Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (March 2010) > Dünya Siyaset > ABD-İsrail-İran üçgeninde nükleer restleşme
Dünya Siyaset
ABD-İsrail-İran üçgeninde nükleer restleşme
Ebru Afat
11 ŞUBAT’TA İslam Devrimi’nin 31. yıldönümünü kutlayan İran, içeride rejimin gittikçe muhafazakârlaşıp otoriterleşen karakterine yönelik geniş halk kesimlerinin muhalefetiyle karşılaşırken, dışarıda nükleer faaliyetlerine yönelik ABD ve İsrail’in başını çektiği uluslararası baskıların üstesinden gelmeye çalışıyor. İran’da 12 Haziran 2009’da yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerini yeniden Mahmud Ahmedinejad’ın kazandığının ilan edilmesi üzerine, muhalif adaylardan Mir Hüseyin Musevi taraftarlarının başlattığı protesto gösterileri, güç kullanılarak bastırılmıştı. Fakat rejimin günlük hayatı etkileyen bazı baskıcı uygulamalarının değişip daha özgür ve demokrat bir karakter kazanmasını isteyen reformist halk kesimleri, her fırsatta Cumhurbaşkanı Ahmedinejad’ı, Devrim Muhafızları’nı ve kendilerini İslam rejimini yıkmayı hedeflemekle suçlayan dinî lider Ayetullah Ali Hamaney’i protesto etmekten geri durmuyorlar. Bu haliyle İran İslam Cumhuriyeti zorlu bir dönemeçten geçiyor.
 
İran’ın Nükleer Israrının Realitesi
Bir kısmı ABD’nin tek taraflı olarak uyguladığı, bir kısmı da Washington’ın baskısıyla BM Güvenlik Konseyi’nden çıkan ve ülkenin petrol-doğalgaz ile ulaşım endüstrisini zayıflatan ambargo kararlarına rağmen İran, egemenlik hakkı olarak gördüğü nükleer teknolojiye sahip olma çabalarını sürdürüyor. BM Güvenlik Konseyi’nin tamamı nükleer silah sahibi olan üyeleri (ABD, İngiltere, Fransa, Çin ve Rusya) ve nükleer teknolojiyi kullanan ama nükleer silahı bulunmayan Almanya’dan oluşan 5+1 ülkeleri ile İran arasındaki müzakereler, Ekim 2009’da İsviçre’nin Cenevre kentinde yeniden başladı. Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (IAEA), İran’ın elindeki %3,5 oranında zenginleştirilmiş 1.500 kg uranyumun 1.200 kg kadarını Rusya ile Fransa’ya gönderip %20 oranında zenginleştirilmiş olarak geri alması önerisini sundu. Ancak Tahran’ın çekinceleri üzerine uranyumun IAEA’nın gözetiminde Türkiye’de depolanması gündeme geldi. İran, güven duyduğu Türkiye’de depolanma önerisine sıcak yaklaşsa da, elindeki uranyumun neredeyse tamamını bir anda yurtdışına göndermek istemediği için bir uzlaşmaya varılamadı.
Cumhurbaşkanı Ahmedinejad’ın 7 Şubat’ta İran’ın uranyumu %20 oranında zenginleştireceğini söylemesi ve zenginleştirme işlemlerinin 9 Şubat’ta Natanz’daki tesislerde başladığının açıklanması üzerine ABD ve Batılı müttefikleri ile İran arasındaki ipler bir kez daha gerildi. İngiliz basınından The Guardian’ın 22 Şubat, Amerikan basınından The New York Times’ın ise 26 Şubat’ta verdikleri haberlerde yer alan IAEA’nın 18 Şubat tarihli son İran raporunda yer alan bazı ifadeler, Tahran’ın kararlılığını ortaya koyarken uluslararası kamuoyunu da şaşırttığını gösteriyordu. Haberlere göre raporda, İran’ın 14 Şubat’ta 1.950 kg civarında düşük düzeyde zenginleştirilmiş uranyumu, IAEA denetçileri gözetiminde Natanz’daki yeraltı deposundan çıkararak yüksek zenginleştirme işlemini gerçekleştirmek üzere küçük bir tesise yerleştirdiği belirtiliyor.
İsrail’in olası saldırısına karşı nükleer tesislerini yeraltına kuran İran’ın, İsrail için adeta hedef gösterircesine uranyumu ortalığa çıkarmasının sebebi hakkında çeşitli spekülasyonlar var. ABD’li yetkililer İran’ın uranyumu, zenginleştireceği büyük santrifüjlere yerleştirmek için taşımaktan başka çaresi olmadığını ifade ederken, bazı yorumcular da Tahran’ın Tel Aviv’i bir hava saldırısına kışkırtmaya çalıştığını öne sürüyorlar. Bu teze göre, İran’daki İslami rejimin sembolü ve ordunun dışında ayrı bir güç odağı olarak, Haziran 2009 seçimlerinden beri ülkedeki muhalefet üzerinde yoğun baskı kuran Devrim Muhafızları, İsrail’in İran’a önleyici bir saldırı gerçekleştirmesini sağlayarak tüm ülkeyi düşmana karşı birleştirmeyi, böylelikle muhalifleri susturmayı hedefliyor. 2007’de Suriye’de yapımı sürdüğü iddia edilen bir nükleer reaktöre hava saldırısı düzenleyen ve İran’a karşı acilen petrol ambargosu başlatılması çağrıları yapan İsrail’in, ABD’yi bir askerî operasyona ikna etmeye çalıştığı, bunun gerçekleşmemesi halinde, Başbakan Benyamin Netanyahu’nun tek başına harekete geçebileceği konuşuluyor.
Batı’da son zamanlarda Devrim Muhafızları’na yapılan vurgu, İran yönetiminin nükleer meseledeki tek sesli görüntüsünün bozulmak üzere olduğunu, nükleer faaliyetlere mutlaka devam edilmesi kararının arkasında büyük ölçüde Devrim Muhafızları’nın durduğunu düşündürüyor. ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın, İran’ın bölgedeki ağırlığından rahatsızlık duyan Katar ve Suudi Arabistan’a Şubat ayı ortasındaki ziyareti esnasında yaptığı bir konuşmada, İran’ın gittikçe bir askerî diktatörlüğe dönüştüğünü söylemesi ve doğrudan Devrim Muhafızları’nı hedef alması, ABD’nin İran’ın karar alma mekanizmalarında çatlaklar oluşturmaya oynadığını gösteriyor. Suudi Arabistan’ın, İran’a askerî operasyona pek sıcak bakmaması ve İran’a ağırlaştırılmış bir ambargoya şimdiye kadar karşı çıkan Çin’i ikna edebilmek için petrol üretimini artırma önerisine de fiyatları düşüreceği gerekçesiyle karşı çıkması, ABD’nin işinin kolay olmayacağının kanıtı. Ancak ABD Başkanı Barack Obama’nın, selefi George W. Bush döneminde oldukça gerilen Rusya ile ilişkileri yumuşatmak için Doğu Avrupa’ya füze savunma kalkanı yerleştirme projesinden vazgeçmesi üzerine Moskova, İran’a yeni ambargoları destekleyebileceğinin sinyallerini veriyor. Rusya’nın Şubat ayında, 2007 tarihli bir anlaşma uyarınca İran’ın satın aldığı S-300 füzelerinin teslimini, teknik bir arıza olduğu gerekçesiyle ertelemesi bu olasılığı güçlendiriyor.
Soğuk Savaş döneminde ABD’nin Ortadoğu’daki en önemli müttefiklerinden olan Şah yönetimindeki İran’ın 1970’lerde bu ülkenin desteğiyle başlayan nükleer macerası, 1979’daki İslam Devrimi’nin ardından özellikle de 1980-88 yıllarındaki İran-Irak Savaşı’nın etkisiyle duraksamış, 1990’larda Çin ve Rusya’nın desteğiyle yeniden canlanmıştı. Ancak Filistin’de Hamas ile İslami Cihad, Lübnan’da ise Hizbullah gibi İsrail işgaline karşı mücadele veren İslami eğilimli örgütleri destekleyen ve Ortadoğu’daki nüfuzunu sürekli artıran bir İran’ın nükleer arzusu, bu ülkeyi varlığına karşı bir numaralı tehdit olarak algılayan İsrail tarafından her ne pahasına olursa olsun durdurulmak isteniyor. İran’ın, bir füzeye yerleştirilecek nükleer başlık için uranyumun %90 oranında zenginleştirilmesi gereğini yerine getirebilmesi çok zor olsa da, elindeki nükleer silahlara rağmen bölgedeki hiçbir ülkenin değil nükleer silah edinmesi, bunu yapabilme olasılığına dahi tahammül edemeyen İsrail, İran’ın nükleer kapasitesinin bitirilmesi, bu olmuyorsa da güdükleştirilmesi için bastıracaktır. İran’a yönelik askerî bir müdahale, Türkiye’nin 2002’den beri Ortadoğu’da oluşturmaya çalıştığı barış ortamını yerle bir edeceği gibi, ABD’nin bölgesel çıkarları açısından da bir fayda getirmeyecektir. Dolayısıyla içerideki tüm altüst oluşlara rağmen Türkiye’nin, İran’a yönelik bir askerî müdahaleyi önlemek için var gücüyle uğraşması kaçınılmazdır.

Paylaş Tavsiye Et