Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Dünya Siyaset
Liderini arayan Filistin
Hatice Boynukalın Şenkardeşler
EBU Mazen lakabıyla tanınan Filistin Başbakanı Mahmud Abbas’ın sürpriz olmayan istifasından sonra Filistin’de yaşanan liderlik mücadelesi dünya gündeminin ilk sırasına oturdu. Mahmud Abbas, ABD ve İsrail’in isteği doğrultusunda, Filistin Devlet Başkanı Yasir Arafat tarafından 19 Mart 2003’te Filistin’in ilk başbakanı olarak atanmıştı. Abbas’ın istifasının akabinde İsrail Hükümeti, prensip olarak Arafat’ı sürgün etme kararı alınca Filistin liderliği bir anda Filistin meselesinin ana gündemlerinden biri haline geldi.
 
Mağdur Olan Yine Filistin Halkı
Halk ise, Mahmud Abbas’ın istifasıyla birlikte Filistin’in geleceği açısından ciddi sonuçlar doğurabilecek iç hesaplaşmalarla yüz yüze geldi. El-Hayat Gazetesi yazarlarından Selim Nassar’a göre, “20 Ocak 1996 yılında Yasir Arafat’ın Filistin Devlet Başkanlığı’na seçilmesinden beri ne Batı Şeria, ne de Gazze bugün yaşadığı siyaset ve güvenlik sorunlarını yaşamamıştı. Tabii bu durumun çeşitli nedenleri vardı. Bunların en önemlileri, Şaron ve Abbas’ın Yol Haritası’nın uygulanması konusunda anlaşmazlığa düşmeleri ve Arafat ile Abbas’ın iktidar mücadelesiydi.
El-Ahram Gazetesi muhabirlerinden Muhammed Mustafa, Filistin’in olduğu kadar dünyanın da gündemini meşgul eden bu iktidar mücadelesinin arkasında, yine bildik iki aktörün bulunduğunu ileri sürüyordu: ABD ve İsrail. “Her iki devlet el birliği ederek, kamuoyunun dikkatini İsrail’in her gün Filistin’de işlediği cinayetlerden Abbas’ın istifasıyla sonuçlanan Arafat-Abbas çekişmesine çevirmeyi başardı.”
Muhammed Mustafa’ya göre, Mahmud Abbas ve Yasir Arafat arasındaki temel ayrılık, üslûp ve strateji noktasında ortaya çıkıyordu. Arafat, her ne kadar Filistin Kurtuluş Örgütü’nde liberal akımın temsilcisi olsa bile, aslında silahlı yöntemleri de tasvip eden bir kişiliğe sahipti. Son aylarda, sadece güçlü olan tarafın çıkarlarını korumak için ortaya atıldığı her gün biraz daha anlaşılan ve aslında yıllardır ABD ve İsrail tarafından sürekli olarak Arafat’a dayatılan Yol Haritası’nda birinci madde olarak yer alan; “terörist! grupların altyapısını çökertmek” adı altında Filistin’i iç savaşa sürükleyecek kadar vahim sonuçlar doğurabilecek bir dizi önlem, yine bizzat Arafat tarafından reddedildi.
“Buna karşılık Mahmud Abbas, Amerikan idaresiyle iyi ilişkiler geliştirmenin İsrail-Filistin kavgasını sonuçlandırmada faydalı olacağını belirtiyordu. Abbas’a göre Sovyetler Birliği’nin çöküşüyle tek kutuplu hale gelen dünyanın süper gücü ABD’nin desteği olmaksızın, bu problemleri aşmak mümkün görünmüyordu. Yol Haritası’nın, tek taraflı dahi olsa, uygulanması gerektiğini savunan Mahmud Abbas’a göre; Filistin tarafının üzerine düşeni yerine getirmesi durumunda, İsrail’in dünya kamuoyu önünde zor duruma düşeceği kuşkusuzdu.
Yasir Arafat, İsrail’le olan kavganın devam edeceğini gayet iyi biliyor ve hayatının son döneminde Filistinli grupları zorla silahsızlandırıp dağıtmak ve liderlerini Filistin hapishanelerinde tutarak, Hamas, İslami Cihad ve Halk Cephesi’yle bir iç savaşa tutuşmak istemiyordu. Zira Arafat, bunu yaptığı takdirde tarihin onu affetmeyeceğini iyi bilecek kadar deneyimli bir liderdi.
Eş-Şark el-Awsat’tan Bilal el-Hasan’a göre, “Arafat’ın kendisinden bekleneni yerine getirmemesi, 2000 yılında Camp David’de yapılan görüşmelerin hüsranla sonuçlanması ve Filistinlilere karşı izlediği sert politikalarıyla tanınan Ariel Şaron’un İsrail’e başbakan olmasıyla gelişen süreçte, Yasir Arafat’ın miadının dolduğuna hükmeden ABD-İsrail ikilisi, Mahmud Abbas’ı yeni ihdas edilen başbakanlık koltuğuna getirdi. Böylece, Arafat’ı artık muhatap olarak kabul etmeyeceklerini gösteriyorlardı.” İşte bu nedenden dolayı Yasir Arafat, Mahmud Abbas’ın meşruiyetini Filistin halkından almadığı iddialarını her zeminde dile getirmeye başladı. Ona göre, “Abbas, meşruiyetini ABD Başkanı George Bush’dan ve İsrail Başbakanı Ariel Şaron’dan alıyordu.”
 
Kırk Yıllık Dostluk Sona Erdi
Geçtiğimiz Nisan ayının sonlarına doğru Filistin’e başbakan olarak atanmasından 6 Eylül’de istifa etmesine kadar geçen süre içinde Mahmud Abbas, ABD ve İsrail’in yoğun baskılarıyla karşılaştı. Birçok konuda Yasir Arafat’la çatıştı. Başta kurucularından biri olduğu Fetih hareketindeki kırk yıllık mesai arkadaşları olmak üzere, Filistinli birçok grupla fikir ayrılıklarına düştü ve bunlarla mücadele etti. Halbuki Filistin’in özgürleştirilmesi çabalarıyla geçen kırk uzun yıl, Arafat’la omuz omuza ve neredeyse aralarında hiçbir ayrışma olmaksızın akıp gitmişti. Ancak süreç içerisinde, Eş-Şark el-Awsat Gazetesi yazarı Salih el-Kallab’ın da deyimiyle, “Fetih Hareketi liderleri, dostları ve dava arkadaşlarını acımasızca eleştirerek Şaron’un baskılarını aratmayan bir kararlılıkla mengenenin diğer ucunu kendi elleriyle sıkıştırdılar.”
Filistin mücadelesi açısından tarihi hatalarla dolu 100 gününü tamamlayan Abbas’ın liderliğindeki hükümet, bu dönem boyunca Arafat kanadıyla sık sık karşı karşıya kaldı. Ünlü yazar Ahmed er-Rubî’nin düşüncesine göre, bu durumun işgalcilere yaradığı çok açıktı. “İsrail Hükümeti, Filistinli yöneticilerin birbirleriyle olan mücadelelerini ve bu anlaşmazlıklar sonucunda Filistin halkının gözünde günden güne güven yitirmelerini büyük bir zevkle izlemekteydi.”
Öte yandan Abbas’ın başbakan olarak atanmasına ön ayak olan Washington, yeni lidere geniş bir hoşgörü ve yardım sunacağına, barışın önündeki en büyük engeli teşkil eden yerleşim birimleri ve duvar konularında Şaron’la çatışmaya girmekten kaçındı. El-Quds el-Arabi Gazetesine göre, “Abbas’ın en büyük hatası Yol Haritası’nı uygulama konusunda Amerikalılara fazlaca güvenmesi oldu.” Aynı gazeteye göre, eski başbakanın düşüşünü hızlandıran etkenlerden biri de, “Akabe Zirvesi’nde yaptığı ve Filistinliler için onur kırıcı nitelikte olan konuşmada, uzun uzadıya Yahudi halkının çektiği sıkıntıları anlatıp asıl kendi halkının çektiği sıkıntıları es geçmesiydi.”
 
Kurey’in Zor Sınavı
Abbas’ın istifasından sonra Filistin Devlet Başkanı Yasir Arafat tarafından yeni hükümeti kurmakla görevlendirilen Ahmed Kurey’in bu görevi yürütüp yürütemeyeceği ise bir soru işareti olarak duruyor.
El-Ahram el-Arabi Dergisi’nden Eşref El-Uşri’ye göre, “Kurulacak olan hükümetin başarı şansı çok yüksek. Çünkü Arafat, ABD ve İsrail’in ‘diktatör ve barışın önündeki en önemli engel’ suçlamalarını boşa çıkarabilmek için, Kurey Hükümeti’ne elinden gelen bütün desteği vereceğe benziyor. Tel-Aviv ve Washington da Abbas Hükümeti’ne yaptığı baskıları bu hükümete yapamaz. Zira ikinci bir istifa, ABD ve İsrail’e çok pahalıya mal olabilir.”
Diğer yandan Ahmed Er-Rubî, Eş-Şark el-Awsat Gazetesi’nde, bunun aksi bir görüş belirterek, Filistin cephesinde yeni bir durum olmadığının altını çiziyor ve Kurey’in hiç şansının olmadığını vurguluyordu:
“Ahmed Kurey’in çalışacağı ortamın Abbas’ın çalıştığı ortamdan hiçbir farkı bulunmuyor! Şu anda Filistin’de başbakanlık yapacak her kişi şu üçlü kıskaçla karşı karşıyadır: ABD’nin İsrail’e baskı yapmaya niyetli olmaması, Şaron’un evleri yıkmaya ve Filistinlilere baskı uygulamaya devam etmesi ve Arafat’ın da kendisinin onaylamadığı bir icraatı hiç kimseye yaptırmamakta kararlı olması.”
Filistin halkı, İsrail’in sürgün kararından sonra, neredeyse bitti gözüyle bakılan Arafat’a büyük bir destek verdi. Ancak bu destek, Filistin’in yaşadığı liderlik krizini sona erdirmeye yetecek gibi görünmüyor. Filistin meselesini daha da karmaşıklaştıran bu krizle, Orta Doğu’daki barış umutları bir başka bahara erteleniyor.

Paylaş Tavsiye Et