzeldiğinde hızla düzelecek bir imkân sunuyor. Öte yandan dış âlemdeki muhtemel kötüleşmenin etkisiyle kur, faiz ve büyüme rakamlarının ne tür sonuçlar oluşturacağı da hesaplanmalı. Hazine, yaşanabilecek ekonomik şoklara karşı daha önce bir senaryo geliştirmişti. Bu senaryoyu bir kez daha önümüze koyarak düşünelim.
Tablo 2’de yer alan senaryoya göre, yeni liranın %10 kadar değer kaybetmesi durumunda, Türkiye’nin net borç stokunun GSMH’ye oranının %1,1 kadar artması bekleniyor. Reel faizlerin 5 puan kadar artması ise aynı oranın %1,8 kadar yükselmesine neden oluyor. Öte yandan, başta enflasyon olmak üzere cari açığı da azaltmak adına ekonomide göreceli bir yavaşlama isteniyor. Bu sene ekonominin %5 kadar büyümesi hedefleniyor. Büyüme oranında geçen seneye kıyasla yaklaşık 2 puanlık bu kayıp sonrasında, borç stokunun milli gelire oranı %1 kadar artacak. Bütün bunlar ne anlama geliyor? Bunlar, Türkiye’nin geldiğimiz aşamada riskleri dengeleme konusunda oldukça iyi bir yönetim gerçekleştirdiğini gösteriyor. Yani, Hazine bütün yumurtaları tek bir sepete koymuyor. Yukarıdaki senaryo kamu borç stokunu ilgilendiriyor. Oysa gelişmelerin başka hedefleri nasıl etkilediği de hesaba katılmalı.
Ekonomi soğurken işsizlikteki düşme eğilimi de durur. Bir yan etkiyi yok etmek istediğimiz zaman, başka yan etkiler kendini gösteriyor. Bu noktada dengeyi bulmak ve gerekli bedeli ödemeyi kabul etmek gerekiyor.
Yükselen kur nedeniyle cari açık, enflasyon ve şirketlerin borç durumu da düşünülmeli. Öyle gözüküyor ki, Türkiye’de yükselen kurun cari açığı kapatma yönünde bir katkı yapması da kesin değil. İthal ara mallarına olan yüksek derecede bağımlılık ile petrolün ve diğer enerji girdilerinin düşük ithalat esnekliğine bir de pahalı kur ilave edildiğinde, cari açığa beklenen katkının doğrudan kurdan değil, ancak ekonominin daralmasından gelebileceği görülüyor. Bunun ne tür bir ‘katkı’ olacağı da tartışmalı. Zira büyüme sayesinde birçok hastalık setrediliyorken, büyüme yavaşladığında birçok zafiyet ortaya çıkıyor. Tıpkı hasta düşen bir bünyede birçok marazın veya arazın ortaya çıkması gibi.
Yeri gelmişken, petrole birkaç cümle ayıralım. Dünya ekonomisindeki hassasiyet nedeniyle, halen 70 dolar civarında dalgalanan petrol fiyatlarının hızla gerilemesi oldukça muhtemel. Petrol fiyatlarını, reel petrol arzı ve talebinden ziyade beklentiler ve hedge fonların odaklandığı spekülatif hareketler belirliyor. ‘Beklenti’ dediğimiz şey ise birçok kez “yağdı yağmur, esti rüzgar” nevinden olup, spekülatif hareketlere kılıf olarak uyduruluyor. Aksi takdirde daha sene başında 50 dolara kadar düşen petrol fiyatlarının yazın bir anda 80 doları görmesinin akla sığar bir açıklaması yok. İşte şimdi ilgili kesimler, petrol fiyatlarında durumunu normalleştirmek zorunda. Bu gelişmeler, enflasyon ve cari açık açısından bizim lehimize seyredecek.
Ayrıca döviz kuru enflasyon geçişkenliğinin yüksek olması da enflasyonla mücadele hedefini olumsuz yönde etkileyebilir. Yaşanan gelişmeler nedeniyle faizin tekrar yükselmesi ve tüketimin uyumaya devam etmesi ise enflasyon bağlamında işleri kolaylaştıracak gibi. Kamu harcamalarındaki disiplinin de kendini göstermesiyle Merkez Bankası’nın sonbaharda faiz indirimine gideceği beklentisini muhafaza edebiliriz.
Elbette yükselen kurun, şirketlerin kısa vadeli borçları üzerinden reel ekonomiye ve oradan da bankacılık sektörüne yansıması olacaktır. Ancak bu etkinin boyutu düşük kalacak gibi görünüyor. Şöyle ki, 2001 krizi sonrasında Türk bankacılık sistemi oldukça sağlam ölçme ve değerlendirme yöntemleri kullanıyor ve sistem sıkıca denetleniyor. Nitekim yaşanan bu küresel kriz ortamına rağmen bizim bankalarımız oldukça sağlam bir sermaye yapısına sahip. Sarsıntıların reel sektöre sıçramaması durumunda bankacılık kesiminin bu sarsıntıya dayanma kabiliyeti oldukça yüksek görünüyor.
Öte yandan şirketlerin borçlarının sağlam kaynaklara dayandığı ve daha çok uzun vadeli ucuz proje kredisi şeklinde olduğu ifade ediliyor. Şirketlerin risk yönetimini ne kadar öğrendiklerini şimdi cümleten görmüş olacağız.
Gelinen noktada Türkiye çok çalışarak bir büyük meydan okumayı başarmalı, zorunlu olarak boyun eğdiği cari açık, yüksek reel faiz ve sıcak para gibi kırılganlıklara mahal veren yapıyı milli birlik ve beraberlik içinde ortadan kaldırmalı. Karşı karşıya kaldığımız sorun, kısa vadeli iktisat politikalarıyla aşılacak cinsten değil. Bu minvalde hükümete düşenden çok daha büyük görev hanehalkına, şirketlere ve girişimcilerimize düşüyor.
Paylaş
Tavsiye Et