Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Türkiye Siyaset
Doğan Grubu’na ceza: Hırsız mı suçlu, ev sahibi mi?
Sezgin Tunç
DOĞAN Yayın Holding’e verilen vergi cezası geçtiğimiz ayın önemli bir gündem maddesi olarak yoğun şekilde tartışıldı. Görünen o ki, uzlaşma ve diğer hukuki süreçler ilerlerken konu tartışılmaya devam edecek. Maliye Bakanlığı’nın, Doğan Yayın Holding’e kestiği yaklaşık 3,8 milyar TL’lik vergi ve cezası, başlangıçta grup tarafından büyük bir şaşkınlıkla karşılandı. Aynı şaşkınlık, Doğan Yayın Holding’in yayınları üzerine maliye yetkilileri tarafından yapılan açıklamada da vardı. Kamuoyunda da aynı şaşkınlığın yaşandığına, daha doğrusu “Bu ceza haklı mı, haksız mı?” sorusunun sorulduğuna şüphe yok. Zira gerek cezaya konu olan satış ve devir işlemleri gerekse ceza ve cezanın veriliş şekli, Türkiye’de vergiden kurtulmanın envai çeşidine vâkıf olan bir mükellefin bile kolay kolay kavrayamayacağı derecede karmaşık. Bu nedenle konuyu özetlemekte fayda var.
Maliye Bakanlığı İstanbul Gelirler Kontrolörlüğü, Doğan Yayın Holding bünyesindeki Doğan TV Holding A.Ş., D Yapım Reklamcılık ve Dağıtım A.Ş., Doğan Prodüksiyon Hizmetleri A.Ş. ile Alp Görsel İletişim Hizmetleri A.Ş.’nin 2005, 2006 ve 2007 hesap dönemleri üzerinde incelemeler yaptı. Bu incelemeler sonucunda 10 ile 25 Ağustos 2009 tarihli 15 adet Vergi İnceleme Raporu ile vergi aslı, vergi ziyaı cezası ve usulsüzlük cezasından oluşan 3 milyar 755 milyon TL’lik tutar ortaya çıktı. Bu tutar gecikme faizleriyle birlikte 5 milyar TL gibi astronomik bir rakama ulaşıyor. Maliye Bakanlığı’nın, cezanın yanı sıra ödenmeyen vergilerden oluştuğunu vurguladığı bu tutarın, grup şirketleri arasında kayıtlı değer üzerinden devredilen hisseler ile bu hisselerin temsil ettiği şirket paylarının emsal değeri arasında tespit edilen farktan kaynaklandığını belirtmek gerekiyor. 
İncelemenin, Doğan Yayın Holding’e ait hisselerin diğer grup şirketlerine yapılan şüphe uyandırıcı devirleri ve bu karmaşık devir süreci sonucunda oluşan el değiştirme akabinde Alman medya devi Axel Springer’a hisse satışı üzerine yoğunlaştığı anlaşılıyor. Buna karşın, cezanın muhatabı olan grubun, Kamuyu Aydınlatma Platformu’na yaptığı açıklamalar, bu şüpheli el değiştirme işlemlerinden ziyade, ağırlıklı olarak geçici hisse senedi hükmündeki ilmühaberlerin hisse senedi sayılıp sayılamayacağı ve hisse senetlerinin de vergi muafiyetlerinden yararlanması gerektiği yönündeki hukuki argümanlarına dayanıyor. Ancak Doğan Yayın Holding’in bu cezaya karşı yargıya başvurmayıp uzlaşma yoluna gideceğini açıklaması, grubun kendi kanıtlarına pek de güvenmediğini ortaya koyuyor. Nitekim gruba ait Milliyet gazetesi yazarlarından Güngör Uras’ın 28 Eylül tarihli köşe yazısında, uzlaşmaya giden vergi dosyalarının %97,5’inden vazgeçildiğine dair değerlendirmeleri, grubun uzlaşma yolunu tercih edeceğini gösteriyor.
Doğan Grubu, tartışmayı, şüpheli hisse devri işlemleriyle hisselerin temsil ettiği değeri düşük gösterdiği tespitinden uzaklaştırıp, Katma Değer Vergisi Kanunu’nun ilgili hükümlerinde ifade edilen hisse senetlerinin devrinde uygulanacak muafiyet konusuna kaydırma gayreti içerisinde. Bu saptırma girişimi, bir medya refleksi olarak anlaşılır görünse de inandırıcı değil. Çünkü söz konusu tarhiyatın nedeni tek başına geçici ilmühaberlerin temsil ettiği hisse senetlerinin devri değil. Nitekim bu açıklamalara karşın, maliyenin söz konusu tutarın esasında “ödenmeyen vergi” olduğuna dair açıklaması, tarh edilen verginin ve cezaların veriliş şeklinden ziyade mahiyetinin önem taşıdığını gösteriyor. Bu mahiyetin, devredilen hisse senetlerinin gerçek değerinden çok daha aşağı bir değerden gösterilerek yapılan işlemden dolayı ortaya çıkan vergi ziyaı olduğu anlaşılıyor. Gerek doğrudan maliyenin gerekse İstanbul Gelirler Kontrolörlüğü’nün incelemelerinde, bu hususa odaklanması ise hiç de şaşılacak bir durum değil. Zira zaten incelemenin temel amacı, vergi ziyaı olup olmadığının ve eğer olmuşsa, bunun nasıl yapıldığının tespit edilmesi.
Geçtiğimiz aylarda da yine yüksek bir vergi cezasının yanı sıra POAŞ ve Hilton arazisi tartışmalarıyla gündeme gelen grup ile Başbakan Erdoğan arasında yaşanan “açıklarım-açıklamam polemiği” nedeniyle son vergi cezası, hükümetin Aydın Doğan’ı bitirme niyeti olarak yorumlandı. Türkiye’de medya ve iktidar ilişkilerine dair bir değerlendirme bu yazının kapsamını aşar; ancak tam da bu noktada Referans Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Eyüp Can’ın 12 Eylül tarihli yazısında yaptığı değerlendirmeyi aktarmak gerekiyor. Can, 2000 yılında Citibank’ın yüksek bir ceza ile muhatap olmasının ardından, banka yöneticilerinin maliye yetkililerini hemen arayarak, “Çok vahim bir hata yaptınız, bunu hemen düzeltin” uyarısı yapmalarının ardından, çok vahim hatanın hemen düzeltildiğini söylüyor. İktidar ile sermaye-medya ilişkisi bağlamında dikkat çekici olan bu örnek, bu ilişkinin doğasını anlamak bakımından önem taşıyor.
Vergi hukuku, idarenin üstünlüğüne dayanan bir düzen öngörür. Bu eşitsizlik, vergi hukukunun esasen hukuki olup olmadığını da tartışmaya açar. Çünkü vergi, mahiyeti gereği iktidarların gerektiğinde muhaliflerine karşı kullanmaktan çekinmediği önemli bir silahtır. Türkiye’de ise bu üstünlüğün, kimi dönemlerde güçlü sermaye ve medya karşısında tartışmalı hale gelerek etkisini yitirdiği gözleniyor. Güçlü ve etkin gruplara karşı yapılan “vahim hatalar” özel sektörde üst düzey yönetici olan maliye kökenli “üstatlar” tarafından hemen düzeltilerek konu tatlıya bağlanabiliyor. Son zamanlarda maliyede “üstat” hitabının yasaklanması, bu açıdan bakıldığında sembolik bir anlam içeriyor. Yüksek meblağlı vergi cezaları, daha kıdemli olan ve bir zamanlar denetlediği şirket ve holdinglerde üst düzey yöneticilik yapmaya başlayan maliyeciler ile istikbalde üstatlarının bulunduğu pozisyonlarda olmayı dileyen kıdemsiz maliyeciler arasındaki ilişkinin bir açıdan değiştiğine, bir açıdan da cezaya muhatap olan grupların artık istikbal olmaktan çıktığına işaret ediyor. Bu durum değişimin sadece bir boyutu. Diğer boyut ise yüksek meblağlı vergilerle muhatap olan grubun artık söz konusu “vahim hataları” düzeltecek kadar kudretli olamayışı.
Tüm bu konjonktür değişimlerinin ötesinde, Türkiye’de vergi uygulamalarının hem devlet hem de mükellefler bakımından dürüst olmayan bir ilişki temelinde yapılanmış olduğu gerçeği önemli bir sorun olarak karşımızda duruyor. Mükellef, kanunu dolanmanın bin bir türlü yolunu buluyor; devlet ise vatandaşına tanıdığı bu serbest alanda, dilediğini dilediği anda yakalıyor, dilediğini bırakıyor. Olayda, hırsızın elbette suçu var; fakat ev sahibi de tamamen suçsuz değil.
Son gelişmeler, medyada “kudretliler” devrinin kapanmasıyla birlikte maliyede de “üstatlar” devrinin kapandığına işaret ediyor. Umalım ki kapanan bu devirler, devlet ve mükellefler arasında dürüst bir vergi ilişkisi devrinin de kapısını aralasın.

Paylaş Tavsiye Et