Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Kapak
Türkiye’de hukuk değil, demokrasi krizi yaşanıyor
Ümit Kardaş
SON dönemde yargıda yaşanan krizleri iyi analiz edebilmek için demokrasi sürecine bakmak gerekir. Türkiye Cumhuriyeti bir demokrasi altyapısı oluşturamadı; çünkü kozmopolit bir imparatorluktan sonra tekçi bir cumhuriyetçi felsefe ile inşa edildi. Bu tekçi felsefede tek millet, tek kültür, tek etnisite, tek dil vardı. Böyle bir ideolojinin, kozmopolit bir imparatorluktan bakiye halklarla oluşan bir toplumu mutlu etmesi mümkün değildi. Nitekim Kürtler, Aleviler, gayrimüslimler, hatta Sünniler bile kendilerini mağdur hissediyorlar bugün. Tekçi anlayış halkı kucaklayamadı, dolayısıyla da demokrasinin altyapısı oluşmadı. Cumhuriyet’in en önemli ikinci hedefi eşit yurttaş yaratmaktı ki bu da başarılamadı.
Toplumun her kesiminin istek ve taleplerinin baskı ve şiddetle engellendiği tek parti döneminde demokrasi olmadığı gibi hukuk da yoktu. 1946’da çok partili hayata geçildiğinde de demokrasi kültürü bulunmuyordu. 1950’de Demokrat Parti “Yeter söz milletindir” diyerek iktidara geldiğinde birdenbire bu tek parti rejiminin ideolojisine sahip kesimler sarsıldı. DP iktidarının, daha ilk ayında iktidardan uzaklaştırılmak istenmesi, egemenliğin halka verilişinin hazmedilememesinin bir sonucuydu. Böylece askerî müdahaleler, cuntalaşmalar pratiği de başlamış oldu.
1961 Anayasası, sadece Avrupa’daki hak ve özgürlükleri getirmedi; Milli Güvenlik Kurulu (MGK)’nu, yani yürütmeye ortak olabilecek bir askerî kurulu da tesis etti. Yine ilk defa askerî mahkemeler, disiplin mahkemeleri, Askeri Yargıtay 1961 Anayasası’yla getirildi. Çift başlı yargı tartışmaları işte buradan geliyor. Kısaca hem ordu yürütme erkine dâhil edildi hem de özel bir yargı alanı oluşturuldu. 1971’de 12 Mart askerî muhtırası ile 9 Mart Cuntası tasfiye edilirken, Anayasa’da MGK’yı daha etkili kılacak bazı değişiklikler yapıldı; Askeri Danıştay olarak da nitelendirilebilecek Askeri Yüksek İdare Mahkemesi kuruldu ki bunun dünyada bir örneği daha yok. Öte yandan 1970’te iki önemli kanun değişikliği yapılarak Milli Savunma’ya ait, askerî bütçe hazırlama dâhil, tüm yetkiler alınıp Genelkurmay’a verildi. Böylece Genelkurmay özerk bir yapıya kavuştu. Bir daha darbelere gerek kalmadan toplumun ve siyasetin kont-rol edilmesinin amaçlandığı 1980 askerî darbesi ile MGK iyice tahkim edildi. Bu, Cumhuriyet’in tekçi ideolojisinin devamıdır. 1980 süreci 28 Şubat post-modern askerî müdahalesiyle bugüne kadar geldi.
Bugün yaşananlar bir hukuk veya yargı krizinden çok, demokrasi krizidir. Çünkü yargı, yüksek mahkeme başkanlarının verdikleri demeçlerle, bizzat siyasetin içinde. Türkiye’de bir askerî vesayet rejimi var ve bu rejim bütün şiddetiyle devam ediyor. İktidar adım atmak istediğinde kırmızı çizgiler ile karşılaşıyor. Kemikleşmiş direnç noktaları var. Özerk olan asker, -Askeri Ceza Kanunu’nun 148. maddesine göre siyasi demeç vermesi ve telkinde bulunması bir suç olduğu halde- bizzat siyaset yapıyor; mevcut siyaseti bloke ediyor; hâkim olmaya, toplumu yönlendirmeye çalışıyor. Bunu yaparken de yıpranıyor. Desteğe ihtiyacı var; bunu da yargıdan, yargının üst bürokrasisinden alıyor.
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun Erzurum’daki özel savcıların yetkilerini iptal etmesi ile gelişen son olaylarda dikkat edilmesi gereken, soruşturmanın ucunun bir orgenerale uzanıyor olması, orgeneralin ifade vermeye çağrılması. Aynı Şemdinli soruşturmasında olduğu gibi. Şemdinli Savcısı Ferhat Sarıkaya da soruşturma dosyasında bir generale, kuvvet komutanına ilişkin bazı iddialara yer vermesi üzerine HSYK tarafından meslekten ihraç edilmişti.
HSYK’nın verdiği karar siyasi; çünkü yetki aşımına karar verme yetkisine sahip değil. Üstelik yetki aşımına karar verirken de dosyalara değil, söylemlere baktı. Öte yandan, Yargıtay Başkanlar Kurulu da toplanıp bunu destekledi, Yargıtay Kanunu’na göre böyle bir görevi olmadığı halde. Yargı üst bürokrasisi tümüyle siyasileşti. Gelinen noktada, demokratik yapıda ve hukukun üstünlüğünü inanmış bir yargı inşa etmemiz lazım. Bu da gelip Anayasa’ya dayanıyor. Kürt sorununun da, Alevilerin sorunlarının da, yargıda çift başlılığın giderilmesi ve hâkimlerin bağımsızlığı ve tarafsızlığı sorunlarının da çözümleri anayasa değişikliğine bağlı. Yeni bir felsefe ile yeni bir sivil anayasa yapılmalı. Bu felsefe de çoğulculuğa dayanmalı. Çünkü tekçi bir felsefe ile çoğulculuk ve katılımcılık sağlanamaz.
Öte yandan kanunlarda da değişiklik şart. Adil yargılanma hakkının sağlanabilmesi, tabii hâkim ilkesinin gerçekleştirilmesine bağlı ki bu, yargıda çift başlılığı kaldırıp yargılama birliğini sağlayacaktır. Bu aynı zamanda tüm yurttaşlara işledikleri suç ne olursa olsun aynı ceza usul kurallarının uygulanması demektir. Bunun için Ceza Muhakemesi Kanunu’nda düzenlenen ve Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nin bir devamı olan Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri’nin ve bunlara ilişkin usul kurallarının kaldırılması gerekir. Yine Terörle Mücadele Kanunu’nun öngördüğü farklı ağır cezaların ve usul kurallarının da kaldırılması zorunlu. Gerçek bir hukuk devletine ancak böyle ulaşılabilir. 
Türkiye’de hâlihazırda bir iktidar kavgası yaşanıyor. Bu, hukukla izah edilemez. Halkın da artık “Demokrasi, hukuk istiyorum” demesi lazım. Türkiye yaşadığı bu sancılı dönemden sonra bir şekilde düze çıkacaktır. Ok yaydan çıktı artık. Vicdan sahibi, hukuk ve adaletten yana olanlar bu mücadeleyi kazanacaktır. Çünkü verilen mücadele 80-90 yıllık sorunların mücadelesi; doğal olarak çözüm zaman alacaktır. Bu mücadelenin sonunda asker darbe girişimi yapsa bile başarılı olamaz artık.

Paylaş Tavsiye Et
Yazara ait diğer yazılar
Ümit Kardaş