Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Toplum
Muhafazakâr kanalların gezginleri
İdiris Demirel
MU­HA­FA­ZA­KÂR te­le­viz­yon kanallarının he­men hep­sin­de ge­zi tü­rün­de prog­ram­lar var. Öy­le ki ba­zı­la­rın­da bir­den faz­la bu tür ya­pım söz ko­nu­su ve tek­rar gös­te­rim­le­ri de fark­lı sa­at­ler­de sık­lık­la iz­le­ne­bi­li­yor. Bir tür ola­rak ge­zi prog­ram­la­rı evet gü­zel; ama mu­ha­fa­za­kâr ka­nal­lar­da sa­mi­mi­yet ve hoş­soh­bet­lik ile ‘des­tur/suz­luk’ ara­sın­da ka­çı­rı­lan bir kan­ta­rın to­pu so­ru­nu var gi­bi: Su­nu­cu gez­gin­ler dü­ğün-der­nek din­le­mi­yor­lar. Prog­ram su­nu­cu­la­rı er­kek de ol­sa­lar, ni­şan­lı kız­la­rın ni­şan­lık-dü­ğün­lük giy­si­le­ri­ni on­lar üzer­le­rin­dey­ken bi­le do­ku­na­rak ta­nı­tı­yor­lar. Hiç ol­ma­ya­cak yer­ler­de du­vak­lar açı­lı­yor ya da açıl­ma­ya zor­la­nı­yor. Yi­ne yü­zü du­vak­lı bir ge­lin­lik kı­za, yü­zü­nü aç­ma­yın­ca, bur­nu­na ka­dar so­ku­la­rak şöy­le de­ni­li­yor: “Aç kız-aç kız” (Al­lah’tan ki bu­ra­da ikin­ci ke­li­me de kul­la­nı­lı­yor). Su­nu­cu­la­rın gir­me­dik­le­ri bir zi­faf oda­la­rı ka­lı­yor. Aca­ba des­tur var mı­dır, hiç dü­şü­nül­mü­yor. Mu­ha­fa­za­kâr ka­nal­la­rın gez­gin­le­ri, te­le­viz­yo­na çık­ma­yı dü­şün­me­yen kim­se­le­rin ise de­ğil mah­re­mi­yet­le­ri­ne (mu­ha­fa­za­kâr­lık­la­rı­na?!) say­gı gös­ter­mek, böy­le­si edep an­la­yış­la­rı­nın var­lı­ğın­dan büs­bü­tün ha­ber­siz gö­rü­nü­yor­lar. Söz ko­nu­su olan mâ­ku­li­ye­ti mu­hal bir nob­ran­lık­tan baş­ka ne­dir ki? Mu­ha­fa­za­kâr ka­nal­lar ve su­nu­cu­lar des­tur ta­nı­ma­mak­ta­ki fü­tur­suz­luk­la­rıy­la aca­ba han­gi sad­ra şi­fa ol­duk­la­rı­nı, ne bi­çim bir ruh ve ka­rak­ter ile na­sıl bir mis­yo­nu in­şa et­tik­le­ri­ni dü­şü­nü­yor­lar?
 
Or­yan­ta­lizm ve Mu­ha­fa­za­kâr­lık
“Ken­di mem­le­ket­le­ri­ni, mu­ha­fa­za­kâr ka­nal­lar yi­ne ken­di­le­ri or­yan­ta­li­ze edi­yor­lar” de­ni­le­bi­lir; ama esas­ta bu bi­le ya­pıl­mı­yor. Ce­mil Me­riç’in çer­çe­ve­le­me­siy­le ka­pi­ta­liz­min ve “sö­mür­ge­ci­li­ğin ke­şif ko­lu” da ol­sa or­yan­ta­lizm so­nuç­ta, Ed­ward Sa­id’in gös­ter­di­ğin­ce, öte­ki­nin, bi­lin­me­si, aşi­kar kı­lın­ma­sı için bir ça­ba­yı, uzun sü­ren araş­tır­ma­la­rı, dik­ka­ti vs. ge­rek­ti­ri­yor­du. Te­le­viz­yon­cu­lar­dan bir bi­lim ada­mın­dan bek­le­nen tarz­da bir yo­ğun­laş­ma­yı bek­le­mek ta­bii ki an­lam­lı de­ğil; ama yi­ne de “Lüt­fen bi­raz da­ha te­ces­süs ve iti­na”de­nil­me­me­li mi? Pe­ki mu­ha­fa­za­kâr ka­nal­la­rın ge­zi prog­ram­la­rı­nın gez­gin­le­ri­nin fark­lı bir tö­re, et­ni­si­te, mez­hep vs. ile kar­şı­laş­tık­la­rın­da bü­yük hay­ret­ler için­de kal­ma­la­rı­nı na­sıl de­ğer­len­dir­me­li? Bu hay­ret­ler ha­ki­ka­ten “bü­yük hay­ret­le­ri” hak edi­yor. Mu­ha­fa­za­kâr ka­nal­lar ken­di mil­let­le­ri­nin bi­le­şen­le­ri­ne, iç fark­lı­lık­la­rı­na, bir­lik için­de­ki dil­sel, mez­hep­sel, et­nik çe­şit­li­likle­ri­ne ger­çek­ten de or­yan­ta­list­le­re rah­met oku­ta­cak den­li bi­ga­ne­ler ise eğer, di­ye­cek bir söz kal­ma­dı de­mek­tir.
An­la­şı­la­bi­li­nir bir “ge­nel kül­tür” ek­sik­li­ği bir ta­ra­fa ama bir yö­re­ye gi­di­lir­ken, gi­di­le­cek ye­rin özel­lik­le­ri, hiç de­ğil­se top­lu­luk­la­rın ad­la­rı ile il­gi­li hiç mi ön ha­zır­lık ya­pıl­maz? Üs­tü­ne üst­lük bü­tün bir ge­le­nek de alt üst edi­li­yor. Me­se­la Çer­kez­ler­de ge­lin ile ka­yın­va­li­de-ka­yın­pe­der ara­sın­da ba­zı ri­tü­el­ler mi var (ge­li­nin ‘ko­nuş­ma­sı’ ve ‘ko­nuş­ma­ma­sı’), genç­le­rin ve yaş­lı­la­rın bir­bir­le­ri­ne nis­pet­le ne­re­ler­de na­sıl otu­rup kal­ka­cak­la­rı yüz­yıl­lar ön­ce­sin­den ba­zı ka­ide­le­re mi tâ­bi ya da bir ‘tö­re’nin icap­la­rı için­de mi yer alı­yor? Bun­lar ora­da an­la­tıl­dı­ğı/öğ­re­nil­di­ği du­rum­lar­da da­hi önem ta­şı­mı­yor. Su­nu­cu ıs­rar­la bi­ri­ni bir yer­den kal­dı­rıp baş­ka bir ye­re oturt­ma­ya, ge­lin­le gü­ve­yi yan ya­na ge­tir­me­ye, ge­li­ni ka­yın­va­li­de­si­nin ve ka­yın­pe­de­ri­nin önün­de ko­nuş­tur­ma­ya ça­lı­şı­yor. Ha­zi­run­dan bi­ri “Bun­lar biz­de/Çer­kez­ler­de ayıp” de­yin­ce de özür di­le­mek ye­ri­ne, yük­sek per­de­den “Al­lah Al­lah ni­ye?” bi­çi­min­de kar­şı­lık ve­ri­li­yor. Sa­mi­mi­yet nu­mu­ne­si ol­ma­sı bir ya­na, say­gı­sız­lık­tan öte den­siz­lik de­ğil­se ne­dir bu? O in­san­la­rın asır­lar­dır ta­şı­ya­gel­dik­le­ri kül­tür­le­ri­ni, kim­lik­le­ri­ni ya­ni var­lık­la­rı­nı bi­raz­da bu yol­la mu­ha­fa­za ede­bil­dik­le­ri tö­re­le­ri­ni gü­ya sa­kil bu­la­rak ‘nor­mal­leş­tir­me’ye ça­lış­mak mis­yo­nu mu­ha­fa­za­kâr ka­nal­la­ra mı kal­dı?
 
Si­lah, Ka­me­ra ve “Tö­re Ci­na­yet­le­ri”
De­ğer­li sos­yo­log­lar Ni­lü­fer Gö­le ile Ali Bu­laç ara­sın­da bir ara “mo­dern mah­rem” do­la­yı­mın­da bir ka­lem kav­ga­sı ya­şan­mış­tı. Mo­dern mah­rem olur mu, yok­sa doğ­ru­su mo­dern ve mah­rem mi? Mu­ha­fa­za­kâr ka­nal­la­rın gez­gin­le­ri, mo­dern ve mah­rem ara­sın­da­ki far­kı gör­mez­den ge­len, mah­rem de de­ğil mo­dern de, öy­le­si bir te­le­viz­yon­cu­luk üs­lu­bu­nu ve ya­ra­la­yı­cı bir di­li, üzü­cü bir per­va­sız­lık­la sür­dür­mek­te hay­li se­bat­kâr­lar. Bu­ra­da ger­çek­ten de Mars­hall McLu­han’ın “Araç ile­ti­dir” yak­la­şı­mı iş­li­yor gi­bi. Bir elek­tro­nik ile­ti­şim ara­cı ola­rak te­le­viz­yon­lar öz­sel ni­te­lik­le­riy­le top­lum­sal­lı­ğı, ilet­tik­le­ri içe­rik ya da ile­ti­den ba­ğım­sız bi­çim­de za­ten et­ki­li­yor, dö­nüş­tü­rü­yor. Dö­nüş­tür­mek­ten de öte, Nu­ret­tin Top­çu’nun ‘ba­sın’ için sarf et­ti­ği ifa­de­siy­le “bü­tün ter­bi­ye diz­gin­le­ri­mi­zi eli­ne ge­çir(iyor)”. Bu­na bir de mu­ha­fa­za­kâr eks­tra­lar ek­le­nin­ce tab­lo iyi­ce iç ka­rar­tı­cı bir gö­rü­nü­me bü­rü­nü­yor.
Bir de­ğil, iki de­ğil… Mu­ha­fa­za­kâr ka­nal­la­rın ge­zi prog­ram­la­rı sa­mi­mi­yet ile des­tur/suz­luk ara­sın­da­ki far­kı unut­muş gö­rü­nen bir tar­zı tut­tur­muş gi­di­yor. Oli­ver Sto­ne’un, Ka­til Do­ğan­lar (Na­tu­ral Born Kil­lers, 1994) fil­mi­nin bir sah­ne­sin­de oyun­da­ki ka­me­ra­man su­nu­cu, “en an­ti-kah­ra­man kah­ra­man”a “Ba­na da bir si­lah ver” de­yin­ce şöy­le bir ce­vap alı­yor: “Se­nin elin­de ka­me­ra var ya”. “Hal böy­le iken, mem­nun ol­ma­yan­lar sey­ret­me­yi­ver­sin­ler” de­ni­le­bi­lir. La­kin so­run sey­ret­me­mek­le bit­mi­yor. Mu­ha­fa­za­kâr ka­nal­lar, ‘res­men’ çö­zül(e)me­yen ve ja­ko­ben ‘nor­ma­li­zas­yon’ sü­reç­le­ri­ne bi­linç­li ya da bi­linç­siz di­re­nen bir ge­le­ne­ği adım adım çö­zü­yor. Hâ­lâ or­yan­ta­li­ze edi­le­me­yen ve oto-ko­lo­ni­zas­yon süz­geç­le­rin­den ge­çi­ri­le­me­yen “dü­şün­me ya­şa­ma ka­lıp­la­rı”, İs­ma­il Ka­ra’nın bir baş­ka bağ­lam için ifa­de­siy­le “Müs­lü­man ay­dın­la­rın ve si­ya­set­çi­le­rin kay­bet­ti­ği ama halk­ta hâ­lâ güç­lü bir şe­kil­de ya­şa­yan” di­ren­gen tö­re­ler var bu top­rak­lar­da ve mu­ha­fa­za­kâr kanallar, züc­ca­ci­ye­ci­ye gi­ren fil mi­sa­li on­la­rı düm­düz edip çiğ­ni­yor. Be­zir­gan­lı­ğın da, pa­zar­la­ma­cı­lı­ğın da bir er­ka­nı, bir usul-ada­bı yok mu? Ale­la­de­lik­ler yok­sa top­tan mı mu­bah ol­du?
D. Meh­met Do­ğan’ın Bü­yük Türk­çe Söz­lükün­de tö­re ke­li­me­si­ne şu kar­şı­lık­lar ve­ril­miş: 1. Bir top­lu­luk­ta yer­leş­miş hal­de bu­lu­nan dav­ra­nış şe­kil­le­ri­nin bü­tü­nü, âdet ve ah­lak. 2. Bir top­lu­lu­ğun çe­şit­li olay­la­rı kar­şı­la­yan ka­ide­le­ri, ka­nun, ni­zam. Tö­re, Türk­lük için ko­lek­tif bi­linç ka­tın­da yüz­yıl­lar­dır ta­şı­ya­gel­di­ği bü­tün bir ta­rih­sel-ıs­tı­la­hi öne­mi hiç göz önün­de tut­mak­sı­zın salt lü­ga­ti yö­nü iti­ba­rıy­la ba­kıl­dı­ğın­da bi­le öne­mi­ni yi­ne ken­di­si or­ta­ya ko­yan bir ağır­lı­ğa sa­hip. Mu­ha­fa­za­kâr ka­nal­la­rın lo­jis­tik des­te­ği­ni de ar­ka­sı­na ala­rak bir­kaç kol­dan tür­lü çe­şit prog­ram­lar va­sı­ta­sıy­la top­ye­kun sa­vaş man­tı­ğıy­la sür­dü­rü­len âdet, ah­lak, ni­zam, öz­ce­si tö­re düş­man­lı­ğı­nı ya­ni “tö­re ci­na­yet­le­ri”ni dü­şü­ne­rek, Müm­taz Tur­han’ın so­ru­su­nu, “kül­tür de­ğiş­me­le­ri” açı­sın­dan ye­ni­den sor­ma­lı: Aca­ba “Garp­lı­laş­ma­nın ne­re­sin­de­yiz?”

Paylaş Tavsiye Et
Yazara ait diğer yazılar
İdiris Demirel