Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Dosya
Demokratik Açılım, PKK ve Kürt siyaseti
Kutbettin Kılıç
SOKAKLARDA ellerindeki taşları gelişigüzel etrafa savuran çocuklar, güvenlik güçlerine molotof kokteyli atan yüzü maskeli kişiler, camları parçalanmış ve yakılmış mağaza ve dükkânlar, şehit edilen askerler, öldürülen siviller, yüzlerindeki damarlar patlarcasına şişmiş bir şekilde dağlara çıkmayla tehdit eden siyasetçiler ve bütün bunları kışkırtan bir kısım medya… Çok karmaşık gibi görünen bir resim var karşımızda. Bu resmi karmaşıklaştıran, bütün bu olayları tetiklediği düşünülen neden ise Demokratik Açılım projesi. Peki, nasıl olur da demokratik hakları genişletmeyi hedefleyen bir açılım projesi bütün bu gerilimlere sebep olabilir? Bu haklar için mücadele ettiğini iddia eden PKK, açılım süreci işlerken neden bir terör saldırısı düzenler? DTP, CHP ve MHP’nin AKP’yi hedef alan sert eleştirileri nasıl yorumlanmalı?
Bu yazı, bilhassa Demokratik Açılım projesinin Kürt siyasetini nasıl şekillendirdiği sorusuna odaklanıyor. Bu soruya cevap verebilmek için geliştirilmeye çalışılan kuramsal çerçeve iki temel varsayıma dayanıyor. Birinci varsayıma göre, mevcut durum içinde var olan bütün aktörler (AKP, MHP, CHP, BDP, TSK ve PKK) rasyoneldir ve yapmış oldukları eylemler elde etmeye çalıştıkları sonuçlar tarafından belirlenir. Yani her adımları stratejik ve kendi kurumsal menfaatlerini sağlamaya yöneliktir. İkinci varsayıma gelince: Amorf yapılar olan milletler ve etnik gruplar savaşmaz, onlar adına hareket ettikleri varsayılan örgütler savaşır. Türkiye örneğinde konuşmak gerekirse, TSK ve PKK arasındaki çatışmalar Türkler ve Kürtler arasında topyekun yaşanan bir savaşa tekabül etmez. PKK bütün Kürtleri temsil etmediği gibi, TSK içinde de PKK’ya karşı savaşan birçok Kürt mevcuttur. Dolayısıyla bu organizasyon veya örgütlerin menfaatleri ile temsil ettikleri düşünülen geniş halk gruplarının menfaatleri her zaman örtüşmez. Örgüt menfaatleri her zaman daha çok önemsenir.
Bu iki temel varsayım çerçevesinde, Demokratik Açılım projesi Kürt siyasetini uzun vadede şiddetten arınmış ve tamamen demokratik kanallardan kendini ifade eden bir yapıya dönüştürebilir. Fakat bu sürecin uzun ve sancılı olacağını tahmin etmek hiç zor değil. Çünkü etnik çatışmalar ve iç savaş literatürünün bize gösterdiği önemli bulgulardan biri şu ki, şiddet ve terör içeren yıllar ne kadar fazlaysa çözüme ulaşmak da o denli zor ve sancılı oluyor.
Bunun başlıca dört nedeni var. Birincisi, şiddet ve terörle geçen yılların biriktirdiği nefret ve düşmanlık. Savaşan veya çatışan taraflar, destekçileri nezdinde karşı tarafı nefret nesnesi olarak kurguluyor ve her kayıp, bu çabaya katkı sağlıyor. İkincisi, bir etnik grup adına savaştığını iddia eden ayrılıkçı bir örgüt türediğinde, zamanla yanlış bir algılamayla örgütün bu iddiası kabul görüyor; örgüt ve temsil ettiğini iddia ettiği etnik grup arasında var olan bütün farklılıklar göz ardı ediliyor ve aynileştiriliyor. Bu ortamda verilen her kültürel hak, bir nefret nesnesi haline gelen ayrılıkçı örgüte bir taviz olarak algılanıyor ve büyük tepki topluyor. Üçüncüsü, her etnik çatışma veya iç savaş zamanla bir menfaat sistemi oluşturuyor ve savaşın devamından faydalanan gruplar türüyor. Bu, sadece başkaldıran örgütler için değil, devlet için de böyle. Bu menfaat grupları çözüm adına atılan her adımı provoke edip, akamete uğratmaya çalışıyor. Özellikle ilk iki nokta bu tür grupların ekmeğine yağ sürüyor. Dördüncü ve son neden ise bu tür açılım projelerinin ayrılıkçı örgüt liderlerini dışarıda bırakıyor olması. Mevcut açılım projesinin başarıya ulaşabilmesi, bu dört sorunla baş edip edememesine bağlı.
Bilhassa üçüncü ve dördüncü tespitler çerçevesinde, Demokratik Açılım’ın zamanlamasına baktığımızda, devlet içinde yuvalanmış cuntacı çetelerle mücadele sürecinde, özellikle de bu çetelerin etkilerinin sınırlandırıldığı bir dönemde ortaya çıktığını görüyoruz. Yani devlet içinde çatışmalardan beslenen grupların tasfiyesi sürecinde başlayan bir açılımdan söz ediyoruz. Ayrıca açılım süreci tamamen sivil hükümetin kontrolü altında yürütülüyor. Fakat aynı şey Kürt siyaseti için geçerli değil. Bugün Kürt siyasetinin Meclis’teki temsilcisi konumundaki BDP, meşruiyetini sivil halktan değil dağdan alıyor. Bu da BDP’li siyasetçilerin bağımsız hareket etmelerinin ve özgür iradelerini kullanmalarının önünde büyük bir engel teşkil ediyor. Diğer bir ifadeyle PKK’nın açılım projesine yaklaşımı, büyük ölçüde BDP’li siyasetçilerin yaklaşımını da şekillendiriyor.
PKK’nın açılım sürecine yaklaşımı, yukarıda zikrettiğimiz üçüncü ve dördüncü nedenlerden dolayı negatif ve böyle olmaya da devam edecektir. Daha da açmak gerekirse, başkaldıran bir örgütün liderlerini bekleyen dört son mevcuttur: Birincisi, giriştikleri bütün şiddet veya terör eylemleri sonucunda bağımsız bir devlet kurmayı başarmalarıdır. Bu, bir örgüt için ulaşılabilecek en iyi sondur; çünkü örgüt liderlerini yeni kurulan devletin egemenleri haline getirir. İkincisi, otonom bir bölge oluşturmak ve bu bölgenin yönetici eliti olmaktır. Üçüncüsü, bütün kültürel hakların tanındığı ve saygı duyulduğu, ayrıca ekonomik eşitsizliklerin giderildiği üniter bir devlet içinde yaşamaktır. Son olarak, statükonun korunması, yani kültürel hakların kısmen veya tamamen bastırılması ve şiddetin devamıdır.
Bu sıralamada bugün Türkiye’de tecrübe ettiğimiz durum, üçüncüsüne tekabül ediyor ve açılım projesi de bunu amaçlıyor. Bu, Kürt halkı nezdinde istenecek bir durumken örgüt liderleri için belki de en istenmeyen şık. Zira böylesi bir üniter sistem içinde, özellikle mevcut açılım projesi dâhilinde kendilerine yer bulamayan bu kişiler sürecin akamete uğramasında fayda görüyorlar. Çünkü açılım sürecinin başarıya ulaşması kendilerinin tasfiyesine ve bugün sahip oldukları etkiyi kaybetmelerine yol açacak. Tam bu noktada yazının hemen başında zikrettiğimiz ikinci varsayımı hatırlamak gerekiyor: Örgütün menfaatleri ile Kürt halkının menfaatleri her zaman örtüşmez; ikisinin çatıştığı yerde örgütsel ve kişisel menfaatler öncelenir. Bu yüzden açılım projesi işlerken PKK merkezli provokasyonlara hazırlıklı olmak gerekiyor. Tokat saldırısı buna bir örnek. Yazının birinci varsayımı dikkate alındığında bu saldırı, süreci akamete uğratmak adına atılmış; Kürt halkının menfaatleri açısından mantıksız ve zararlı, fakat PKK’nın menfaatleri açısından son derece rasyonel bir adım. Dolayısıyla statükonun devamı bu aşamada PKK için tercih edilesi bir durum. Çünkü PKK kendi etkinliğini sadece bu durumda sürdürebilir.
Bu sebeple açılım sürecinde BDP ve PKK merkezli eleştirilere ve provokasyonlara hazırlıklı olmak gerekiyor. Tabii bu, BDP içinde ve bu partiye oy verenler arasında Demokratik Açılım projesinin destek görmediği anlamına gelmiyor. Fakat Kürt siyaseti kendi içinde demokratik bir yapıya sahip olmadığı için bu kişilerin sesleri cılız çıkıyor. Ayrıca mevcut çatışmalardan beslenen devlet içindeki diğer grupların provokasyonlarına hazır olmak gerektiği de unutulmamalı. Bu provokasyonlar en az PKK’nınkiler kadar, hatta onlardan daha tehlikeli olabilir. Bugün CHP ve MHP’den yükselen sert eleştirilerin de aynı mantıktan beslendiğini söylemek mümkün.
Eğer mevcut açılım projesi bu tür provokasyonlardan etkilenmeden yoluna devam ederse, bu süreç kaçınılmaz olarak PKK’yı saf dışı bırakarak Kürt siyasetini şiddetten arındıracak, demokratik bir çizgiye çekecek ve daha çoğulcu bir hale getirecektir. Unutulmaması gereken nokta, bu tür açılımların ancak ısrarla devam ettirildiklerinde sonuç verdikleridir.

Paylaş Tavsiye Et