Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Dosya
Ekonomik ve parasal birlik
Tayanç Ahmet Gündüz
1 OCAK 1999’da Euro kaydî para olarak tedavüle girdiğinde, AMB (Avrupa Merkez Bankası), ABD’den sonraki en büyük ekonomik alan olan Euro bölgesinde para politikasını yürütme sorumluluğunu üstlenmiş oldu. Bir rüya daha gerçekleşmiş, Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu’ndan Avrupa Birliği’ne (AB) giden yolda bir adım daha atılmıştı.  
Parasal birlik kavramı, bazı ülkelerin biraraya gelerek paralarının değerini sabit kur sistemi ile birbirlerine bağladıkları ve birlik dışındaki ülkelere karşı serbestçe dalgalandırdıkları yapılar için kullanılır. Bir süreç içerisinde gerçekleştirilen adımlar; döviz kuru birliğinden ortak bir para kullanılması noktasına kadar gider. Son aşamada, ortak paranın yanında, ortak bir para politikası ve bu politikayı yürütecek ortak bir merkez bankası da tesis edilir.
Bugün AB, bu kavramsal çerçeveye tam olarak oturan, ve büyük ölçüde bu çerçeveyi şekillendirmiş olan bir parasal birliğe sahiptir. Gerçi AB’yi oluşturan ülkelerden sadece 12 tanesi (İngiltere, İsveç ve Danimarka henüz Ekonomik ve Parasal Birlik’e (EPB) dahil değildir) EPB üyesidir, ancak gerek ortak para birimi Euro gerekse de AMB ve onun yürüttüğü ortak para politikası şeklinde tezahür eden parasal birliğin popülaritesi, kısa sürede ABD’deki merkez bankaları sistemi Federal Reserve’ün popülaritesini aşmıştır. Dünyanın en bağımsız merkez bankası ünvanına sahip olan AMB, bu özelliği nedeniyle bazen de eleştiri almakta, temel hedefi olan fiyat istikrarını gözetmek pahasına ekonomik durgunluk dönemlerinde genişletici para politikası izlememesi nedeniyle eleştirilmektedir. 
 
EPB’nin Gelişimi
Roma Antlaşması’nın 1 Ocak 1958’de yürürlüğe girmesi ile AET üyesi ülkeler paralarının konvertibilitelerini sağladılar. Bu dönemde bir Para Komitesi faaliyete geçirildi. 1962 yılında AET Komisyonu’nun üye ülkelerin paralarının birbirlerine karşı dar bir bant içinde dalgalanmasının, para politikalarının uyumlaştırılmasına katkı sağlayacağı yönündeki görüşünün ardından, 1963 ve 1964 yıllarında Merkez Bankaları Guvernörler Komitesi ve Bütçe Politikası ile Orta Vadeli Ekonomi Politikası Komiteleri kuruldu.
1968’de AET Komisyonu, Avrupa Konseyi’ne ekonomik ve parasal sorunlara çözüm bulunması için izlenmesi gereken politikalara ilişkin görüş bildirdi. Bu yıl, üye ülkeler arasındaki Gümrük Birliği’nin de tesis edildiği bir dönem oldu. Dış ticaretlerinin yarısını kendi aralarında gerçekleştiren üye ülkeler arasındaki ekonomik işbirliği, Ortak Tarım Politikası’nın uygulanmaya başlaması ile beraber giderek gelişti. Bu gelişmeler, Ekonomik ve Parasal Birlik kavramının dillendirilmeye başlanması ile sonuçlandı. Kısa bir süre sonra, 1969 yılında, üye ülkeler ekonomik ve parasal birlik hazırlıklarına başladılar. Bu kapsamda, 1969 yılında Schiller Planı ile Birinci ve İkinci Barre Raporları, 1970 ve 1971 yıllarında Werner Raporları yayımlandı.
İkinci Barre Raporu’nda EPB’nin aşamalı olarak kurulması önerildi. Önce döviz kuru birliği kurulacak ve döviz rezervleri ortak bir fonda toplanacak, daha sonra ekonomi ve maliye politikalarında birlik sağlanacaktı. Gerek Schiller Planı’nda gerekse bu raporda, ekonomi ve para politikalarını belirleme yetkisinin uluslarüstü bir kurum olan Merkez Bankaları Guvernörler Konseyi’ne devredilmesi öneriliyordu. Ancak bu öneriler, o dönemde hayata geçirilemedi.
 
Avrupa Para Sistemi
Werner Raporu, Ekonomi ve Maliye Bakanları Konseyi tarafından 22 Mart 1971 tarihinde kabul edildi. AET’de döviz kuru mekanizması ve Avrupa Parasal İşbirliği Fonu’nun kurulmasına yol açan raporu 1971 yılının Aralık ayında imzalanan Smithsonian Antlaşması takip etti. Bu antlaşma ile, Topluluğa katılması planlanan dört ülkenin paraları (İngiltere, İrlanda, Danimarka ve Norveç) da dahil olmak üzere, 10 ülkenin parası kendi içinde % +/- 2,25’lik bir bant içinde dalgalanmaya bırakıldı. Bu bant nedeniyle bu uygulamaya “yılan” adı verildi. Bu paralar ile dolar arasındaki dalgalanma marjı ise daha geniş tutuldu (% 4,5) ve bu uygulamaya da “tünel” adı verildi. Bu dönemde, ulusal para birimlerinin dolar etrafındaki dalgalanma oranlarının bant dışına çıkmaması için, üye ülkeler döviz piyasalarına müdahale etme kararı aldılar.
Ancak petrol krizleri, ülkeler arasındaki politika farklılıkları ve doların zayıflığı gibi nedenlerle, tüneldeki yılan uygulaması 1973 sonunda terk edildi. Bu uygulamanın başarısızlığa uğraması ve topluluk içindeki ekonomik ilişkilerin artırılabilmesi için parasal istikrarın gerekli olması, üye ülkelerin daha somut adımlar atması yolunda teşvik edici oldu.
1978 yılına değin önerilen planlarda, para politikalarının eşgüdümü amaçlanıyordu. 1978 Nisan’ında görüşülen Schmidt-Giscard Planı’nda ise farklı ekonomik yapı ve döviz kuru sistemlerine sahip üyeler arasında ortak para politikası uygulanabilmesi için, daha sağlam bir yapı oluşturulması ve daha önceki uygulamaların ötesinde bir parasal birleşmenin gerekli olduğu ön plana çıktı.
Kısa sürede tamamlanan hazırlıkların ardından Mart 1979’da yürürlüğe giren Avrupa Para Sistemi’nin (APS) ilk aşamasında, Döviz Kuru Mekanizması kuruldu. Ödemeler dengesi sorunları yaşayan ülkelere finansal yardımda bulunmak üzere Avrupa Parasal İşbirliği Fonu’nun kurulması kararlaştırıldı. APS; Avrupa Para Birimi (ECU), Döviz Kuru Mekanizması ve Kredi Mekanizması’ndan oluşuyordu. ECU, 1975 yılında Topluluğa üye olan dokuz ülkenin ulusal paralarından oluşan bir sepete bağlıydı.
Sisteme dahil olan her para için ECU ile ifade edilen piyasa değeri, ECU’nün merkezi kurundan belirlenen sınırların ancak %75’i oranında sapabilecekti. Uygulamada bu sınırlara varmadan da müdahalelerde bulunulabiliyordu.
APS’nin ilk dönemi Mart 1979-Mart 1983 tarihleri arasında uygulandı. Ancak yaşanan petrol krizlerinin yol açtığı bütçe açıkları, işsizlik ve üretimde gerileme gibi sorunlar ve ortak ekonomi politikasının mevcut olmaması nedeniyle, ülkeler dış faktörlerle kendi başlarına mücadele etmek zorunda kaldılar. İkinci aşamada, parasal bütünleşme daha da geliştirilecekti. Ancak 80’ler Topluluk için genişlemenin ve ekonomik istikrarsızlığın bir arada yaşandığı bir dönem oldu. Bu nedenle APS teknik bir düzenleme olarak kaldı. Ocak 1987’e kadar süren ikinci dönemde ise, Döviz Kuru Mekanizması’nda yeniden düzenleme yapıldı. Bu dönem daha istikrarlı bir zaman dilimi oldu. Ancak, Almanya’nın Avrupa içinde artan gücü nedeniyle, diğer ülkelerle Almanya arasında anlaşmazlıklar arttı.
Zaman içinde APS’ye, Topluluk üyesi olmayan Norveç ve İsveç de katıldılar (1991’de İsveç Topluluk üyesi değildi). Bu katılımların gerçekleştiği dönem olan üçüncü dönem, Ocak 1987’den, 1993 Ağustos’una kadar sürdü. Bu dönemde yaşanan krizler nedeni ile, Döviz Kuru Mekanizması’ndaki dalgalanma marjları genişletildi. 1992’de İngiltere, İtalya ve Finlandiya sistemden çıkarak paralarını dalgalanmaya bırakmak zorunda kaldılar. Ağustos 1993’e gelindiğinde, bant %+/-15’e çıkartılarak, sistemin dalgalı kur sistemine benzer hale gelmesi sağlandı.
 
Ekonomik ve Parasal Birlik
EPB, Roma Antlaşması’nın temel amacı olan daha sıkı işbirliğinin önemli bir adımı olmasına karşın ancak APS’nin üçüncü döneminde, 1989 Haziran’ında kabul edilen Delors Raporu ile tanımlandı ve aşamaları tespit edildi. 1992’de imzalanan Avrupa Birliği Antlaşması’nın (Maastricht Antlaşması) yürürlüğe girmesi ile birlikte de EPB’nin gerçekleşme aşaması başlamış oldu.
Delors Raporu’nda EPB’nin, 1 Ocak 1990 tarihinde başlayacak 3 aşamada gerçekleştirilmesi öngörülüyordu. Birinci aşama raporun öngördüğü tarihten altı ay sonra, Temmuz 1990’da başladı. Daha sonra Maastricht Antlaşması ile birinci aşamaya ilişkin olarak getirilen hükümler, EPB için gerekli bazı önkoşulların sağlanmasına yönelik idi. 31 Aralık 1993’te son bulan bu aşamada, artık Avrupa Birliği adını alan Topluluk içerisinde ve AB ile üçüncü ülkeler arasında sermayenin serbestçe dolaşımını engelleyen tüm uygulamalar kaldırıldı. Üye ülkeler, ekonomik yakınlaşma kriterlerine uyum için bütçe açıkları, enflasyon ve devlet borçlarına ilişkin hedeflere ulaşmak için gerekli çabayı gösterdi.
1 Ocak 1994-31 Aralık 1998 tarihleri arasındaki ikinci aşamada, yukarıda zikredilen hedeflere büyük ölçüde ulaşıldı. İleride Avrupa Merkez Bankaları Sistemi’nin (AMBS) merkezinde faaliyet gösterecek ve ortak para politikasını yürütecek olan Avrupa Merkez Bankası’na (AMB) bir hazırlık olarak Avrupa Para Enstitüsü (APE) kuruldu. APS yeniden düzenlendi ve parasal birlik hazırlıkları büyük ölçüde tamamlandı. APE, 1998 yılının Haziran ayında yerini AMB’ye bıraktı. 2 Mayıs 1998’de hangi ülkelerin üçüncü aşamadaki Euro uygulamasına hazır oldukları belirlendi. Üçüncü aşama için belirlenen kriterlere uyum gösteremeyen ülkeler Euro alanına dahil edilmediler. Euro alanı; İsveç, İngiltere, Danimarka ve Yunanistan (Ocak 2001’de dahil oldu) haricindeki AB üyesi 11 ülkeyi kapsıyordu. 
Son aşama 1 Ocak 1999’da başladı. Bu aşamada, parasal birliğin tüm kurumsal yapısı faal hale geldi. Euro ECU’nün yerini aldı, AMB tek para politikasını yürütmeye başladı ve yeni Döviz Kuru Mekanizması ile Euro alanı dışındaki üye ülkelerin paraları Euro ile birbirine bağlandı.
Tek para politikasını desteklemek için sağlanması gereken finansal disiplin ile birlikte “Büyüme ve İstikrar Paktı” uygulamaya kondu. 1 Ocak 1999’da tüm bankacılık işlemlerinde Euro kullanılmaya başlandı. 2002 başında ise Euro fiziksel olarak tedavüle girdi. 30 Haziran 2002 tarihinde ise Euro bütün üye ülkelerde yasal tek ödeme aracı haline geldi.
Avrupa Para Birliği’nin merkezinde yer alan AMB’nin temel hedefi fiyat istikrarı şeklinde belirlendi. AMBS’ye üye ülkelerin merkez bankaları da dahildir. Üçüncü aşamada AMBS, fiyat istikrarını korumaya çalışan tek bir para politikası uygulamaya başladı.
 
 
İngiltere Neyi Bekliyor?
 
Haziran ayında, Euro Bölgesi’ne dahil olmayan AB üyesi ülkeler arasında en büyük ekonomiye sahip olan İngiltere’de, Başbakan Tony Blair ve Maliye Bakanı Gordon Brown Euroya ilişkin olarak bir basın toplantısı düzenlediler.
Blair, toplantıda İngiltere’nin dış ticaretinin %60’ının AB üyesi ve AB’ye aday ülkelerle olduğunu hatırlattı. Yakın gelecekte AB’ye üye olacak 10 ülke de üye oldukları anda Euro kullanmaya başlayacaklar. Bu da Euro bölgesinin dünyanın en büyük pazarı olması anlamına geliyor.
Muhafazakar İngilizlerin %55’i Euroya destek verir hale gelse de, yapılan araştırmalar Euroya geçişin teorideki faydalarının pratikte gözlenemeyebileceğini gösteriyor. Örneğin, The Economist’in 14 Haziran tarihli sayısında yayımlanan bir araştırmada, İngiltere’nin 1999 yılında Euroya geçmiş olması durumunda ekonomisinde yaşayacağı değişiklikler incelendi. Çalışmada, faiz oranlarında yaklaşık %4’lük düşüş nedeniyle, öncelikle ekonomik büyümenin 2000’de %5,5’e ulaşacağı belirtiliyor. Bu yaklaşık olarak, o dönem için fazladan %2’lik bir büyüme anlamına geliyor. Ancak bu durumda da enflasyon %5’e yaklaşacak ve üç yıl kadar o düzeyde kalacaktı. Bu da ekonominin daha az rekabetçi bir konuma gerilemesini netice verecekti. Ekonomik büyüme de bu nedenle 2000’den itibaren, Euro bölgesi dışında kalındığı gerçek duruma nazaran daha az büyüyebilecekti. Bu konumdan, Euro bölgesi dışında kalınması durumunda, sterlinin değerindeki bir gerileme ile tekrar kurtulunabilirdi. Euro bölgesinde maliyet daha büyük; rekabetçi konuma ulaşmak daha uzun süreli “düşük enflasyon” ve “yavaş büyüme” kısıtları ile mümkün oluyordu.
İngilizler, Euroya geçmek için daha uygun bir zaman kolluyorlar. Önce gerekli kriterleri gerçekleştirecekler. Bu arada sterlinin de olması gereken seviyeye gerilemesi gerekiyor. Para politikasından vazgeçtiklerinde şoklarla baş etmeleri biraz daha zor olacak.
Nitekim toplantıda Blair bunu vurgulayarak, “Bizim bu pazara doğru zamanda ve doğru ekonomik göstergelerle girmemiz önemli” şeklinde konuştu. İngiltere temkinli davranmakta haklı görünüyor.

Paylaş Tavsiye Et