Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Toplum
Şiirin düşmanıdır düzen
Faysal Soysal
“ŞİİR ne işe yarar?”, en az “Şiir nedir?” kadar hakkıyla cevaplandırılması zor bir sorudur. Nasıl ki “Şiir nedir?” sorusunun cevabına “Şiir ne değildir?” sorusu bizi biraz yaklaştırabiliyorsa, “Şiir ne işe yarar?” sorusu için de aradığımız mekan olsa olsa “Şiir ne işe yaramaz?” sorusunun cevabına yakın bir yerdedir. Nitekim Pier Paolo Pasolini de “şiir sineması” için en kabul edilebilir yolun “dolaylı bağımsız anlatım” olduğunu söylerken şiirin düzyazıya karşı akıl, mantık, ispat gibi kuralları hiçe sayarak her insan için değişebilen başka bir yolla, bu kuralların da ötesinde, yeni bir mantık ve akılla dile gelen anlatımının “şiir sineması”nı mümkün kılabileceğine işaret ediyordu. Bu yol tabii ki Tarkovski’nin ve diğer şair yönetmenlerin klasik drama ilkelerini hiçe sayarak çeşitli insan durumlarını kameranın ya da montajın teknik çarpıtmasını kullanmadan görselliğe kavuşturdukları yoldu.
Gelelim şiirin ne işe yaradığı meselesine. Valery için; belirli bir amaç ve yarar gözeterek yola çıkmadığı halde vardığı yer itibarıyla bütün amaçlardan ve yararlardan daha iyi bir sonuç elde edilen yegane yer şiirdir. İranlı büyük şair Ahmet Şamlu, şiirin doğrudan bir görevi olmadığını, illa ki olacaksa da bu vazifenin “dünyayı değiştirmek” olduğunu söyler. İsmet Özel buna karşılık şiirin görevinin felsefe ve bilimdeki gibi kaostan kozmos yaratmak olmadığını ama kozmosun kaostan türediğini vurgulamak olduğunu savunur. Ona göre şiirin görevi doğruyu yanlıştan ayırmak değil ama doğruyu yanlıştan ayırma yetimizi diğer yetilerimizden ayırmaktır.
Şiir dinî ya da ideolojik bir metin gibi bize bir şeyi ilka etmez. Daha cesurca söylemek gerekirse şiir insanı doğru yola çıkarma yeteneğine sahip değildir. Öyle olsaydı Hatayî mahlasıyla gazeller yazan Şah İsmail, onca insanı katletmezdi. Şair ve aynı zamanda ressam da olan Nasıreddin Şah bir sikke altını çalan hırsızın derisini canlı canlı yüzdürmezdi. Büyük şair Ezra Pound, Mussolini’nin faşist düzenini destekleyen radyo programları yapmazdı vs... Musikiden gelen lezzetin insan için tehlikeli olduğunu söyleyen Kafka, şiirin ise bu tehlikeyi bertaraf ederek insanoğlunu kendine ve eşyaya ait bir bilince kavuşturduğunu savunuyor, bu yüzden şiiri sanatların en büyüğü olarak kabul ediyordu.
İnsanı doğru yola götürecek şeyler, hayatta tanımlayamadığı durumlar karşısında doğru adımlar atmasını sağlayacak önergelerdir. İnsanın kendisi bir “yaratılmış” olarak, başkası için böyle bir önergeyi mutlak doğru olarak ortaya koyabilme salahiyetinde değildir. Bu ihtiyacımızı ancak ve ancak insanı yaratanın söyledikleri, yani vahiy ile karşılayabiliriz. Bu yüzden insan, hayat karşısında aklı ve bilgisi ile algılayamadığı olay ve durumların tehlikesini bertaraf etmek için neden ve niçin sorularını sorar. Peki şiir cevap verir mi buna? Hayır, çünkü çözümleme yapmaz şiir. İnsanın niçin sorusunu felsefe ve diğer beşeri bilimler belki cevaplayabilir. Peki ne yapar o halde şiir? Nerede bir dil imkanı ve bu dil imkanının bazı şeyleri tanımlama ve bazı soruları cevaplama yetersizliği, o dile yapışık insanın ondan ve her şeyden kopma arzusunu kamçılayan bir yoksunluğu bir araya gelmeye görsün şiir dediğimiz yaratı birden bütün aforizmalara, hatta dinî, ahlaki, felsefi kabullere meydan okuyarak ortaya çıkar. Böyle dediysem devlet gibi geldiğini sanmayın. İnsanoğlunun en acı tecrübeleri ve dil geleneği ile çarpışarak gelir.
Şiir hem onu yazan şaire hem de onu okuyabilene bir kendilik bilgisi verir. Şairin kelimeyi dilden koparıp ona ruhundan üflemesi gibi şiir de bizi düzenden koparır, sağır olmadıysa henüz kulağımız, ruhumuza kadar üfler. Bizi, katılaşmış, yaşlanmış, ölüm ve zamanın her tarafımızda putlaştırdığı kutsallığı yıkarak, yeniden yaratır. Garip, daha önce görmediğimiz bir mekan ve uzamda buluruz kendimizi, tanımlamaya çalışsak o büyü, ses, ritim, ruh doygunluğu ve aklın teslimiyetini elden kaçıracağızdır. Kısacası şiir insanın kendi kendisini görmesini engelleyen gerçekleri devlete ve düzene rağmen yok ederek insanın kendini diğer herkesten ve her şeyden ayırarak korku ve tehlikeyi de göğüsleyerek ön safa atar.
Bütün düzenler, hâkimiyetlerinin bekası için yapılması gerekenleri mubah görmüştür. Bu düzenlerin kimisi şiir ve şairlerinin büyüklüğü ile övünür; ama bu şiirden bir şeyi eksiltmediği gibi o devletin yaptıklarını da meşrulaştırmaz. Bu yüzden de hiçbir şiir düzenin karşıtı olmaz. Peki düzen ve devlet neden şiirin düşmanıdır? Çünkü güç ve otorite, karşısında bulduğu bir şeyin hedefini onun zayıf noktası olarak görür. Oradan başlayarak onu yok etme yoluna koyulur. Oysa yukarıda değindiğimiz gibi daha baştan şiir belirli bir hedefinin, amacının, işlevinin olmadığını haykırarak ortaya çıkıyor. O halde düzen şiirin nesini kontrol edebilir? Sahibine ulaşmasını mı? Bir kere dil insanın kendine, tarihine yapışık bir nesne olduğu için şiir insanın kendinde başlayıp kendinde biter. Araya bir şey koyamazsınız. Dilbilim bile bunda yetersiz kalır. Çünkü şiirdeki nesne gösteren ya da gösterilen değil, nesnenin ta kendisidir. Orada kokusu, rengi, tarihi, tadı, kavgası, acısı vs. ile kısacası her şeyiyle var olur. Zaten Aristo bu yüzden şiirin tarihten daha gerçek olduğunu haykırmıyor muydu? Şiir insana kendisinin satın alınamayan, ölçülemeyen, kontrol edilemeyen, kandırılamayan hakiki yüzünü gösterir. Düzen bunun düşmanıysa da şiir insana cesaretinin, erdeminin, şerefinin, umudunun ve Tanrı katında bir hesabın olduğunu hatırlatır.
Birçok tarihî olaya tanık olmuş bu toprakların insanları, yaşamlarının nasıllığına anlam veremedikleri yerleri şiirle aşarak erdem ve haysiyetlerini düzene rağmen korumuşlardır. Bu yüzden Batılılar çok uzun süre bu memleketin insanlarının kandırılamayacağına, alt edilemeyeceğine inandılar. Bu sadece dinlerinden dolayı değildi. Böyle olsaydı Arapları bu kadar gafil avlayamazlardı. Peki nereden gelmektedir bu milletin satın alınamayacak, köleleştirilemeyecek, yeri geldiğinde kendini feda etmede kontrol edilemeyecek tutkulu kendilik bilgisi? Namık Kemal’in Vatan yahut Silistre piyesinde Yüzbaşı Ali Bey malikânesinde, silahla kendi ailesine saldıran kaymakamı vurmak zorunda kalır. Herkes namusunu koruduğu için alkışlar onu. Ancak Divan-ı Harp onu suçlu bularak idamını ister. Peki manga bölüğünün komutanı Ahmet Bey ne yapsa iyidir? Şiirin kendisine kattığı değerle, “Onu öldürme emri vereceğime kendimi öldürürüm” der ve 5 yıllığına Hicaz’a sürülür. Askerlik hayatının geri kalanını “asi” damgası ile er olarak devam ettirir. Bu memleketin insanları, tıpkı bu hikayedeki gibi şiir toprağından beslendikleri için kendilerinden bekleneni değil, hak olarak yapılması gerekeni yaparak, yüzyıllar boyu düzenleri ve ideolojileri şaşırttılar ve şaşırtmaya da devam ediyorlar.

Paylaş Tavsiye Et