Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Dosya
Latin Amerika’nın şiddet sarmalında terör
Ebru Afat
SOĞUK Savaş boyunca ABD ile Sovyetler Birliği’nin en hareketli ideolojik çatışma alanı olan, 1990 sonrasında da sahip olduğu enerji kaynakları ve küresel ekonomi için önemli bir pazar niteliği gösteren nüfusu ile stratejik önemi daha da artan Latin Amerika’daki terör hareketleri, bölgenin çok katmanlı şiddet sarmalının kanlı unsurlarından biridir. Uyuşturucu ve silah kaçakçılarının, istihbarat örgütlerinin, isyancı grupların, paramiliter güçlerin ve baskıcı yönetimlerin baş rolleri paylaştıkları bu oyun içinde, farklı aktörler farklı amaçları gerçekleştirmek için teröre başvurmayı tercih etmektedirler.
Terör kelimesi Latin Amerika ile bağlantılı olarak ilk defa, ABD’nin eski Dışişleri Bakanlarından John Dulles tarafından kullanıldı. Guatemala’da demokratik bir seçimle işbaşına gelen Jacop Arbenz başkanlığındaki hükümetin 1954’te ABD destekli bir darbeyle devrilmesinden sonra dönemin ABD Dışişleri Bakanı Dulles, Arbenz’in yönetiminde Guatemalalıların “Komünist tipte bir terörizm” altında yaşadıklarını ifade etti. Ancak Guatemala hükümetini halkına terör uygulamakla suçlayan ABD’nin bu müdahalesinden sonra ülkede demokrasinin sona ermesi ve ABD destekli diktatörlüğün kırk yıl boyunca uyguladığı “devlet terörü” sebebiyle yüz binden fazla sivilin hayatını kaybetmesi oldukça düşündürücü. Arka bahçesi olarak gördüğü Latin Amerika’da, Sovyet yayılmacılığını durdurmaya çalışan ABD’nin bölgedeki müdahaleleri ve bu müdahaleler sonrasında yaşanan devlet terörü uygulamaları birbirini takip etti. Şili devlet başkanı Salvador Allende’yi 1973’te CIA destekli bir darbeyle deviren General Augusto Pinoche’nin dikta yönetimi, yıllar boyu devlet terörünün en korkunç örneklerini sergiledi. Arjantin’den Brezilya’ya, Honduras’tan El Salvador’a, Bolivya’dan Nikaragua’ya kadar neredeyse bütün Latin Amerika’da benzer bir süreç yaşandı. ABD’nin desteğiyle işbaşına gelen baskıcı hükümetlerin, yine ABD’nin askeri ve ekonomik desteğiyle kendi halklarına karşı yürüttükleri baskı ve sindirme politikaları birçok sivilin yaşamını söndürdü.
Latin Amerika’da yaşanan terör hareketleri, elbette sadece “devlet terörü” uygulamalarından ibaret değildi. Soğuk Savaş boyunca bölge ülkelerinde Marksist ideolojiyi benimseyen ve mücadele yöntemi olarak terörü seçen birçok örgüt kuruldu. 1960’ların sonlarında Peru’da ortaya çıkan Aydınlık Yol (Sendero Luminoso), Latin Amerika’nın uluslararası alanda en çok tanınan gerilla örgütüydü. Soğuk Savaş döneminin en kanlı örgütlerinden biri olan Aydınlık Yol’un 1980’den itibaren Peru’da gerçekleştirdiği bombalama, suikast ve adam kaçırma gibi terör eylemleri sonucu 30 bin kişi hayatını kaybetti. Örgüt, Latin Amerika’nın uyuşturucu trafiğine de dahil oldu. Ancak 1992’de örgütün kurucusu ve lideri Abimael Guzman’ın yakalanmasından sonra örgüt çözülme sürecine girdi.
1984’de yine Peru’da kurulan Tupac Amaru Devrimci Hareketi (MRTA), bölgenin terör tarihinde yer alan bir diğer örgüttü. 18’inci yüzyılda İspanyol sömürge yönetimine karşı mücadele eden isyancı lider Tupac Amaru’nun ismini alan örgüt, ABD’ye ait hedeflerin çoğunlukta olduğu çok sayıda terör saldırısında bulundu. Ancak 1996’da gerçekleştirdiği ve uluslararası alanda ismini duyurmasını sağlayan büyükelçilik işgal eylemi, örgütün sonunu getirdi. MRTA eylemcileri, Aralık 1996’da Peru’daki Japonya Büyükelçiliğini işgal ederek 72 kişiyi rehin aldılar. Dört ay süren işgal eylemi, Nisan 1997’de Peru özel kuvvetlerinin düzenlediği operasyonla sona erdi. Operasyon sırasında, 1992’de tutuklanan Victor Polay yerine örgütün başına geçen Nestor Cerpa’nın da aralarında bulunduğu 14 MRTA militanı da öldürüldü. Bu eylemden sonra Tupac Amaru da çözülme sürecine girdi.
Latin Amerika’nın terörden en fazla muzdarip olan ülkesi hiç şüphesiz Kolombiya’dır. Nobel ödüllü Kolombiya’lı yazar Garcia Marquez’in romanlarına da konu olan siyasi şiddet, 1940’ların sonlarından itibaren Kolombiya’da hayatın sıradan bir unsuru haline geldi. On binlerce insanın ölümüne, milyonlarca insanın da yer değiştirmesine veya ülkeyi terk etmek zorunda kalmasına yol açan Kolombiya’daki şiddet ve terör ağı, son derece karmaşık bir yapı arz ediyordu. Küba Devrimi’nin etkisiyle 1960’lardan itibaren ülkede çeşitli devrimci gerilla örgütlerinin kurulması, günümüze kadar sürecek olan bu kirli savaşın fitilini ateşledi. ABD destekli hükümetlerin gerillaları ezmek için askeri güç kullanmaları ve başlangıçta Kolombiya ordusunu, daha sonra da devrimcileri kendileri için tehdit olarak gören toprak sahipleri ile uyuşturucu baronları tarafından örgütlenen paramiliter güçlerin sivil halka karşı kontrolsüz bir şiddet uygulaması, ülkeyi kanlı bir iç savaşa sürükledi. Kolombiya’nın güneyindeki kokain ve afyon yetiştirilen alanları kontrol etme arzusu, nüfusun çoğunluğunu oluşturan tarım sınıfı üzerinde hakimiyet kurmak iddiasındaki gerillalar ile paramiliterler arasındaki mücadelede ön plana çıktı.
1963 yılında kurulan Kolombiya Ulusal Kurtuluş Ordusu (ELN), hem hükümete, hem de paramiliter güçlere karşı mücadele eden iki Marksist gerilla grubundan biridir. Kolombiya’daki çok uluslu şirketlerin yabancı uyruklu personellerini sık sık kaçırmakta ve yüklü miktarda fidye karşılığı serbest bırakmaktadır. ABD merkezliler başta gelmek üzere yabancı petrol şirketlerine bombalı saldırılar düzenlemektedir. ELN’nin geçtiğimiz Eylül’de iki İngiliz, dört İsrailli, bir Alman ve bir İspanyol’dan oluşan bir turist grubunu kaçırması, dünya kamuoyunun ilgisinin yeniden Kolombiya üzerinde toplanmasına yol açtı. İngiliz rehinelerden biri gerillaların elinden kaçmayı başarırken diğer rehinelerin kurtulması için uluslararası kuruluşlar seferber oldular. ELN, Katolik Kilisesi’nin de araya girmesi üzerine Alman ve İspanyol rehineleri Kasım’da, geri kalan beş rehineyi ise söz verdiği gibi Noel öncesinde serbest bıraktı.
Kolombiya’nın en büyük, en eğitimli ve en gelişmiş silah donanımına sahip olan gerilla örgütü olan Kolombiya’nın Devrimci Silahlı Güçleri (FARC), 1966’da Kolombiya Komünist Partisi’nin askeri kanadı olarak kuruldu. 1998’de Kolombiya’nın merkezinde İsviçre büyüklüğünde bir alanı “kurtarılmış bölge” ilan eden FARC, zaman zaman Kolombiya’nın komşuları Venezüella, Panama ve Ekvator’da da operasyonlar düzenlemektedir. 6-7 bin arasında silahlı üyeye ve çok geniş bir tabana sahip olan FARC, Kolombiya’nın siyasi ve askeri hedeflerine karşı silahlı saldırılarda bulunmaktadır. Fidye amaçlı adam kaçırmalar ve banka soygunları, FARC’ın eylem listesinde önemli bir yer tutmaktadır. Yabancı uyruklu kişiler, özellikle de Amerikalılar, adam kaçıma eylemlerinin hedefleri arasındadır. Kendisi de bizzat uyuşturucu kaçakçılığı yapan FARC, narko-terörist terimine de kaynaklık etmiştir. Hem FARC, hem de ELN, kendilerini destekleyen kokain ve afyon yetiştiricilerinden koruma ücreti almaktadır.
Kolombiya’da işlenen siyasi cinayetlerin %75’inden sorumlu olan aşırı sağcı paramiliter gruplar, Kolombiya’nın Birleşik Meşru Müdafaa Güçleri (AUC) adı altında birleştiler. 1997’de kurulan şemsiye bir örgüt olan AUC bünyesindeki çeşitli paramiliter grupların 10 bin civarında silahlı ve maaşlı üyesi bulunuyor. Kolombiya’da direnişçilere karşı mücadele etmek üzere sivillerden ve askeri personelden silahlı gruplar oluşturulması 1968’de yasal hale gelmişti. Kolombiya Yüksek Mahkemesi 1989’da bu tür oluşumların anayasaya aykırı olduğunu ilan etti. Ancak bu karara rağmen ordu ile özel güçler arasındaki gizli ilişkiler hâlâ devam ediyor.
BM ve AB, Kolombiya’da barışın sağlanması için taraflar arasında müzakerelerin devamına çalışıyor. Hükümet ile AUC arasındaki barış görüşmeleri sonucunda da, AUC 2005’ten itibaren silahlarını bırakmaya söz verdi. Ancak Kolombiya’daki terörün sona ermesi, ülkenin iç dinamiklerinin yanı sıra ABD’nin bölgeye yönelik stratejileriyle de yakından alakalıdır. ABD’-nin İsrail’den sonra en büyük askeri yardımı Kolombiya’ya yapması ve uyuşturucuyla savaş gerekçesiyle Kolombiya topraklarında doğrudan operasyonlar düzenlemesi, Kolombiya bataklığının daha da genişlemesine yol açıyor. Aşırı sağcı Alvaro Uribe Valez başkanlığındaki Kolombiya hükümetinin sol eğilimli Hugo Chavez liderliğindeki Venezüella hükümetini FARC’ı desteklemekle suçlaması da bölgedeki gerginliği tırmandırıyor. ABD’nin Latin Amerika’nın geleceğine müdahale etmekten vazgeçmesi durumunda yalnızca Kolombiya’da değil, tüm bölgede terörün en büyük gerekçelerinden biri ortadan kalkacaktır.  

Paylaş Tavsiye Et