Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Dosya
Suudi Arabistan ve Ürdün’de “demokratik” adımlar
Muhittin Ataman
ORTADOĞU’NUN birbirine rakip iki hanedanı tarafından yönetilen ve kuruldukları günden bu yana güçlü monarşik yapılara sahip olan Suudi Arabistan ve Ürdün’de demokratik kurum ve kuralların olmaması, son zamanlarda hem içeriden hem de dışarıdan yoğun eleştiriler alıyor. Her iki ülkede de siyasal yaşamın en güçlü aktörü olan kralın yetkilerinin, bugüne kadar sembolik olmaktan öteye gitmeyen ulusal parlamentolar ve yerel yönetimler lehine azaltılması gibi reform ve değişim talepleri yükseliyor. Petrol fiyatlarındaki aşırı düşüş ve küresel ekonomik kriz, hızlı nüfus artışı ve genç nüfusun fazlalığı ile birleşince, her iki ülkenin halkları arasında yönetimlerine karşı güvensizlik tırmandı ve muhalefet güçlendi. Bu ülkelerdeki ekonomik ve siyasi sorunların hem yerel hem de bölgesel ve küresel etkileri olacaktır.
 
Suudi Arabistan’daki Gelişmeler
Dünyada kurucusunun adını alan tek devlet olan Suudi Arabistan, Kral Abdullah’ın tahta geçtiği 2005’ten bu yana hızlı ve kapsamlı bir değişim, kurumsallaşma ve dünyayla bütünleşme sürecinde. Ancak ülkedeki mevcut siyasal ve toplumsal kurallar ve kurumlar, Suudi ailesinin hâkimiyetini devam ettirecek biçimde şekillendirilmiş, bu ailenin dışındaki kişilere ve kurumlara fazla siyasi alan bırakılmamış durumda. Bunu devam ettirebilmek için de ülkede sıkı bir kontrol ve baskı mekanizması var.
Ancak baskılara rağmen Suudi ailesine yönelik muhalefet giderek artıyor. Özellikle ülke dışında örgütlenen muhalif gruplar, alternatif muhalefet kanallarıyla rejimi kıyasıya eleştiriyor ve reform talep ediyor. 2005’te yapılan göstermelik yerel seçimlerde bile rejime yakın olmayan adayların kazanmasında muhalefetin yadsınamaz gücünü görmek mümkün.
Siyasi parti bulunmayan ülkede “Şura” olarak adlandırılan sembolik bir parlamento var. 1993’te kurulan bu kurumun üye sayısı ve yetkileri zamanla arttırıldı. Bazı iddialara göre, 2007’de anayasada yapılan gizli bir değişiklikle kralın veliahdı belirleme yetkisi sınırlandırıldı. Buna göre kraliyet ailesinden oluşan 35 kişilik bir komite, kralın belirlediği üç kişiden birini veliaht olarak atama ve belli konularda kralı denetleme yetkisine sahip. Veliaht Prens Sultan’ın kral olmasından sonra hayata geçirilecek yeni uygulama ile Suudi Arabistan’da kral olma, Batı’da olduğu gibi kurala bağlanmış olacak.
Kadınların durumu ise ülkedeki en hassas ve en tartışmalı “sorun” olmaya devam ediyor. Bu konuda bazı küçük adımların atıldığı söylenebilir: Kadınlara yerel seçimlerde ve iş dünyasındaki oda seçimlerinde aday olma hakkı tanınması, dışişleri bakanlığında çalışmalarına müsaade edilmesi ve hatta bir kadının büyükelçi olarak atanması, kadınların kimlik kartı sahibi olması, geçen ay ilk kez bir kadının eğitim bakan yardımcısı olarak atanması... Ancak kadınların otomobil kullanma yasağı hâlâ devam ediyor. Bir grup kadının, salt bu yasağın sona erdirilmesi için bir dernek kurması bile önemli bir gelişme olarak değerlendirilmeli.
 
Ürdün’deki Gelişmeler
Büyük Ortadoğu Projesi bağlamında ABD’nin bölgedeki müttefiklerinden olan Ürdün’de başlatılan demokratik açılımlar, Suudi Arabistan’dan daha fazla. 2007’de hem parlamentonun alt kanadı olan Temsilciler Meclisi hem de yerel yönetimler için seçimler yapıldı. Yerel seçimlere katılımın az olması, yabancı gözlemciler tarafından halkın sisteme olan güvensizliği şeklinde yorumlandı. Ülkedeki en güçlü muhalefet olan İslami Hareket Partisi de seçimlerin yapılışında şaibeler olduğunu iddia ederek pek çok adayını geri çekti. Temsilciler Meclisi’nin 110 sandalyesi için yapılan genel seçimlerde de kraliyet ailesine yakın gruplar üstün çıktı; İslami Hareket Partisi ise sadece 6 sandalye kazanabildi.
Demokratikleşme ve kadın hakları konusunda da önemli bazı somut adımlar atıldı. 2007’de ülkede ilk kez bir kadın, hükümetten izin alarak “Ürdün Ulusal Partisi” isimli bir siyasi parti kurdu ve kadınlara belediye meclislerinde %20 oranında temsil edilme garantisi veren bir yasa yürürlüğe girdi. Ayrıca Temmuz 2007’de yapılan yerel seçimlerde yirmi kadın meclis üyeliğine, bir kadın da belediye başkanlığına seçildi. Kasım ayında kurulan kabinede ise dört kadın bakan görev aldı.
Ürdün’ün bir diğer önemli sorunu da Iraklı mülteciler ile nüfusun yaklaşık yarısını teşkil eden ve Ürdün vatandaşlığına sahip olan Filistinliler. Genellikle siyasi açıdan daha aktif bir kitle olan mülteciler, ülkenin siyasal rejiminin değişmesi yönünde etkili bir unsur olarak ön plana çıkıyor.
 
Öncelikli Sorun Demokratikleşme mi, Kurumsallaşma mı?
Batılı ülkelerin hem kendilerine yakın duran Suudi Arabistan ve Ürdün yönetimleriyle çalışmak istemeleri hem de bu yönetimlerin iktidarını sınırlayacak ve hatta değiştirecek olan demokratikleşme yönündeki baskıları ciddi bir ikilem oluşturuyor. Zira Batı tarafından empoze edilen demokrasi ve halkın kendi kaderini tayin hakkının sandıktan yerli, milliyetçi, dindar ve Batı karşıtı gruplar çıkarması muhtemel. Ayrıca her iki ülke halkının bilinç düzeyinin ve bağımsız haber kaynaklarının artması, hükümet politikalarına yönelik muhalefetin sertleşmesine yol açıyor.
ABD başta olmak üzere Batılı ülkelerin desteğini almaya devam eden monarşilerin başında gelen Suudi Arabistan ile Ürdün’de son yıllarda esen “demokrasi” rüzgarlarına ve reformlara rağmen, bu ülkelerdeki “demokratikleşme” süreci ve muhalefet güçleri, krallık yönetimlerinin belirlediği sınırlar içerisinde kalmaya devam ediyor. Bu bağlamda oluşturulan “demokratik” kurumlar, yetkilerini, yönetimlerin müsaade ettiği nispette kullanabiliyor. Suudi Arabistan ve Ürdün’de son zamanlarda yapılan reformlar bu anlamda hem yetersiz hem de etkisiz; demokrasi anlayışının yerleşmesi için çok daha radikal adımlara ve zamana ihtiyaç var.
Gelinen noktada bu ülkelerde önce bir devlet geleneğinin oluşturulması, ardında da başlatılan demokratikleşme sürecinin desteklenmesi gerekiyor. Çünkü Suudi Arabistan ile Ürdün gibi ülkeler için öncelikli sorun demokratikleşme değil, kurumsallaşma. Bu ülkeler, yönetimlerini sürdürebilmek için demokratikleşmeden önce şahsi ve keyfî siyaset uygulamalarının önüne geçmek, kurumları etkin kılmak ve bir devlet geleneği oluşturmak zorundalar. Kurumların güç kazanması, ülkedeki keyfî uygulamaların azalması ve devlet geleneğinin tesis edilmesine yardımcı olacak bir siyasi kültürün geliştirilmesinin ön koşulu.  

Paylaş Tavsiye Et
Yazara ait diğer yazılar
Muhittin Ataman