Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Dosya
Ermenistan’a içeriden bakmak
Diran Lokmagözyan
BÖLGEMİZ son zamanlarda tarihî gelişmelere sahne oluyor. Bunun motor gücünün Türkiye olduğu ise su götürmez bir gerçek. En zorlu yeniliklerden biri de Türkiye’nin Ermenistan ile ilişkilerini normalleştirmeye karar vermesi. Bu yönde atılan adımlarla artık her iki ülke de geri dönülmez bir yola girmiş bulunuyor. Doğrusunu söylemek gerekirse, gizli yürütülen ikili görüşmeler ve bunların son derece hızlı bir şekilde protokollerle sonuçlanması, iki tarafta da ayaklanmaya varan bir halk infiali yaratabilecek güçteydi. Ancak iki taraftan da gayet “şekilci” tepkilerin gelmesi, “Acaba hükümetleriyle, muhalefetleriyle tüm tarafların rol aldığı bir sahnelemeyle mi karşı karşıyayız?” diye düşündürüyor. Siyaset her şeye kadir olduğuna göre bu konuda kafa yormayı bir yana bırakalım ve Türk-Ermeni ilişkileri ile bu ilişkilerin ürünü olan protokoller hakkında Ermenistan’da “taraflar”ın nasıl düşündüklerine bir bakalım.
Türkiye’de Ermenistan’a yönelik bir bilgi kirliliği mevcut. Genel kanı, kısaca şöyle özetlenebilir: “Ermenistan halkı açlıktan kıvranıyor ve bir an önce Türkiye ile olan sınır kapısının açılıp refaha ereceği günü iple çekiyor. Diaspora, zor durumda bulunan ırkdaşlarının durumuna bakmadan standart Türk düşmanlığı yüzünden, Türkiye ile her türlü ilişkiye kesinlikle karşı çıkıp, kendi egosu uğruna Ermenistan’ı feda ediyor. Taşnaklar zaten ezeli Türk düşmanı ve Ermenistan dâhilindeki tek muhalif de onlar.” Oysa gerçek bundan bambaşka bir görünüm arz ediyor.
 
Sınırın Açılması Ermenistan’a Lütuf Değildir
Ermenistan’ın Türkiye ile sınırının kapalı olması sebebiyle ekonomik açıdan çok kötü durumda olduğu, tümüyle hayal ürünü bir söylem. Türkiye, sınır kapısını kapattığı zaman, İran ile herhangi bir sınır geçiş noktası bulunmaması ve Gürcistan’da karmaşa yaşanmasından dolayı Ermenistan gerçekten de çok zor günler geçirdi. Lakin İran-Ermenistan arasında sınır kapısı kurulması ve Gürcistan üzerinden yapılan geçişlerin de düzene girmesinin ardından her şey normale döndü. 2-3 yıl süren bir bocalama döneminden sonra, Türkiye sınırının açık veya kapalı olmasının hiçbir ehemmiyeti kalmadı.
Ayrıca Türkiye’nin Ermenistan’a uyguladığı ambargo, İran ve Gürcistan üzerinden yapılan ticaretle deliniyor ve Türkiye de bu ambargonun artık pratik bir anlamı kalmadığını görerek Ermenistan’a yapılan sevkıyatlara açıkça göz yumuyor. Bugün, Türkiye’den Ermenistan’a yapılan ihracatın 100 milyon dolar seviyesine ulaştığı herkesin malumu. Sevkıyatlar Gürcistan üzerinden TIR’larla gerçekleştiriliyor. Türkiye’den Ermenistan’a doğrudan yapılacak ihracatın, fiyatları büyük oranda düşürüp Ermenistan’a refah getireceği varsayımı, konuya vâkıf kişileri gülümsetiyor. TIR’ların fazla yol için ihtiyaç duyduğu ek masraf sadece birkaç yüz dolar ve bu miktar 20 ton mala yayıldığında ancak kuruşlarla hesap edilebilecek fiyat artışı meydana getiriyor. Konuyla ilgili öne sürülen diğer varsayımlar da bu örnekteki gibi bilgisizlik batağından besleniyor.
 
Diaspora ile Ermenistan Halkı Farklı Değildir
Türkiye’de devamlı tekrarlanan hatalardan bir diğeri de diasporayı, Ermenistan’dan ayrı düşünen ve hareket eden bir organ olarak görmek. Son zamanlarda ortaya atılan, “Ermeni diasporası 1915’in bir sonucu olduğu için daha radikal” söylemi de başlı başına bir “inci”. Ermenistan vatandaşlarının çoğunun kökeni de, tıpkı diaspora gibi, bugünkü Türkiye sınırlarının dahilinden geliyor. Türkiye’ye yaklaşım konusunda da, sanıldığının aksine, diaspora ile Ermenistan vatandaşları arasında belirgin bir fark söz konusu değil. Fark, Ermenistan vatandaşlarının bir bölümünün devamlı veya fasılalı olarak Türkiye’ye gidip gelmesi, Türklerle ticari ilişkilere girmesinden kaynaklanıyor. Bilindiği gibi “ticaretin dini, imanı yoktur” ve bu kesim ve onların çevresi için Türkiye ile ilişkilerin gelişmesi sadece “kabul edilebilir”. Halkın bir kesimi ise sınırların açılması sonucu hayat standardının yükseleceği inancını taşıdığı için protokollere sıcak bakıyor ve yönetime güvenmeyi tercih ediyor.
Bunlara şimdi hükümetteki Cumhuriyetçi Parti taraftarları eklendi. Onların durumu “aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık” misali. Ya kendi parti başkanları olan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan’a muhalefet edecekler ya da önlerine getirileni sineye çekecekler. Sarkisyan’ın Türkiye siyasetini alkışlamadan sustuklarına göre destekleyecekleri görülüyor. Ermenistan’ın 1991’deki bağımsızlık sonrasında seçilen ilk cumhurbaşkanı olan Levon Ter-Petrosyan ve etrafındakilerin durumunu açıklamak ise çok daha zor. Şubat 2008 seçimlerini kaybetmesinin ertesinde ihtilâlvari bir ayaklanma tertipleyen ve böylece Sarkisyan’ın ülkenin lideri olarak konumunu daha baştan zayıflatmaya muvaffak olan Petrosyan ve arkasındaki güçler, protokollere ne tam razı ne de tam karşı konumdalar. Cumhurbaşkanı olduğu dönemde Türkiye’ye zeytin dalı uzatıp karşılık bulamayan Petrosyan, şimdi tabii ki ilişkilere “hayır” diyemeyecek bir durumda, lâkin tam manasıyla desteklediği zaman da hükümetin icraatını onaylamış sayılacağından, hem nalına hem mıhına vurarak durumu idare etmeye çalışıyor.
Ermenistan’daki “protokoller karşıtı” hareketin başını ise Taşnaklar çekiyor. İmza kampanyaları, gösteriler, yürüyüşler ve açlık grevleri genelde Taşnakların partisi Taşnaksutyun önderliğinde gerçekleşiyor. Baştan söylemek gerek ki, Taşnaklar ve yandaşları Türkiye’de gerçekten de hak etmedikleri bir şekilde yanlış tanıtılıyorlar. Taşnakların bilhassa soykırım konusundaki katı tutumları bir gerçek, fakat bu yüzden onların “Türk düşmanı” oldukları savı gerçekle uyuşmuyor. Türk-Ermeni ilişkileri konusunda edinilecek en gerçekçi ve olumlu yaklaşımların, tam da bu parti yetkililerinden geldiğini birçok Türk gazeteci şaşırarak müşahede etmiştir. Fakat Türk düşmanı olmamaları Taşnakların “Türk dostu” veya “Türk sempatizanı” olduğu manasına da gelmiyor. Zaten bu, hiç kimseden de beklenmemesi gereken bir tutum. Halkların kardeşliği savının boş bir safsatadan öteye geçmediğini uzak ve yakın tarih bize defaten göstermiştir. Halklar dost olabilir, iyi komşular olabilir; fakat kardeş olabileceklerini iddia etmek çok zordur.
Ermenistan’da halk şu an ikiye bölünmüş durumda ve hangi tarafın ağır bastığını söylemek gerçekten de çok güç. Halkın bir kısmı, protokolleri olduğu gibi kabul etse de, azımsanmayacak bir kesim, hatta belki de çoğunluk protokollere karşı. Bu arada, her zaman ve her yerde olduğu gibi, fikir belirtenlerin büyük bir kısmı protokolleri okumadan bir kanıya varıyorlar. Bazıları, ne olursa olsun yönetime güvenip onların ülkeye zarar verecek bir şey yapacaklarına ihtimal vermezken; diğerleri, taraflardan herhangi birinin sözlerine aklı yattığından o tarafı destekliyor. Ayrıca üniversiteler, sivil toplum örgütleri vb. kurum ve kuruluşların bünyesinde süreçle ilgili devamlı toplantı ve tartışmalar yapılıyor. Aydınların ve akademisyenlerin büyük çoğunluğu, hükümete yakın duranlar haricinde, Türk-Ermeni ilişkilerindeki bu gidişata pek sıcak bakmasalar da bunu yüksek sesle dile getiremiyorlar. Bu da anlaşılabilecek bir durum; zira akademisyenlerin hepsi devlet memuru.
Taşnaklar da dâhil olmak üzere, protokollere karşı çıkan aklı başında hiçbir Ermeni, ister Ermenistan vatandaşı olsun isterse de diaspora, Türkiye ile diplomatik ilişkilerin kurulmasına karşı değil. Sadece Türkiye ile ilişki kurma uğruna bazı şartlara boyun eğmeyi kabul etmiyorlar. Protokolleri eleştirenler, Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin onurlu bir şekilde ve eşit pozisyonda tesis edilmesini; sınırın açılması konusunun ise ilişkilerin tesisinin doğal bir sonucu şeklinde ele alınmasını ve kesinlikle bir gaye olarak görülmemesini arzuluyorlar.

Paylaş Tavsiye Et
Yazara ait diğer yazılar
Diran Lokmagözyan