Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Türkiye Ekonomi
Yabancı yatırımcılara evet ama...
M. Fatih Ulu
GELİŞMEKTE olan ekonomilerin yüzleştiği problemlerin başında büyümenin finansmanı geliyor. Bu ülkelerde büyümeyi kısa vadeli sermaye ile finanse etmenin son derece tehlikeli olduğu çok sayıdaki krizle tecrübe edildi. Son dönemlerde, doğrudan yabancı sermaye yatırımları bu problemle başa çıkabilmek için tutunacak bir dal olarak algılanıyor. Uluslararası ekonomik kuruluşlar da gelişmekte olan ülkelere bu yönde telkinlerde bulunuyor.
Doğrudan sermaye yatırımlardan beklenen faydaların başında sürdürülebilir bir büyümenin finansmanı, teknoloji ve know-how’ın gelişmekte olan ülkelere transferi ve ev sahibi ülkenin cari dengesine yapacağı olumlu katkılar geliyor. Yabancı sermayenin bir ülkeye girişinde ise bu ülkenin pazar potansiyeli, işçilik maliyetleri, nitelikli işgücü imkanı, risk düzeyi ve istikrarlılığı, ulaşım avantajları, özelleştirme modelleri, aracılık ve yerleşim maliyetleri, vergi ve finansman teşvikleri ve kambiyo rejimi gibi pek çok faktör etkili oluyor.
Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri de yakın dönemde ekonominin gelişmesi, yeni istihdam alanlarının oluşturulması ve dış açığın finansmanı gibi sâiklerle doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının Türkiye’ye çekilmesi gerekliliğine inandı. 1980-2000 aralığında ülkemize doğrudan yabancı sermaye girişi kademeli olarak artmasına rağmen, yıllık ortalama 500 milyon dolar seviyesinde gerçekleşti. 2000-2004 aralığındaki beş yıllık dönemde ise bu rakam 1,4 milyar dolar civarına yükseldi. Doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının sanayi sektöründeki etkinliğine bakacak olursak, Türk sınaî üretiminin %52,6’sını gerçekleştiren en büyük 500 sanayi kuruluşunun 147 tanesi yabancı ortağa sahip. Bunlardan 85’inde yabancı ortaklar hâkim konumdalar. 2003 yılı rakamlarıyla ilk 500 şirkette yabancı sermayenin oranı %16 ve bu şirketlerde üretimin %20,1’i, ihracatın %26,3’ü, istihdamın %14,3’ü ve katma değerin %18,6’sı yabancı sermaye eliyle gerçekleştiriliyor. Yabancı sermayenin bu şirketlerin toplam kârından aldığı pay ise %22,6.
Benzer durum hizmet sektörü için de geçerli olmalı. Lâkin bu kesime dair düzenli veriler üretilmediğinden kesin bir bilgiye sahip değiliz. Yakın dönemde finans, iletişim ve enerji sektörlerinde yabancı sermaye payının artması, hizmet sektöründe de yabancı sermaye girişinin arttığının basit bir göstergesi olarak düşünülebilir.
Ekonomideki yabancı payının artışı ister istemez birtakım soru işaretlerini de beraberinde getiriyor. Zaman içerisinde, ekonomideki yabancı payının artmasının, ülkenin iktidarında da yabancıların ciddi bir ağırlık kazanması sonucunu doğuracağından endişe edenlerin sayısı az değil. Ancak yine de, cari açığıyla başı dertte olan ve bu açığı bir şekilde finanse etmesi gereken bir ülke için doğrudan yabancı sermaye yatırımları, spekülasyonlara açık kısa vadeli sermayeye, özellikle ekonomi politikalarında yöneticilerin elini kolunu bağlayan borçlanmalara kıyasla daha güvenli bir finansman şeklidir. Zira, ülke içerisinde fabrikaya, binaya, araca dönüşmüş yabancı yatırımlar, yerel hukuk sisteminin çizdiği sınırlar içerisinde hareket edecek ve herhangi bir panik anında hızlı bir şekilde ülkeyi terk edemeyecektir.
Doğrudan yatırımlara yönelen yabancı sermayeyi kaynak arayan, pazar arayan ve verimlilik arayan olmak üzere üçe ayırabiliriz. Kaynak arayan kısmı ülkeye, büyük sermaye ve teknoloji yatırımıyla girer ve madencilik gibi hammadde üreten temel sektörlere yatırım yapar. Ciddi miktarda döviz girdisi de sağlayan bu yatırımların yerel emek ve ürün pazarlarıyla ilişkileri zayıf olduğu için ülkenin ekonomik kalkınmasına etkileri çok zayıf kalabilir. Hatta bazı hammaddelerin üzerine katma değer eklenemeden yurtdışına çıkmasına sebep olup ekonomik kalkınmayı olumsuz şekilde etkileyebilir.
Verimlilik arayan sermaye, ev sahibi ülkenin yerel varlık ve kaynaklarını ülke içerisinde üretim gerçekleştirmek üzere kullanır. Bu tür yatırım, aynı zamanda ülkenin gelişmişlik seviyesine göre teknoloji ve know-how getirmeye daha eğilimlidir. Yerel tedarikçilerine ve rakiplerine de uyarlama ve taklit yoluyla teknolojinin transferine izin verir. Dünya pazarlarıyla olan bağlantısı sayesinde yurtiçine döviz girişi de sağlayan bu yatırımların ekonomik kalkınmaya etkisi de büyük olur.
Pazar arayan sermaye ise girdiği ülkede yeni ürün ve hizmetler sunarak, yerel üretim ve pazarlama sitemlerinin gelişmesine yardımcı olur. Pazar peşindeki sermaye, rekabetin gelişmesine de katkıda bulunarak ekonomiye fayda sağlar. Ancak sert rekabet koşulları yerli üreticilerin piyasadan silinmesine de yol açabilir. Uzun vadede ise, geçtiğimiz günlerde Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener’in de dile getirdiği üzere, ülke içerisinde üretilecek hizmetin yine ülke insanına satılmasını amaçlayan ve genelde iletişim, enerji ve ulaşım gibi sektörlerde yatırım için gelen sermayenin elde ettiği kârı ülke dışına çıkarması cari dengede büyük problemler doğurabilir.
Türkiye yabancı sermaye konusunda önceliklerini belirlemelidir. Milli bir sınaî organizasyon programı oluşturulup, bu çerçevede yabancı sermayenin verimlilik artışı sağlayacağı ve teknoloji transferinin mümkün olduğu sektörlerde yabancı sermaye girişi daha fazla desteklenmelidir. Yabancı sermayenin girişiyle, yerli üreticinin haksız bir şekilde piyasadan silinebileceği sektörlerde ise yerli üreticilerin rekabet edebileceği bir zemin oluşturulmalıdır. Türkiye’nin bilgi ve teknolojiyi üretme yarışında gerilerde yer aldığı mâlum. Bu nedenle, beraberinde bilgi ve teknoloji birikiminin eriştiği son noktayı getirecek ve bu bilgi birikiminin Türkiye’de içselleştirilmesine imkan sağlayacak yabancı sermayeye kucak açılmalıdır. Türkiye bu fırsatı kendisi için bir sıçrama tahtası yapıp kısa sürede mevcut son teknolojiyi üretebilme yeteneğine ulaşmalı; takip eden süreçte de bilgi ve teknolojiyi kendi insan ve sermaye kaynağıyla üretmenin yollarını şimdiden düşünmelidir.
Türkiye’ye gelişiyle birtakım problemlere çözüm olabilecek yabancı sermaye, beraberinde bazı sakıncalı durumları da getirecek. Hükümetlere düşen ise yabancı sermayenin sunduğu fırsatları ve gelecekte doğurabileceği muhtemel sıkıntıları şimdiden öngörüp, bu çerçevede politikalar geliştirmektir.

Paylaş Tavsiye Et
Yazara ait diğer yazılar
M. Fatih Ulu
Türkiye Ekonomi
DİĞER YAZILAR