Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Kapak
Yargının itibarı için reform gerekli
Sezgin Tunç
TÜRKİYE’NİN son aylardaki yoğun gündemi, ülkeyi adeta bir hukuk laboratuvarına dönüştürmüş durumda. Her biri tek başına belki de yıllarca tartışılabilecek yargısal süreçler, kararlar ve işlemler birbiri ardına kamuoyunun gündemine düşüyor. Örneğin, geçtiğimiz ayın önemli gündem maddelerinden olan Danıştay’ın YÖK’ün katsayı düzenlemesinin yürütmesinin durdurulması kararı henüz yeterince tartışılmamışken, Anayasa Mahkemesi, askerlerin sivil mahkemelerde yargılanması ile ilgili anayasa değişikliğini iptal etti. Devamında, Erzincan’da yürütülmekte olan bir soruşturmaya Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK)’nun müdahalesi ile yeni bir kriz patlak verdi. Bu krizi, Ergenekon Davası kapsamında muvazzaf ve emekli üst rütbeli askerlerin gözaltına alınması takip etti.
Gündeme yine aynı noktalardan kaynaklanan krizlerin damga vurması, değişimin bir zorunluluk olarak kendini dayattığı Türkiye’de, bazı yapısal hukuki sorunlara işaret ediyor. Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Askeri Yargı ve HSYK odaklı tartışmaların kesintisiz devam etmesi, sorunun yapısal olduğunun ispatı niteliğinde. Darbe sonrası anayasa ve yasalarla tesis edilen kriz üretim merkezi niteliğindeki bu yapıların, sivil iktidarı iktidarsızlaştırmak için tasarlandığı bilinen bir gerçek. Son tartışmalar ve kendini dayatan değişim zorunluluğu, Türkiye’nin mevcut koşullarında bu gerçeği artık katlanılmaz hale getiriyor.
 
Danıştay’ın Tutarsızlığı
YÖK’ün, Danıştay’ın katsayı düzenlemesini iptal etmesi üzerine yaptığı yeni katsayı düzenlemesi ikinci kez ve yine İstanbul Barosu’nun başvurusuyla iptal edildi. Halbuki kararı veren Danıştay 8. Dairesi, daha önce katsayıyı değiştirmenin münhasıran YÖK’ün işi olduğu ve baroların YÖK’ün katsayı konusundaki düzenlemelerini idari yargıya götüremeyecekleri yönünde kararlar vermişti. Danıştay’ın aslında tedbir mahiyetinde olan “yürütmenin durdurulması” uygulamasıyla, esasa girerek davayı sonuçlandırması anlamına gelen bu kararının gerekçesinin de ibretlik olduğunu belirtmek gerekiyor.Kararın gerekçesi, hukuki argümantasyon teorilerini ve hukuk mantığını altüst edecek mahiyette. Karardaki tutarsızlıklardan öte, Danıştay’ın, 28 Şubat bakiyesi olan bir uygulamaya dair genel yaklaşımı, kendisiyle ve hukuk mantığıyla açıkça çelişen bu kararının da temelini oluşturuyor. Zira Danıştay 8. Dairesi’nin “(katsayı) ayrımların(ın) kaldırılması sonucunu doğuran bir düzenlemenin eğitim sisteminin örgütleniş biçimindeki bütünlüğü bozacağı ve yargı kararlarına aykırı olacağı açıktır” gerekçesinin başka bir izahı bulunmuyor. Bu gerekçe ile Danıştay, hukukun en temel ilkelerinden olan “normlar hiyerarşisi” ilkesini, yargı kararlarını yasa hükmü yerine koymak suretiyle yerle bir ederek, katsayı ayrımcılığı ve adaletsizliğine kelimenin tam anlamıyla “yargısal kılıf” uydurdu.
 
HSYK Neye Yarar?
Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner’in tutuklanması ve 3. Ordu Komutanı Saldıray Berk’in ifade vermeye çağrılması sonrasında Erzurum’da Ergenekon soruşturmasını yürüten özel yetkili savcılar, HSYK tarafından herhangi bir inceleme ve soruşturma yapılmadan, adeta jet hızıyla görevden alındı. HSYK’nın bu operasyonu vesilesiyle, 2005’te Şemdinli Olayları ile ilgili soruşturmayı yürüten Cumhuriyet Savcısı Ferhat Sarıkaya’nın başına gelenler yeniden hatırlandı.
HSYK, kurulduğu günden bu yana, yargı bağımsızlığı bakımından sadece Kurul’daki Adalet Bakanı ve müsteşarı nedeniyle eleştirilmekteydi. Son yıllarda ise HSYK’nın karar ve uygulamaları, iddia edildiğinin aksine HSYK’da Adalet Bakanı ve müsteşarının yargı bağımsızlığı bakımından oldukça tali unsurlar olduğunu ortaya koydu. Yani tam bağımsızlık ve tarafsızlıktan uzak olan HSYK’nın kısaca, önemli ve hassas davalara ince ayar çekmeye yaradığı görüldü.
Gelinen noktada, Türkiye’de yargı kurumu ve adalet mekanizmaları, bizzat gözünü karartan yüksek yargı bürokrasisi tarafından ciddi anlamda yıpratıldı ve güven kaybına uğratıldı. Türkiye yargısında görülmekte olan, başta Ergenekon Davası olmak üzere, ciddi ve önemli davalar hakkında “Dava HSYK’yı atlatırsa, bu defa Yargıtay’da kesin kuşa döner” şeklinde özetlenecek kamuoyu algısı, bu güven kaybının hangi vahim boyutlarda olduğunu gözler önüne seriyor. Son krizin ardından, yüksek yargı bürokrasisinin HSYK’ya yaptığı “destek ziyaretleri” bu algının haksız olmadığını gösteriyor. Bu aşamadan sonra yargının, daha özelde yüksek yargının yeniden itibar kazanması için, yerel bir deyişle “yedi köyün toprağıyla yıkanması” gerekiyor. Bunun yolu elbette ciddi ve kapsamlı bir yargı reformundan geçer.
 
Normalleşme İçin Yargı Reformu
Teorik olarak, toplumsal yaşama düzenini sağlama iddiasındaki hukuk, değişen ya da değişmesi gereken düzen ve işleyişler karşısında daima mevcut düzenden yana bir duruş sergiler. Bu duruş, süreklilik ve kalıcılık hedefleyen hukukun doğasında var. Hukuki alandaki yapısal gerilimlerin en temel kaynağı olan bu sorun, demokratik bir sistemde, serbest seçimlerle oluşan yasa koyucu irade tarafından kanunların değiştirilmesi ile çözülür. Ancak Türkiye’de durum bu kadar basit değil. Türkiye’de, yargıya bırakılmayacak kadar önemli olan yargı,siyasetçilere bırakılmayacak kadar önemli olan siyasete, yani vatandaşa tahakküm aracı olageldi. Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’ın çok doğru ifadesiyle, “Yargı kapısında hak isteği adeta haklanmış” ve yargı, adalet değil yaptırım ve ceza müessesesine dönüşmüştür.
Yargı reformu, Türkiye koşullarında sonuç olarak siyasal bir reform anlamına geliyor. Zira yargısal aktörler, yargıdan çok siyasetle iştigal ediyorlar; tıpkı kimi günlüklere yansıdığı üzere, askerin askerlikten çok siyasetle uğraştığı gerçeği gibi… Bu noktada, yaşanan sorunlara tek başına yargı reformunun çözüm olamayacağını belirtmek gerekiyor. Çünkü 1982 Anayasası bir bütün halinde, darbe dönemi koşullarının tüm ağırlığını hâlâ hissettiriyor.
Yaşanan müdahale ve krizlerden sonra, yargı reformuna duyulan ihtiyacın devletin zirvesinden bile yüksek sesle dillendirilmesi, güncel dava ve tartışmalarda bilhassa yüksek yargı ve yargı bürokrasisinin ortaya koyduğu performansla doğrudan ilgili. Gelinen noktada, Türkiye’nin siyasi normalleşmesi için yargı reformunun gerçekleştirilmesi, zorunlu bir ön koşul. Bu açıdan bakıldığında, kamuoyunda yargıda reformun gerekliliğine dair oluşan yaygın kanaat, mevcut dava ve tartışmaların belki de en hayırlı sonucu. Bir süredir devam eden yargı reformu çalışmalarının bu açıdan önemi büyük. Bilhassa yüksek yargı bürokrasisinde, geniş tabanlı temsil ile Anayasa Mahkemesi, yüksek yargı ve HSYK’da mevcut haliyle sonsuza kadar sürebilecek kast sisteminin kırılması ve HSYK kararlarına karşı yargı yolunun açılması önem taşıyor.
Yargı ve hukuk etrafında dönen tartışmalar önümüzdeki aylarda da sürecek gibi görünüyor. Yeni Anayasa tartışmalarının ise bugünleri dahi aratacağından hiç kuşku yok.

Paylaş Tavsiye Et