Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Toplum
Kocakarı sosyolojisi
İhsan Fazlıoğlu
XXI. YÜZ­YIL­DA iyi bir ma­te­ma­tik­çi ol­mak için ma­te­ma­ti­ğin mev­cut içe­ri­ği­ni bil­mek ye­ter­li­dir; ma­te­ma­ti­ğin ta­ri­hi­ni bil­mek bir ma­te­ma­tik­çi­yi tek­nik an­lam­da da­ha iyi kıl­maz. Ben­zer bi­çim­de gü­nü­müz­de iyi bir ta­bip ol­mak için mev­cut tıp bi­li­mi­nin içe­ri­ği­ni la­yı­kıy­la bil­mek ye­ter­li­dir; Sü­mer, Mı­sır, Yu­nan ve­ya İs­lam tıb­bı­nı bil­mek bir ta­bi­bin tıp ala­nın­da­ki tek­nik ma­ha­re­ti­ni ar­tır­maz. Fi­zik, kim­ya, bi­yo­lo­ji gi­bi do­ğa bi­lim­le­ri için de ben­zer du­rum söz ko­nu­su­dur. Hiç şüp­he­siz bir bil­gin, ör­nek ola­rak, bir fi­zik­çi, ken­di ala­nı­nın kav­ram­la­rı üze­rin­de dü­şün­me­ye, on­la­rı ta­nım­la­ma­ya ça­lış­tı­ğı an­dan iti­ba­ren sa­ha­sı­nın tek­nik içe­ri­ği üze­ri­ne kat­lan­ma­ya baş­la­mış de­mek­tir; bu ta­vır da o fi­zik­çi­yi ön­ce ala­nı­nın fel­se­fe­si­ne, aka­bin­de de ta­ri­hi­ne gö­tü­rür. Ala­nı­nın hem fel­se­fe­si hem de ta­ri­hi­ne yö­ne­len bir bil­gin de­rin­le­şir; en ge­niş an­la­mıy­la ta­rih de­ni­len bu de­rin­lik ki­şi­nin yap­tı­ğı işe ye­ni bir içe­rik ka­zan­dı­rır; ki­şi­yi ala­nı­nın fi­lo­zo­fu kı­lar… İn­sa­nî, be­şe­rî, sos­yal, ma­ne­vî, adı ne olur­sa ol­sun, yi­ne en ge­niş an­la­mıy­la, in­sa­nı ko­nu alan bi­lim­le­re ge­lin­ce, yal­nız­ca dö­nem­le­ri­nin mev­cut tek­nik içe­ri­ğiy­le hak­kıy­la id­rak edi­le­mez­ler. Bu bi­lim dal­la­rı­nın ta­rih­le­ri, bi­za­ti­hi, tek­nik içe­rik­le­ri­nin ol­maz ise ol­maz, ay­rıl­maz par­ça­la­rı­dır. Bu­nun ne­de­ni ne­dir?
Do­ğa bi­lim­le­ri­nin nes­ne ala­nı­nın, do­la­yı­sıy­la ko­nu­su­nun var­lı­ğı in­san ira­de­si­ne bağ­lı de­ğil­dir. Be­şe­rî bi­lim­le­rin nes­ne ala­nı ise, var­lı­ğı­nı in­san ira­de­si­nin ci­sim­leş­me­si­ne borç­lu­dur; bu ci­sim­leş­me­ye ha­yat di­yo­ruz. Bu ne­den­le ta­bi­at ile ha­yat ilk ba­kış­ta iki ay­rı âlem­dir. Mev­cut ol­mak ile id­rak et­mek, ol­mak ile bil­mek söz­cük­le­ri ara­sın­da­ki ay­rım dik­ka­te alı­nır ise, şöy­le de­ne­bi­lir: Ta­bia­tın mev­cu­di­ye­ti, ol­ma­sı in­san­dan ba­ğım­sız, an­cak id­ra­ki, bil­gi­si in­sa­na bağ­lı­dır; ha­ya­tın ise, ze­mi­nin­de ta­biî ko­şul­lar bu­lun­sa da, hem mev­cu­di­ye­ti, ol­ma­sı hem de id­ra­ki, bil­gi­si in­sa­na ba­ğım­lı­dır. Öte yan­dan ha­yat da­hi, in­sa­nî tür­sel­li­ğin sı­nı­rı içe­ri­sin­de ob­jek­tif bir ger­çek­lik­tir. Ob­je kav­ra­mı­nın, dı­şa­rı­ya fır­lat­mak, kar­şı­ya koy­mak an­lam­la­rı dik­ka­te alı­nır­sa, bu kez yu­ka­rı­da­ki de­yiş­le­rin ter­si­ne, ha­ya­tın da tıp­kı ta­bi­at gi­bi te­kil in­san ira­de­sin­den ba­ğım­sız bir ger­çek­li­ği var­dır. Çün­kü ha­yat, ku­de­ma­nın de­yi­şiy­le in­sa­nî ey­le­min ay­nî­leş­me­si, ak­lın ci­sim­leş­me­si­dir. Hiç şüp­he­siz mev­cut ile ma­lum alan­la­rı ara­sın­da­ki iliş­ki son de­re­ce kar­ma­şık­tır ve en ni­ha­ye­tin­de in­san mev­cu­du da­hi ma­lum ha­le ge­ti­re­rek in­sa­nî kı­lar. Bu ne­den­le, in­san bi­za­ti­hi bil­gi ha­li­ni alır; çün­kü en de­rin an­la­mıy­la in­san, ak­lı­nı, id­ra­ki­ni ta­bia­ta se­ren bir var-olan­dır. Bu ser­me işi tür­sel ol­du­ğun­dan sü­rek­li­lik gös­te­rir; bu sü­rek­li­li­ğin, do­la­yı­sıy­la tür­sel­li­ğin adı ta­rih­tir. Bu ne­den­le ta­rih, mev­cut ol­ma ile id­rak et­me­yi, ol­ma ile bil­me­yi, ta­bi­at ile ha­ya­tıkı­sa­ca, mev­cut ile ma­lu­mu bir­leş­ti­ren alan­dır. Baş­ka bir de­yiş­le ta­bi­at, in­sa­nın id­ra­ki­ne ko­nu ol­du­ğu an­dan iti­ba­ren, ta­ri­hî­le­şir; mad­dî ya­pı­sı ma­ne­vî bir ka­rak­ter ka­za­nır; çün­kü en ni­ha­ye­tin­de do­ğa bi­lim­le­ri bi­le in­sa­nî id­ra­kin te­za­hür­le­ri ol­duk­la­rın­dan ta­ri­hî­dir­ler. Ha­yat da in­sa­nın ey­lem­le­ri­ne ko­nu ol­du­ğu an­dan iti­ba­ren, tür­sel­li­ğin sı­nır­la­rı içe­ri­sin­de ta­bi­at­la­şır; ma­ne­vî ya­pı­sı mad­dî bir ka­rak­ter ka­za­nır; çün­kü en ni­ha­ye­tin­de ha­yat da, bü­tün renk­le­riy­le, in­sa­nî ey­le­min te­za­hü­rü ol­du­ğun­dan ci­sim­sel­dir. Bu ne­den­le in­sa­nın bir fıt­ra­tı bu­lun­mak­la bir­lik­te, do­ğa­sı ta­rih­tir. Ol­duk­ça so­run­lu ve yan­lış an­la­şıl­ma­ya mü­sa­it bu ko­nu­nun kı­sa­ca ver­di­ği­miz na­za­rî öze­ti­nin hâ­sı­la­sı şu­dur: 1. İn­san ol­ma­lı­ğı­mı­zın, tür­sel­li­ği­mi­zin sı­nı­rı bil­gi­mi­zin sı­nı­rı­dır; 2. Mev­cut ile ma­lu­mu, ol­ma ile bil­me­yi, ta­bi­at ile ha­ya­tı bir­leş­ti­ren alan ta­rih­tir.
Şim­di­ye de­ğin çi­zi­len çer­çe­ve­den ko­lay­ca şu so­nuç çı­kar­tı­la­bi­lir: Na­sıl ki ta­bi­at­ta­ki bir ol­gu ve olay üze­rin­de ko­nuş­mak için bi­za­ti­hi o ol­gu ve ola­yın tas­vi­ri­ne ih­ti­ya­cı­mız var ise ha­ya­ta iliş­kin bir ol­gu ve olay üze­rin­de ko­nuş­mak için da­hi o ol­gu ve ola­yın tas­vi­ri­ne ih­ti­ya­cı­mız var­dır. Çün­kü ma­ri­fe­tin (te­kil bil­gi­nin) yan­lış ol­du­ğu yer­de il­min (kav­ram­sal/tü­mel bil­gi­nin) doğ­ru ve yan­lış­lı­ğı dik­ka­te alın­maz. Gün­lük dil­de­ki bir de­yiş­le, “ma­lu­ma­tın yan­lış ol­du­ğu yer­de yo­ru­mun doğ­ru­lu­ğu ya da yan­lış­lı­ğı­nı tar­tış­mak abes­tir”. Böy­le bir dav­ra­nış şu­na ben­zer: Has­ta bir ki­şi­ye bir ko­ca­ka­rı­nın koy­du­ğu teş­hi­si ko­nu­nun uz­ma­nı bir dok­tor­dan tar­tış­ma­sı­nı is­te­mek… İs­tid­lâ­li/çı­ka­rım­sal ak­lın üze­rin­de bi­na edil­miş bir bil­gi diz­ge­si an­cak o ak­lın sı­nır­la­rı içe­ri­sin­de doğ­ru ve ge­çer­li­dir. Ter­si du­rum­da okus po­kus yön­te­miy­le, do­la­yı­sıy­la çı­ka­rım­sal ol­ma­yan bir tarz­da, yal­nız­ca duy­gu­yu bes­le­yen, dü­şün­ce­yi at­la­yan, kı­sa­ca nes­ne­si­ne iliş­kin (ob­jek­tif) ol­ma­yan de­yiş­ler üre­ti­lir. Bu du­rum­da in­ce­le­nen ol­gu ve olay ne açık­la­na­bi­lir ne de an­la­şı­la­bi­lir; yal­nız­ca giz­li bir gün­dem çer­çe­ve­sin­de ya ör­tü­lür ya da kul­la­nı­lır.
Tür­ki­ye’de­ki top­lum­sal ol­gu ve olay­lar hak­kın­da, ta­ri­hî ger­çek­li­ği dik­ka­te al­ma­ya­rak ko­nu­şan, -sö­züm ona- sos­yo­lo­jik ana­liz­ler ya­pan pek çok ki­şi­nin du­ru­mu, şim­di­ye de­ğin özet­le­nen çer­çe­ve­den ba­kıl­dı­ğın­da, ko­ca­ka­rı teş­hi­si­ne ben­ze­mek­te­dir. Bu teş­hi­se da­ya­na­rak uy­gu­la­na­cak te­da­vi­nin so­nuç­la­rı­nı va­rın he­sap edin. Ce­ha­le­tin ve art-ni­ye­tin at ba­şı git­ti­ği bu ta­vır­da ta­ri­hî ger­çek­lik­le yüz­leş­mek­ten ka­çı­nan­la­rın kes­kin dü­ali­te­ler (iki­lik­ler) ya­rat­tı­ğı­na özel­lik­le dik­kat edil­me­li­dir. En ko­lay dü­şün­me ve en kes­kin ça­tış­ma üret­me yo­lu dü­ali­te­ler ya­rat­mak­tır; ter­kip ede­me­yen ki­şi in­dir­ger; biz­leş­ti­re­me­yen, öte­ki­leş­ti­rir ve ça­tış­tı­rır. Kı­sa­ca de­nir­se, dü­ali­te­ler ya­rar; mev­cut ya­rı­ğı bü­yü­tür; ça­tış­tı­rır; mev­cut ça­tış­ma­yı şid­det­len­di­rir. Söz, dü­zen, ya­sa gi­bi an­lam­la­ra ge­len Lo­gos bir nes­ne ala­nı­na ek­len­di­ğin­de, o nes­ne ala­nı­nın dü­zen­li­li­ği­ni, ya­sa­lı­lı­ğı­nı, kı­sa­ca ne­den­sel­li­ği­ni araş­tır­ma­yı amaç­lar. Öy­ley­se Sos­yo+Lo­gos’ta­ki Top­lum an­la­mı­na ge­len Sos­yo bi­lin­me­den Lo­gos’u üze­rin­de ko­nuş­mak an­cak ve an­cak ko­ca­ka­rı teş­hi­si an­la­mı­na ge­lir; çün­kü de­di­ği­miz gi­bi ma­lu­ma­tın yan­lış ol­du­ğu yer­de yo­ru­mun doğ­ru­lu­ğu yan­lış­lı­ğı tar­tı­şıl­maz.
Bir ta­pı­nak olan ca­mi­i’nin kar­şı­sı­na eği­tim-öğ­re­tim ye­ri olan okul’u ko­yan; iba­de­ti yön­len­di­ren ima­mı, eği­ti­mi-öğ­re­ti­mi ve­ren öğ­ret­men ile kar­şı­laş­tı­ran bir ki­şi­nin sos­yo­lo­jik ana­li­zi an­cak ko­ca­ka­rı teş­hi­si­dir. Çün­kü oku­lun mu­ka­bi­li mek­tep’tir; eğer okul­dan üni­ver­si­te­yi an­lı­yor­sa­nız med­re­se­dir; öğ­ret­me­nin mu­ka­bi­li de ya mu­al­lim­dir ya da mü­der­ris… (Âlim, al­lâ­me, mu­hak­kik, mü­dek­kik gi­bi kav­ram­la­ra gir­mi­yo­rum). Ol­gu ve ola­yı, hem ce­ha­let hem de art ni­yet ne­de­niy­le yan­lış id­rak edin­ce, teş­hi­si­niz de, te­da­vi­niz de yan­lış ol­ma­ya mah­kûm­dur. Bu ka­dar yan­lı­şın bir ara­ya gel­di­ği bir yer­de, İs­lâm-Türk kül­tü­rü­nün Vü­cud, mev­cud, id­rak, ilim, ce­mal, fa­zi­let, sıd­ki­yet gi­bi kav­ram­la­rı üze­rin­de ko­nuş­mak; Fu­sus ve şerh­le­ri, Mi­sab­hu’l-uns, Ah­lak-i Âla­î, Şer­hu’t-tec­rid, Me­va­kıf ve şerh­le­ri, Bur­han ve şerh­le­ri gi­bi eser­le­ri oku­ma­dan İs­lâm-Türk kül­tü­rü­nün iyi-doğ­ru-gü­zel kav­ram­la­rı üze­ri­ne ah­kâm kes­mek yal­nız­ca ce­ha­let­le açık­la­na­maz…
Bil­gi, ken­di­si­ne ka­yıt­sız ka­lan ki­şi ve top­lum­la­rı af et­mez.

Paylaş Tavsiye Et