Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Dosya
İsrail Araplarla ne zaman barışır?
Z. Tuba Kor
UZUN bir ara­dan son­ra Or­ta­do­ğu ba­rış sü­re­ci ge­rek Fi­lis­tin-İs­ra­il ge­rek­se Su­ri­ye-İs­ra­il ara­sın­da ye­ni­den baş­la­dı. Bu sü­re­cin ba­rış­la mı yok­sa ye­ni bir ça­tış­ma dal­ga­sıy­la mı so­nuç­la­na­ca­ğı he­nüz meç­hul. An­cak ta­raf­la­rın ma­sa­ya otur­ma­sı da­hi baş­lı ba­şı­na önem­li. Pe­ki, İs­ra­il yö­ne­tim­le­ri­ni Arap düş­man­la­rı ile ba­rış ma­sa­sı­na otur­tan te­mel sa­ik­ler ne­ler­dir? İs­ra­il açı­sın­dan ba­rış ne za­man ve han­gi şart­lar al­tın­da müm­kün olur? Bu so­ru­la­ra, son 30 yıl­da ya­şa­nan ba­rış sü­reç­le­ri­ne atıf­lar­da bu­lu­na­rak ve­re­ce­ği­miz ce­vap, mev­cut gi­ri­şim­le­rin akı­be­ti­ne de ışık tu­ta­cak­tır.
İs­ra­il’in Arap dev­let­le­riy­le ilk ba­rı­şı, dört sa­va­şın ar­dın­dan 1979’da Mı­sır’la ger­çek­leş­ti. Dö­ne­min ik­ti­dar par­ti­si, 1977’de ilk kez İş­çi Par­ti­si’ni ye­nen sağ­cı Li­kud idi. Li­kud’u ba­rış sü­re­ci­ne iten ve 1967’de iş­gal edi­len Si­na’nın stra­te­jik de­rin­li­ğin­den, pet­rol alan­la­rın­dan, as­ke­rî te­sis­le­rin­den, en önem­li­si ise “va­at edil­miş top­rak­lar”ın bir kıs­mın­dan vaz­geç­me­ye ik­na eden, hiç kuş­ku­suz Arap mil­li­yet­çi­li­ği­nin ve İs­ra­il kar­şı­tı­lı­ğı­nın lo­ko­mo­ti­fi olan Mı­sır’ı ken­di ta­ra­fı­na çe­ke­rek sa­vaş se­çe­ne­ği­ni or­ta­dan kal­dır­ma kay­gı­sıy­dı. Üs­te­lik Mı­sır ile ba­rış do­mi­no et­ki­siy­le ye­ni ba­rış­la­rın önü­nü aça­bi­lir­di. Ger­çek­ten de 1982’de Si­na’yı terk eden İs­ra­il, dü­zen­li Arap or­du­la­rıy­la ay­nı an­da bir­kaç cep­he­de sa­vaş­mak­tan kur­tul­du; bu­nun ye­ri­ne Fi­lis­tin’de ve Lüb­nan’da ge­ril­la mü­ca­de­le­si ve­ren di­re­niş ör­güt­le­ri siv­ril­di.
İs­ra­il’in Arap­lar­la ikin­ci ve çok da­ha kap­sam­lı ba­rış sü­re­ci, ulus­la­ra­ra­sı ve böl­ge­sel den­ge­le­rin al­tüst ol­du­ğu bir dö­nem­de, Ekim 1991’de Mad­rid Kon­fe­ran­sı ile baş­la­dı. İs­ra­il’i ma­sa­ya otur­tan se­bep­ler­den ba­zı­la­rı şun­lar­dı: Ön­ce­lik­le, İs­ra­il’in kar­şı­sın­da pa­zar­lık gü­cü yük­sek or­tak bir Arap cep­he­si yok­tu; zi­ra Arap­lar hem SSCB’nin çök­me­siy­le mad­di ve tek­nik des­tek­ten mah­rum kal­mış­lar­dı hem de Kör­fez Sa­va­şı yü­zün­den ken­di iç­le­rin­de bö­lün­müş­ler­di. Da­ha­sı, İs­ra­il için asıl stra­te­jik teh­dit İran ile Irak’tı ve bun­lar­dan ikin­ci­si Kör­fez Sa­va­şı ile bir­lik­te bü­yük oran­da ber­ta­raf edil­miş­ti. En önem­li­si ise, İs­ra­il­li­le­rin iş­ga­lin olum­suz et­ki­le­ri­ni ilk kez en­se­le­rin­de his­set­me­le­ri­ne ne­den olan ve gü­ven­lik an­la­yı­şı­nı de­rin­den sar­san, Ara­lık 1987’de pat­lak ve­ren İn­ti­fa­da’nın bir tür­lü so­na er­di­ri­le­me­me­siy­di. İn­ti­fa­da ar­tık Fi­lis­tin ulu­sal kim­li­ği­nin red­de­di­le­me­ye­ce­ği­ni ve çö­zü­mün as­ke­rî de­ğil si­ya­si ol­ma­sı ge­rek­ti­ği­ni gös­ter­di. Ye­ni Dün­ya Dü­ze­ni slo­ga­nıy­la böl­ge­ye şe­kil ver­me­ye ka­rar­lı olan ABD’nin Kör­fez Sa­va­şı’nın ar­dın­dan ba­rış için art­tır­dı­ğı bas­kı­lar da ca­ba­sıy­dı.
İs­ra­il’i ma­sa­ya çe­ken bu se­bep­ler, ge­rek çok ta­raf­lı mü­za­ke­re­ler­de ge­rek­se Fi­lis­tin ve Su­ri­ye ile iki­li mü­za­ke­re­ler­de ba­rış ge­tir­me­di ve Ey­lül 2000’de pat­lak ve­ren Ak­sa İn­ti­fa­da­sı’yla ye­ni bir şid­det dal­ga­sı baş­la­dı. Za­ten gü­ven­li­ği adil ve ka­lı­cı ba­rış­tan çok da­ha önem­li ad­de­den İs­ra­il’in, be­de­lin ağır ola­ca­ğı bir ba­rı­şa ya­naş­ma­ya ni­ye­ti yok­tu. 10 yıl­lık sü­reç­te gö­rev ya­pan dört baş­ba­kan­dan iki­si, “ba­rış için ba­rış” söy­le­miy­le her­han­gi bir top­rak ta­vi­zi­ne ya­naş­ma­dı. 1993’te Os­lo An­laş­ma­sı’nın al­tı­na ker­hen im­za ata­rak FKÖ’yü ve özerk­lik pla­nı­nı ta­nı­yan İzak Ra­bin ise, bu “iha­net”inin be­de­li­ni ca­nıy­la öde­di. Bu dö­ne­min tek so­mut ne­ti­ce­si olan 1994 Ür­dün-İs­ra­il ba­rı­şı ise, as­lın­da uzun yıl­lar­dır ka­pa­lı ka­pı­lar ar­dın­da yü­rü­tü­len iliş­ki­le­rin, kon­jonk­tü­rün de uy­gun ol­ma­sıy­la ar­tık res­mi­ye­te dö­kül­me­sin­den iba­ret­ti. İs­ra­il, böy­le­ce böl­ge­de ken­di­siy­le iş tu­ta­cak bir or­tak ka­zan­mış­tı; üs­te­lik Ba­tı Şe­ri­a üze­rin­de­ki tüm id­di­ala­rın­dan vaz­ge­çen Ür­dün’e cid­di bir top­rak ta­vi­zi de ver­me­miş­ti.
Bu nok­ta­da İs­ra­il’in Arap ül­ke­le­riy­le ba­rış pa­zar­lı­ğı­nın te­me­li olan top­rak ko­nu­su­nu da­ha ay­rın­tı­lı de­ğer­len­dir­mek ge­re­kir. Zi­ra Ya­hu­di zih­nin­de top­rak, di­nî-ta­ri­hî bir an­la­ma sa­hip­tir ve kur­tu­lu­şun anah­ta­rı ola­rak gö­rü­lür. “Tan­rı’nın ken­di­le­ri­ne va­at et­ti­ği” kut­sal top­rak­la­rın her­han­gi bir par­ça­sın­dan ge­ri çe­kil­me, din­dar ka­mu­oyun­da in­fia­le ne­den ol­mak­ta­dır. Bu bağ­lam­da Si­na’nın Mı­sır’a ia­de­si “Tan­rı ta­ra­fın­dan ce­za­lan­dı­rıl­ma­yı hak eden ulu­sal bir gü­nah”, 1993’te baş­la­yan Os­lo sü­re­ci ise “ulu­sal bir aşa­ğı­lan­ma”, “Bü­yük İs­ra­il’in ye­ni­den ku­ru­lu­şu­nu ve Me­sih’in ge­li­şi­ni ge­cik­ti­ri­ci bir adım” ola­rak al­gı­lan­dı. Gaz­ze’den çe­kil­me ka­ra­rı­nı ver­di­ği için iha­net­le suç­la­nan Baş­ba­kan Ari­el Şa­ron’un 4-5 ay son­ra be­yin ka­na­ma­sı­nın ar­dın­dan ko­ma­ya gir­me­si “Tan­rı’nın ga­za­bı” ola­rak de­ğer­len­di­ril­di.
An­cak son dö­nem­de İs­ra­il’de, ba­zı ha­si­dik grup­lar dı­şın­da, iki dev­let­li çö­züm fik­ri ge­nel ka­bul gör­me­ye baş­la­dı. Tar­tış­ma, İs­ra­il’in ken­di çı­kar­la­rı doğ­rul­tu­sun­da ata­ca­ğı tek ta­raf­lı adım­lar­la mı, yok­sa Fi­lis­tin ta­ra­fıy­la di­ya­log ve mü­za­ke­re­ler yo­luy­la va­rı­la­cak bir an­laş­ma doğ­rul­tu­sun­da mı Fi­lis­tin dev­le­ti­nin vü­cut bu­la­ca­ğın­da ki­lit­le­ni­yor. 2000’de Lüb­nan’dan, 2005’te ise Gaz­ze’den tek ta­raf­lı bir ka­rar­la ge­ri çe­ki­len İs­ra­il’de bu se­çe­ne­ğin ta­raf­tar­la­rı, 2006’da ön­ce Ha­mas’ın tek ba­şı­na ik­ti­dar ol­ma­sı ar­dın­dan da Lüb­nan Sa­va­şı ile gi­de­rek azal­dı. İş­te bu se­bep­le Mart 2006’da­ki se­çim­le­rin ari­fe­sin­de, Ba­tı Şe­ri­a’dan tek ta­raf­lı çe­ki­le­rek ka­lı­cı sı­nır­la­rı be­lir­le­me va­adi­ni Baş­ba­kan Ehud Ol­mert ye­ri­ne ge­tir­me­di ve Ha­mas kor­ku­su kar­şı­sın­da el-Fe­tih ile Ara­lık 2007 iti­ba­rıy­la ba­rış ma­sa­sı­na otur­du.
İs­ra­il’in mil­li gü­ven­lik stra­te­ji­si­ne de yan­sı­yan bu bü­yük de­ği­şi­min ne­de­ni­ne ge­lin­ce, böl­ge­sel teh­dit al­gı­la­ma­sı­nın, kla­sik sa­vaş­lar­dan kit­le im­ha si­lah­la­rı­na, ba­lis­tik fü­ze teh­di­di­ne, te­rö­riz­me ve ge­ril­la sa­va­şı­na evi­ril­di­ği bir dö­nem­de, da­ha ön­ce İs­ra­il’e stra­te­jik de­rin­lik sağ­la­yan 1967’de iş­gal edi­len top­rak­lar es­ki öne­mi­ni kay­bet­ti. Ar­tık te­mel kay­gı, İs­ra­il’in Ya­hu­di ka­rak­te­ri­nin ko­run­ma­sıy­la bağ­lan­tı­lı; bu da top­rak ta­vi­zi­nin önü­nü açı­yor. Bu­gün %40’a va­ran Fi­lis­tin­li nü­fu­su kar­şı­sın­da İs­ra­il, iş­ga­li sür­dür­me­si du­ru­mun­da “de­mok­ra­tik bir Ya­hu­di dev­le­ti” ol­ma özel­li­ği­ni kay­be­de­ce­ğin­den en­di­şe­le­ni­yor. Hiç şüp­he­siz bu de­ği­şik­lik­te, in­ti­har ey­lem­le­ri ve Kas­sam fü­ze­le­riy­le İs­ra­il’in ken­di evin­de vu­rul­du­ğu ikin­ci İn­ti­fa­da et­ki­li ol­du. Can gü­ven­li­ği en­di­şe­si İn­ti­fa­da’nın eko­no­mik ma­li­ye­ti ile de bir­le­şin­ce, ül­ke­ye ha­yat ve­ren Ya­hu­di gö­çü dur­du, hat­ta ter­si­ne göç ya­şan­dı.
Ka­sım 2007’de­ki An­na­po­lis Kon­fe­ran­sı ile baş­la­yan son ba­rış sü­re­ci­ne ge­lin­ce, as­lın­da bu­gün­kü kon­jonk­tür 1991’de­kiy­le aşa­ğı yu­ka­rı ör­tü­şü­yor. Yi­ne bir Irak Sa­va­şı er­te­sin­de ABD bas­kı­sı (an­cak bu se­fer ye­nik ve böl­ge po­li­ti­ka­la­rı if­las et­miş du­rum­da), yi­ne şid­det ve te­rör po­li­ti­ka­sıy­la bas­tı­rı­la­ma­yan Fi­lis­tin di­re­ni­şi, yi­ne yük­se­liş­te olan Ha­mas fak­tö­rü kar­şı­sın­da el-Fe­tih’ten me­det um­ma… Ve bu kez Arap ül­ke­le­ri­nin ço­ğu, 2002 Suu­di Ba­rış Pla­nı doğ­rul­tu­sun­da İs­ra­il ile ba­rış­ma­ya ha­zır. En önem­li fark­lı­lık ise, İs­ra­il yö­ne­ti­mi­nin ilk de­fa eli­nin güç­süz ol­du­ğu bir dö­nem­de ma­sa­ya otur­mak zo­run­da kal­ma­sı. İs­ra­il­li­ler he­nüz 2006’da Hiz­bul­lah kar­şı­sın­da al­dık­la­rı ye­nil­gi­nin şo­ku­nu at­la­ta­bil­miş de­ğil. Bu­nun he­sa­bı­nı ve­re­me­miş Ol­mert, ba­rış ma­sa­sı­na otu­ra­rak hem bu ye­nil­gi­yi unut­tur­ma­ya hem de ka­mu­oyu­nun dik­ka­ti­ni hak­kın­da­ki rüş­vet ve yol­suz­luk so­ruş­tur­ma­la­rın­dan uzak­laş­tır­ma­ya ça­lı­şı­yor; yi­ne de Ka­di­ma Par­ti­si’nin 25 Ey­lül’de ya­pa­ca­ğı li­der­lik oy­la­ma­sın­da kol­tu­ğu­nu kay­be­de­ce­ği apa­çık or­ta­da. Bu­nun­la bir­lik­te İs­ra­il’in ba­rış ma­sa­sın­da­ki mu­ha­tap­la­rı da güç­lü de­ğil; on­lar da ba­rış “mu­ci­ze­si”yle sal­lan­tı­da olan kol­tuk­la­rı­nı ko­ru­ma der­din­de.
Ye­di ay­dır de­vam eden Fi­lis­tin-İs­ra­il gö­rüş­me­le­rin­den cid­di bir so­nuç çık­ma­dı, çık­ma­sı da zor gö­rü­nü­yor. Zi­ra İs­ra­il, Ba­tı Şe­ri­a’nın yak­la­şık ya­rı­sı ile Do­ğu Ku­düs’ün ço­ğu­nu el­den çı­kar­ma ni­ye­tin­de de­ğil; ma­sa­ya koy­du­ğu tek­lif, as­ke­rî kon­trol nok­ta­la­rı ve ge­niş yer­le­şim bi­rim­le­riy­le ku­şa­tıl­mış mi­ni kan­ton­lar­dan iba­ret. Fi­lis­tin ile ba­rış­tan da­ha ko­lay, ma­li­ye­ti da­ha dü­şük, ge­ti­ri­si da­ha faz­la ola­cak Su­ri­ye ile ba­rış ise da­ha müm­kün gö­rü­nü­yor. Ça­tış­ma­lar­da fü­ze­le­rin ko­nuş­tu­ğu bir dö­nem­de es­ki stra­te­jik de­ğe­ri­ni kay­be­den Go­lan’ı Su­ri­ye’ye ia­de kar­şı­lı­ğın­da İs­ra­il’in eli, ge­rek di­re­niş ör­güt­le­ri ge­rek­se İran ile Fi­lis­tin kar­şı­sın­da güç­le­ne­cek­tir. Üs­te­lik Su­ri­ye ile muh­te­mel ba­rış, Lüb­nan ile ba­rı­şın da önü­nü aça­cak ve böy­le­ce İs­ra­il tüm kom­şu­la­rıy­la ba­rı­şa­rak böl­ge­de­ki meş­ru­iye­ti­ni ar­tı­ra­cak­tır.
An­cak şu­nu da unut­ma­mak ge­re­kir ki, İs­ra­il’in bu­gü­ne ka­dar yap­tı­ğı ba­rış­lar as­lın­da iliş­ki­ler­de kap­sam­lı bir nor­mal­leş­me­yi ge­tir­me­di. Zi­ra ka­lı­cı ve kap­sam­lı bir ba­rış, sa­de­ce yö­ne­ti­ci elit­ler dü­ze­yin­de sağ­la­na­maz; bu­nun ta­ba­na in­me­si ge­re­kir. Bu­nun için de ön­ce sa­mi­mi­yet, ar­dın­dan di­nî inanç­lar ve ta­ri­hî tec­rü­be­ler­le şe­kil­le­nen kar­şı­lık­lı olum­suz al­gı­la­ma­la­rın de­ğiş­me­si ve top­lum­la­rı bir­bir­le­riy­le kay­naş­tı­ra­cak adım­la­rın atıl­ma­sı ge­re­kir. İs­ra­il’in iş­gal ve şid­det po­li­ti­ka­la­rı­nı sür­dür­dü­ğü bir or­tam­da bu­nun ger­çek­le­şe­bil­me­si ise müm­kün de­ğil.

Paylaş Tavsiye Et