Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Dünya Siyaset
Bana işkencecini söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim
Ebru Afat
GEORGE Bush’un 1 Mayıs 2003’te Irak’taki büyük askerî operasyonun sona erdiğini resmen ilan etmesinin sene-i devriyesinde, tüm dünya ABD’nin gerçekteki yenilgisiyle yüzleşti. CBS kanalı tarafından 28 Nisan akşamı 60 Dakika II isimli haber programında yayınlanan, Bağdat yakınlarındaki Ebu Garib hapishanesinde Iraklı esirlere işkence yapan Amerikan askerlerinin görüntüleri, savaşın kaybedildiğinin resminden başka bir şey değildi. Kafalarına kukuletaya benzeyen başlıklar geçirilmiş çıplak erkek esirler ile onları taciz eden kadın ve erkek Amerikan askerlerinin görüntüleri tüyler ürperticiydi. Söz konusu fotoğraflarda Iraklı esirler cinsel tacize uğruyor; ABD askerleri insan piramidi oluşturdukları veya yan yana dizdikleri esirlerin önünde veya arkasında gülümseyerek poz veriyorlardı. Fotoğraflar arasında dövülerek öldüğü belli olan, naylona sarılmış bir esir cesedi ile her tarafına elektrotlar yerleştirilmiş bir esirin görüntüleri de yer alıyordu.
Fotoğrafların kısa sürede tüm dünyaya yayılmasıyla yaşanan şok ve dehşet, Bush hükümetini sarsan büyük bir skandala dönüştü. George Orwell’ın “1984” romanındaki işkenceleri anımsatan görüntüler, ABD’nin Irak’a özgürlük ve demokrasi getirme iddialarını çürüttüğü gibi, savaş esirlerinin haklarını güvence altına alan Cenevre Konvansiyonu’nun da ihlali anlamına geliyordu. Peki Ebu Garib skandalının kökleri nereye uzanıyordu ve bu noktaya nasıl gelinmişti?
Bağdat’ın 20 mil dışına inşa edilmiş olan Ebu Garib hapishanesi, korkunç işkencelerai ve idamlarıyla Saddam Hüseyin’in korku rejiminin sembollerinden biriydi. Nisan 2003’te Saddam’ın devrilmesiyle başlayan yağmalama furyası sırasında büyük tahribata uğrayan bu dev cezaevi kompleksi, koalisyon güçleri tarafından restore edildi ve 4 Ağustos 2003’te ABD ordusunun yönetimindeki bir askerî hapishane olarak yeniden açıldı. Irak’taki askerî hapishanelerin yönetimi 2003 Haziran’ında 800. Askerî Polis Tugayı’na verilmiş ve tugayın komutanlığına da Janis Karpinski getirilmişti. Körfez Savaşı sırasında da görev almış bir asker olan Karpinski, aralarında Ebu Garib’in de bulunduğu üç büyük hapishaneyi, sekiz taburu ve çoğu kendisi gibi esir yönetimi konusunda eğitilmemiş 3400 yedek askeri yönetecekti.
Irak’taki askerî hapishanelerin esir sayısı, direnişin sertleşmesine paralel olarak artmaya başladı. Aralarında kadınlar ile on sekiz yaşından küçük gençlerin de bulunduğu Ebu Garib hapishanesindeki esir sayısı 2003 sonlarında 7000’e ulaşmıştı. Çoğunluğu ev baskınları ile kontrol noktalarındaki aramalarda gözaltına alınan sivillerden oluşan esirlerin en önemlileri, Ebu Garib’in 1-A ve 1-B isimli bölümlerde tutuluyordu. Bu bölümlerdeki esirler, el-Kaide üyesi olmak ya da direnişi örgütlemek suçuyla gözaltına alınmışlardı ve onların vereceği bilgiler, ABD ordusu tarafından direnişi bastırmak için kullanılacaktı. 1-A ve 1-B bölümlerinin gardiyanlığı görevi 15 Ekim 2003’te, 800. Askerî Polis Tugayı’na bağlı 320. Askerî Polis Tümeni, 372. Askerî Polis Birliği’ne verilmişti. Ancak askerî istihbarat elemanları ile CIA ajanları da 1-A ile 1-B’deki esirler sorgulamak istiyorlardı. Bu da askerî polisler ile istihbarat ekipleri arasında gerilime yol açıyordu.
ABD’nin Irak’taki işgal güçleri komutanı Korgeneral Ricardo Sanchez, Ekim 2003’te, ordu hukuk icra şefi Tümgeneral Donald Ryder’ı, Irak’taki hapishane sistemini incelemekle görevlendirdi. Ryder, 5 Kasım 2003’te sunduğu raporunda, Irak’taki hapishanelerde geniş çapta insan hakları, eğitim ve insan gücü sorunları bulunduğunu ifade etti. Ryder raporunda, askerî polisler ile istihbarat ekipleri arasındaki gerilimin ciddi endişeye yol açtığından da bahsediyordu. Sanchez, Ryder’in raporundaki uyarıları göz ardı etti ve 19 Kasım’da Ebu Garib’in komutanlığına 205. Askerî İstihbarat Tugayı Komutanı Albay Thomas Pappas’ı atadı. Pappas’ın Ebu Garib komutanı olarak atanmasından sonra istihbarat ekipleri ile CACI ve Titan gibi özel savunma şirketlerinin elemanları, 1-A ve 1-B esirlerinin sorgulamalarında baskın konuma geldiler.
Bu uygulama, Savunma Bakanı Donald Rumsfeld’in 11 Eylül’den sonra oluşturma emrini verdiği “Special Access Program (SAP)” adını taşıyan çok gizli bir programa dayanmaktaydı. Söz konusu program, Bush yönetiminin terörle savaşında yüksek değer taşıyan hedeflerin öldürülmesi, yakalanması ve sorgulanmasında ileri gidilmesine üstü örtülü onay veriyordu. SAP, işgalden sonra Irak’taki bazı operasyonlar sırasında da uygulanmıştı. İşgal güçlerinin istihbarat zaaflarının çoğalması ve direnişin güçlenmesi üzerine Rumsfeld ile programda en etkin şekilde görev alan Pentagon yetkililerinden biri olan Savunma İstihbarat Müsteşarı Stephan Cambone, SAP’ın faaliyet alanını genişletme kararı aldı. Böylece prosedür dışı yöntemler Ebu Garib’e taşınmış oldu.
Ebu Garib skandalının kamuoyuna çıkmasını sağlayan süreç 372. Birlik’teki askerî polislerden biri olan Uzman Joseph Darby’nin 13 Ocak’ta, Ordu Suç Araştırma Bölümü’ne Ebu Garib hapishanesinde çekilmiş fotoğrafların yer aldığı bir CD vermesiyle başladı. Fotoğraflarda 372. Birlik’ten askerlerin Iraklı esirlere gayri insanî davranışlarda bulundukları görülüyordu. Bu fotoğraflar, 320. Tümen’deki bilgisayarlardan kopyalanmıştı. Korgeneral Sanchez, 19 Ocak’ta astlarına 800. AP Tugayı’na yönelik inceleme başlatılması emri verdi. Tümgeneral Antonio Taguba 31 Ocak’ta bu incelemeyi yürütmekle görevlendirildi. Taguba’nın işi fazla zor olmadı; zira ortada bol malzeme vardı. Esirlere yapılan işkenceler, sorgulama sürecinin bir parçası olarak, fotoğraflar ve video kasetleri ile kayda alınmıştı. Tümgeneral Taguba, hazırladığı 53 sayfalık ayrıntılı raporu 26 Şubat’ta üstlerine sundu. Raporda şu ifadeler yer alıyordu: “Ekim ve Aralık 2003 arasında Ebu Garib hapishane binasında birçok esir çok sayıda sadistçe, kaba ve açıkça suç teşkil eden kötü davranışlara maruz kaldı. Esirlerin maruz kaldığı bu sistemli ve kanundışı davranışlar, Ebu Garib hapishanesinin 1-A bölümündeki askerî polis muhafız gücünün mensupları tarafından kasıtlı olarak yapılmıştır”.
Taguba, askerî polislerin esirlere yaptıkları hareketleri, yumruklama, tokatlama, tekmeleme; çıplak kadın ve erkek esirlerin videoya kaydedilmeleri ve fotoğraflarının çekilmesi; fotoğraf için çeşitli cinsel pozisyonlara girmeye zorlanmaları; esirlerin elbiselerinin çıkarılması ve günlerce çıplak bırakılması; çıplak erkek esirlerden bir küme oluşturulması ve bunun üzerine atlanılması; bir erkek askerî polis muhafızının bir kadın esirle cinsel ilişkiye girmesi; esirleri korkutmak için askeriye köpeklerinin ağızlık takılmadan kullanılmaları ve en az bir olayda çok sayıda esirin ısırılarak yaralanması; ölü esirlerin fotoğraflarının çekilmesi olarak sıralıyordu. Taguba, birçok esirin ifadesine dayanarak şu eylemlerin yapıldığını da raporuna ekliyordu: Esirlerin üzerine kimyasal sıvı dökülmesi, soğuk su sıkılması; esirlerin süpürge sapı ve zincirle dövülmesi; erkek esirlerin tecavüzle tehdit edilmesi… Taguba’ya göre esirlerin ifadeleri oldukça gerçekçiydi ve birçok görgü tanığı tarafından da doğrulanıyordu. Taguba, bu davranışları yapan askerlerin derhal yargılanması gerektiğini belirtirken, askerî polislere bu hareketleri yapma emrinin askerî istihbarat elemanları tarafından verildiğini de açıkça dile getiriyordu.
Taguba’nın raporundan sonra 800. AP Tugay Komutanı Janis Karpinski görevinden alındı ve 372. Birlik’e bağlı Kurmay Çavuş Ivan Frederick, Uzman Charles Graner, Çavuş Javal Davis, Uzman Megan Ambuhl, Uzman Sabrina Harman, Uzman Jeremy Sivits ve Er Lynndie England hakkında, Iraklı esirlere kötü muamelede bulunmak suçuyla soruşturma başlatıldı. Bu arada skandalın ortaya çıkmasına kaynaklık eden görüntüler, gazetecilerin eline ulaşmaya başladı. CBS söz konusu fotoğrafları 28 Nisan’da, süreçle ilgili hiçbir isim ve detay vermeden yayınlamıştı. Ancak Pulitzer ödüllü gazeteci Seymour Hersh, 30 Nisan’da haftalık New Yorker dergisinin internet sitesinde yeni fotoğraflar eşliğinde Taguba Raporu’nu da yayınlayıp olayın ayrıntılarını kamuoyuna duyurdu. Hersh’ten sonra diğer medya kuruluşları da olayı derinlemesine araştırmaya başladı.
Ebu Garib skandalının patlak vermesinden sonra ABD Kongresi derhal inceleme başlattı. Başta Savunma Bakanı Donald Rumsfeld olmak üzere, olayda sorumluluğu bulunan üst düzey yetkililer Senato ve Temsilciler Meclisi’ndeki komisyonlar önünde ifade vermeye başladılar. 6 Mayıs’ta Beyaz Saray’da Ürdün Kralı Abdullah ile birlikte yaptığı basın toplantısı sırasında açıkça özür dileyen Bush, bunun bir avuç kişinin yaptığı bir eylem olduğunu söyledi. 7 Mayıs’ta Kongre üyelerinin sorularını cevaplayan Rumsfeld de skandalın tüm sorumluluğunu üzerine aldı; ancak o da tıpkı Bush gibi bunun istisnaî bir durum olduğunu iddia etti. Fakat Iraklı esirlere yapılan işkenceleri gösteren 1800 fotoğrafı ve bazı video kayıtlarını inceleyen Kongre üyeleri bunun sistematik ve yaygın bir uygulama olduğu izlenimini edindiler. 14 Mayıs’tan itibaren Ebu Garib’deki tutuklular gruplar halinde serbest bırakılmaya başlandı. Resmen suçlanan yedi askerden biri olan Uzman Jeremy Sivits 19 Mayıs’ta Bağdat’ta yargılandı. İşkence fotoğraflarını çeken Sivits, diğer altı asker hakkında tanıklık etmeyi kabul ettiği için bir yıl hapis ve ordudan ihraçla cezalandırıldı. Davis, Graner ve Frederick’in duruşmalarının da 21 Haziran’da yapılması kararlaştırıldı.
Bush hükümeti, hiçbir meşruiyet kaygısı taşımadan sadece rakipsiz askerî gücüne güvenerek Irak işgaline başladı. Ancak bugün gelinen noktada, uluslararası ilişkilerde meşruiyetin de başlı başına bir güç unsuru olduğu kanıtlandı. Ebu Garib skandalı, Rambo olmadıkları zaten malum olan Amerikan askerlerinin insanî özelliklerini de tartışmaya açarken, kontrolsüz gücün güç olmaktan çıkıp nasıl yıkıcı bir ateşe dönüşebileceğini bir kez daha gösterdi.
 
George W. Bush
Kardeşi Florida Valisi Jeb Bush’-un eyaletinde yaşanan oy sayım skandalı sonrasında 43. Amerikan Başkanı oldu. Irak’a savaş açma sebebi olan kitle imha silahları hâlâ bulunamadı.
 
Savunma Bakanı Donald Rumsfeld
Ona göre Ebu Garib’de yaşananlar yaygın bir uygulama değil, sınırlı sayıda kişinin yaptığı istisnai bir uygulama: “Iraklıları serbest bırakınca direnişçi oluyorlar; hapse atınca da işkence görüyoruz diye ortalığı ayağa kaldırıyorlar. Acaba hepsini birden Mars’a mı göndersek…”
 
General Richard Myers
ABD Ordusunun Genelkurmay Başkanı. Kongre’deki ifadesi sırasında Taguba raporunu okumadığını iddia etti.
 
Korgeneral Ricardo Sanchez
ABD’nin Irak’taki en üst düzey askeri yetkilisi. Ebu Garib skandalı ile ilgili ilk cezalandırma emrini o verdi. Askerî ve sivil istihbarat görevlilerinin hapishanelerde etkinlik kurmasına göz yumdu.
 
Tugay Komutanı Janis Karpinski
Taguba raporunda yönetim zaafı gösterdiği söylenen ve soruşturma başladıktan sonra görevinden alınan Karpinski, Ebu Garib’de yapılan işkencelere dair hiçbir bilgisi olmadığını iddia ediyor.
 
Kurmay Çavuş Ivan Frederick (37)
 Sivil hayatta da hapishane görevlisi olan “Chip” lakaplı Frederick, bilgi almak için mahkumlara işkence yapan iki askerden biri. Suçlu olduğunu kabul etmeyen Frederick, ordunun Iraklı mahkumlara işkence yapılmasına izin verdiğini iddia ediyor.
 
Er Lynndie England (21)
Çıplak mahkumlar önünde ağzında sigarasıyla gülümseyerek verdiği pozlarla, Irak işgalinin utanç sembolü haline geldi. Hamile olan England’ın çocuğu, annesinin yaptıklarını bilseydi acaba doğmak ister miydi?
 
Uzman Jeremy Sivits (24)
Ebu Garib skandalından dolayı yargılanan ilk asker. Suçu, mahkumlara işkence yapılırken fotoğraf çekmek. Cezası bir yıl hapis ve ordudan ihraç. Suç işlenmesine engel olmamanın da suç olduğunu bir daha asla unutmayacak.
 
Çavuş Javal Davis (26)
Mahkumların konuşturulmasında görevliydi. Sorguladığı mahkumlara birçok şey yaptıklarını söyleyen Davis, istihbarat görevlilerinin emirleri doğrultusunda davrandıklarını belirtti.
 
Uzman Joseph Darby (24)
Emirler yerine vicdanının sesini dinleyen Darby, harekete geçmeye nasıl karar verdiğini şöyle anlatıyor: “Bir şeyler yapmam gerektiğini biliyordum. Kötü davranışa maruz kalan bir mahkum daha görmek istemedim; çünkü bunun yanlış olduğunu biliyordum”.

Paylaş Tavsiye Et