Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Türkiye Siyaset
100 yıl sonra yeniden 31 Mart Vakası
A. Kemal Bersay
Bİ­RİN­Cİ Dün­ya Sa­va­şı so­nun­da Yu­nan­lı­la­ra kar­şı ka­za­nı­lan za­fer­den son­ra im­za­la­nan Mu­dan­ya Mü­ta­re­ke­si ge­re­ğin­ce, za­fe­rin li­der kad­ro­sun­da bu­lu­nan Re­fet Pa­şa, 19 Ekim 1922’de An­ka­ra hü­kü­me­ti­nin tem­sil­ci­si ola­rak Trak­ya’yı tes­lim al­mak üze­re İs­tan­bul’a gi­der. Bu­ra­da hal­ka hi­ta­ben ko­nuş­ma­lar ya­par ve ba­sı­na de­meç­ler ve­rir. Pa­di­şa­ha ha­ka­re­te va­ran eleş­ti­ri­le­riy­le sal­ta­nat sis­te­mi­ni yer­den ye­re vu­ran Re­fet Pa­şa şöy­le der: “Biz hiç­bir za­man cum­hu­ri­ye­ti dü­şün­me­dik. O dai­ma biz­den uzak kal­dı. Cum­hu­ri­yet ile meş­ru­ti­yet ara­sın­da fark gör­mem ve bel­ki de bu, mem­le­ke­ti­mi­zin bün­ye­si için da­ha za­rar­lı olur... Bi­zim bul­du­ğu­muz usul baş­ka, bi­la­kis bu mil­le­tin va­zi­ye­ti­ne uy­gun­dur. Bu mil­le­tin ba­şı­na bu ka­dar be­la­dan son­ra, bir de cum­hur rei­si in­ti­ha­bı be­la­sı­nı sar­ma­ğa ne lü­zum var?” (Lüt­fi Fik­ri, Hü­küm­dar­lık Kar­şı­sın­da Mil­li­yet ve Me­su­li­yet ve Tef­rik-i Ku­va Me­sai­li, İs­tan­bul, 1338, s. 6)
Bu olay­dan yak­la­şık bir yıl son­ra Cum­hu­ri­yet’i ilan eden kad­ro­nun prag­ma­tiz­mi­ni yan­sı­tan ve ma­lum “özel şart­lar”a vur­gu ya­pan bu söz­ler, ay­nı za­man­da nes­nel ola­rak Cum­hu­ri­yet eli­ti­nin, Os­man­lı İm­pa­ra­tor­lu­ğu’nun son on yı­lı­na hük­met­miş olan İt­ti­hat ve Te­rak­ki teş­ki­la­tı­nın bir de­va­mı ol­du­ğu­nu gös­te­ri­yor. Ni­te­kim ya­kın ta­ri­hi­mi­zin yet­kin araş­tır­ma­cı­la­rın­dan Erik J. Zürc­her, 1908-1950 ara­lı­ğı­nı tek bir dö­nem ola­rak alır ve bu­na “İt­ti­hat ve Te­rak­ki Dö­ne­mi” adı­nı ve­rir. 1950’de ise de­mok­ra­si dö­ne­mi­ne ge­çil­miş, fa­kat bu dai­ma so­run­lu bir de­mok­ra­si ol­muş­tur.
27 Ma­yıs 1960’ta­ki dar­be so­nu­cun­da Baş­ba­kan Ad­nan Men­de­res ve iki ba­ka­nı­nı hu­ku­ku araç­sal­laş­tı­ra­rak su­dan se­bep­ler­le idam eden bü­rok­ra­tik oli­gar­şi, yak­la­şık on yıl­da bir si­vil-si­ya­se­te yö­ne­lik gay­rimeş­ru mü­da­ha­le­le­ri­ni tek­rar­la­mış ve her mü­da­ha­le­sin­de ABD’nin de des­te­ği­ni ala­rak Tür­ki­ye’nin is­tik­ra­rı­na ve de­mok­ra­si­ye dar­be vur­muş­tur. 2002 se­çim­le­riy­le baş­la­yan ye­ni dö­nem, AKP hü­kü­me­ti­nin -hem nes­nel ta­rih­sel (sos­yo-po­li­tik) şart­la­rın da­yat­ma­sıyla hem de hü­kü­me­tin li­der kad­ro­su­nun ira­de­siy­le- ger­çek­leş­tir­di­ği ra­di­kal re­form­la­rın Tür­ki­ye’de si­vil-si­ya­set ve hu­kuk dev­le­ti­nin sağ­lam bir bi­çim­de yer­leş­me­si­ni sağ­la­dı­ğı, ye­ni ve sağ­lık­lı bir de­mok­ra­tik dö­ne­min baş­lan­gı­cı ola­bi­lir­di. An­cak he­nüz bu müm­kün ol(a)ma­dı. Zi­ra im­ti­yaz­lı ko­nu­mu­nun sar­sıl­ma­sın­dan en­di­şe eden oli­gar­şik elit­ler, ön­ce 2007’de­ki iki mü­da­ha­le, bun­la­rın ba­şa­rı­sız ol­ma­sı son­ra­sı 2008’in Mart ayın­da yap­tık­la­rı “yar­gı dar­be­si” ile bu sü­re­ci kıs­men de ol­sa bal­ta­la­dı ve Tür­ki­ye’de de­mok­ra­si yi­ne ya­ra al­dı.
 
İkin­ci 31 Mart Va­ka­sı
Yar­gı­tay Baş­sav­cı­sı’nın ga­ze­te ku­pür­le­riy­le do­lu mes­net­siz id­di­ana­me­si­ni 2008 Mart’ının son gü­nü ay­nen ka­bul eden Ana­ya­sa Mah­ke­me­si, “Ana­ya­sal ku­rum­lar”ın en önem­li­le­rin­den bi­ri ola­rak, da­ha 8 ay ön­ce seç­men­le­rin yak­la­şık ya­rı­sı­nın des­te­ği­ni al­mış mev­cut hü­kü­me­te ve ge­nel­de si­vil si­ya­se­te kar­şı baş­la­tı­lan “yar­gı dar­be­si”nin baş ak­tö­rü ol­du.
Ta­rih­sel açı­dan ba­kıl­dı­ğın­da bu olay Tür­ki­ye’de İt­ti­hat ve Te­rak­ki ida­re­si ile Cum­hu­ri­yet yö­ne­ti­mi ara­sın­da­ki “sü­rek­li­lik un­sur­la­rı”ndan bir baş­ka şe­ye da­ha işa­ret edi­yor: Bo­na­par­tizm. Fran­sa’da ih­ti­la­lin 10. yı­lın­da cum­hu­ri­ye­ti yı­ka­rak ge­tir­di­ği hu­kuk sis­te­mi Co­de Na­poléon’la ken­di oli­gar­şik tek-adam yö­ne­ti­mi­ni oluş­tu­rur Na­poléon Bo­na­par­te. Ay­nı şe­kil­de Tür­ki­ye’de sal­ta­na­tın gü­cü­nü or­ta­dan kal­dı­ra­rak ken­di as­ke­rî-bü­rok­ra­tik ik­ti­da­rı­nı ku­ran İt­ti­hat ve Te­rak­ki ve da­ha son­ra Cum­hu­ri­yet’e rağ­men “ide­olo­jik hu­kuk sis­te­mi” te­me­lin­de “dev­le­tin asıl sa­hip­le­ri” olan as­ke­rî ve si­vil bü­rok­ra­si­nin ve­sa­ye­tin­de “de­mok­ra­si oyu­nu” oy­na­ma­ya ça­lı­şan si­vil si­ya­set… Yak­la­şık yü­zer yıl­lık aray­la mey­da­na ge­len bu olay­lar ara­sın­da­ki pa­ra­lel­lik göz­den kaç­mı­yor.
1908’in 23 Tem­muz’un­da yap­tık­la­rı ih­ti­lal­le Sa­ray’ın gü­cü­nü kı­ran ve pa­di­şa­hı “Ana­ya­sal mo­nar­şi” (Meş­ru­ti­yet) re­ji­mi­ne ge­çi­şe zor­la­yan İt­ti­hat ve Te­rak­ki, “hür­ri­yet, eşit­lik ve kar­deş­lik” slo­ga­nı eş­li­ğin­de ger­çek­le­şen Meş­ru­ti­yet’in ikin­ci de­fa ila­nın­dan yak­la­şık 8 ay son­ra, 13 Ni­san 1909’da mey­da­na ge­len ve “31 Mart Va­ka­sı” ola­rak anı­lan “kar­şı dar­be”(!) ha­re­ke­ti­ni fır­sat bi­le­rek Sul­tan II. Ab­dül­ha­mid’i hal’ eder ve onun ye­ri­ne tah­ta çı­kar­dı­ğı za­yıf Sul­tan Meh­med Re­şad’ı her da­im kon­trol al­tın­da tu­ta­rak ik­ti­da­rı­nı sağ­lam­laş­tı­rır.
Bu olay­dan yak­la­şık yüz yıl son­ra ben­zer bir ola­ya da­ha şa­hit olu­yo­ruz. 2007’nin 22 Tem­muz’un­da bü­yük bir se­çim za­fe­riy­le yer­le­şik dü­ze­nin bü­rok­ra­tik sal­ta­na­tı­nı za­yıf­la­tan si­vil hü­kü­met, se­çim­ler­den yak­la­şık 8 ay son­ra 31 Mart 2008’de “Ye­ni-İt­ti­hat­çı­lar”ın dar­be­si­ne ma­ruz kal­dı. Tıp­kı İt­ti­hat ve Te­rak­ki’nin yap­tı­ğı gi­bi, Cum­hu­ri­yet ta­ri­hi bo­yun­ca da res­mî ta­rih kur­gu­su içe­ri­sin­de bir “ir­ti­cai kal­kış­ma” ola­rak su­nu­lan 1909’un 31 Mart Va­ka­sı ile 2008’in ye­ni dar­be­si ilk ba­kış­ta bir­bi­ri­ne ters olay­lar­mış gi­bi gö­rü­nü­yor. Zi­ra il­kin­de “kar­şı dar­be­ci ir­ti­ca”yı Sul­tan II. Ab­dül­ha­mid’in giz­li­ce des­tek­le­di­ği id­di­a edi­le­rek mev­cut ku­ru­lu dü­ze­ne kar­şı ya­pı­lan bir dar­be söz ko­nu­suy­ken, ikin­ci­sin­de bu dar­be ku­ru­lu dü­ze­nin bek­çi­le­ri ta­ra­fın­dan ya­pı­lı­yor. Do­la­yı­sıy­la ikin­ci “31 Mart Va­ka­sı”nda İt­ti­hat ve Te­rak­ki çiz­gi­sin­de­ki bü­rok­ra­si, “ye­ni­lik­çi­ler”e kar­şı bir sa­vun­ma ref­lek­si için­de bu­lu­nu­yor. An­cak her iki du­rum­da da dar­be­yi ya­pan ta­raf “bü­rok­ra­tik oli­gar­şi” olup esa­sen ken­di sı­nıf­sal çı­kar­la­rı­nı sa­vun­ma amaç­lı gay­rı ka­nu­ni ey­lem­ler­le mev­cut Ana­ya­sa’yı ih­lal edi­yor. Do­la­yı­sıy­la her iki olay da ay­nı meş­rui­yet so­ru­nu ile ma­lul­dür. Yüz yıl ön­ce, ki­min ta­ra­fın­dan ter­tip­len­di­ği şüp­he­li olan “31 Mart Va­ka­sı”nı ba­ha­ne eden İt­ti­hat ve Te­rak­ki yö­ne­ti­mi, ken­di ik­ti­da­rı­nı sağ­lam­laş­tır­mak üze­re dar­be yap­mış­ken, bu­gün­kü bü­rok­ra­tik elit­ler, el­le­rin­de böy­le so­mut bir ba­ha­ne bi­le ol­mak­sı­zın hu­ku­ku araç­sal­laş­tı­ra­rak bir dar­be­ye te­şeb­büs edi­yor­lar. Bir di­ğer fark­lı­lık ise dar­be­ci kad­ro­nun kom­po­zis­yo­nu: Yüz yıl ön­ce­ki mü­da­ha­le -si­vil bü­rok­ra­si ve kıs­men ule­ma ve en­te­lek­tü­el­le­rin des­te­ğiy­le- as­ke­rî bü­rok­ra­si ta­ra­fın­dan ya­pıl­mış­ken; bu­gün­kü dar­be gi­ri­şi­min­de -as­ke­rî bü­rok­ra­si­nin son yıl­lar­da­ki re­form­lar­la za­yıf­la­ma­sı ne­ti­ce­sin­de- “yar­gı bü­rok­ra­si­si” baş­ro­lü oy­nu­yor.
20. yüz­yı­lın baş­la­rın­da­ki “31 Mart Va­ka­sı”ndan son­ra İt­ti­hat ve Te­rak­ki dar­be­siy­le dev­le­te hâ­kim olan bü­rok­ra­tik elit­le­rin aşı­rı güç te­mer­kü­zü ile key­fi yö­ne­tim­le­ri so­nu­cu Tür­ki­ye bir di­zi fe­la­ke­te ma­ruz kal­mış ve Bi­rin­ci Dün­ya Sa­va­şı ile bu kao­tik dö­nem dev­le­tin yı­kıl­ma­sıy­la so­nuç­lan­mış­tı. 21. yüz­yı­lın baş­la­rın­da­ki “31 Mart Va­ka­sı” ise muh­te­mel so­nuç­la­rıy­la, mil­li hâ­ki­mi­yet il­ke­si­ne da­ya­lı de­mok­ra­tik re­ji­min bü­yük bir ya­ra al­ma­sı­na ve bu­nun ya­nı sı­ra ye­ni bir ik­ti­sa­di fe­la­ke­te se­be­bi­yet ve­re­bi­lir. Ulus­la­ra­ra­sı iliş­ki­ler­de Cum­hu­ri­yet ta­ri­hi­nin en güç­lü dö­ne­mi­ni ya­ka­la­mış ve eko­no­mi­si nis­pe­ten düz­lü­ğe çık­mış olan Tür­ki­ye bir an ön­ce po­tan­si­yel teh­li­ke­si bü­yük olan bu “arı­za”dan kur­tul­ma­lı­dır. Bu­nun en sağ­lık­lı yo­lu şüp­he­siz mem­le­ke­tin ka­de­ri­ne gay­rimeş­ru bi­çim­de hük­met­me­ye kal­kan bü­rok­ra­tik oli­gar­şi­nin “za­ma­nın ru­hu”nun ken­di yan­la­rın­da ol­ma­dı­ğı­nı gö­re­rek şef­faf­laş­ma­sı ve de­mok­ra­si­ye ve halk ira­de­si­ne say­gı gös­ter­me­si­dir. Her ne ka­dar bu ih­ti­mal za­yıf ol­sa da ka­os­tan çı­kış her za­man müm­kün­dür. Bu çı­kı­şın anah­ta­rı da si­vil top­lu­mun elin­de­dir.

Paylaş Tavsiye Et