Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Toplum
Amerika’da öğrenci olmak
Nurullah Ardıç
EĞİTİM kalitesinin yüksek olması sebebiyle her yıl on binlerce yabancı öğrencinin Amerika’ya gittiği, yüz binlercesinin de gitmek istediği malumdur. Ancak insanlar eğitimlerini devam ettirmek için Amerika’yı seçerken genelde neyle karşılaşacaklarını tam olarak bilmiyorlar. Bu konuda öğrencileri yönlendiren, Amerika’ya (veya yurtdışında yaşamaya) ilişkin kurdukları hayaller oluyor. Bu hayallere, Amerikan toplumu hakkındaki yaygın ve oldukça olumlu imaj eşlik ediyor. Ancak bu imaj her zaman gerçeği yansıtmıyor. Nitekim Amerika Hollywood yıldızlarından ibaret bir ülke değil; hatta insanların önemli bir kısmının -şişmanlık ve alkolizm başta olmak üzere- kronik sağlık problemleri var. Yine her toplumda olduğu gibi Amerika’da da entelektüellerle halkın geneli arasında bilgi ve kavrayış seviyesi açısından önemli farklılıklar mevcut. Amerika dışındaki dünya söz konusu olduğunda ise -konunun uzmanları hariç- hem üniversitede, hem de halkta bilgisizliğin ileri boyutlarda olduğu söylenebilir.
 
Akademide İşler Nasıl Yürüyor?
Amerika’daki üniversite sistemi kabaca Türkiye’dekine benzese de farklılık gösterdiği alanlar var. Örneğin, üniversiteye girişte merkezi sınav sistemi uygulaması yok; onun yerine lise mezunları genel bir sınava giriyor, ayrıca okudukları lisenin düzeyi, not ortalamaları ve hocalarından aldıkları referans mektupları da üniversiteye girişte önemli rol oynuyor. Bir de üniversitelerden farklı olarak, ayrı bir statüye sahip ‘kolej’ler mevcut; genelde iki yıllık eğitim veren bu kolejler öğrenciyi direkt olarak çeşitli mesleklere hazırlıyor ve bu yönüyle de bizdeki Meslek Yüksek Okulları’na benziyor.
Üniversitede verilen eğitimin içeriğine gelince, lisans düzeyindeki eğitim Amerika’da, Türkiye’dekine nazaran daha hafif ve kolay. Örneğin, buradan öğrenci değişim programıyla Amerika’ya giden Türk öğrenciler genelde yüksek notlar alıyorlar. Eğitim seviyesindeki bu düşüklüğün iki temel sebebi var: Birincisi eğitim sisteminin işlevi ile ilgili: Üniversite eğitimi asıl olarak bir mesleğe hazırlık şeklinde anlaşılıyor ve öğrencilere fazla yük getirilmemeye çalışılıyor. İkinci olarak, kalitesi yüksek olan üniversiteler enerji ve paralarını genelde eğitime değil araştırmaya harcıyorlar. Hatta ‘araştırma üniversitesi’ ve ‘eğitim üniversitesi’ gibi resmi olmayan bir ayrım da mevcut. Ayrıca, eğitim paralı olduğundan üniversitelerde notlar bolca veriliyor ve bu ‘not enflasyonu’ şu anda oldukça büyük bir sorun haline gelmiş durumda. Son yıllarda akademide tartışılan konulardan ikisi; eğitimin kalitesini artırmak ve not enflasyonuna son vermek.
 
Amerika’da Doktora Eğitimi
Yüksek lisans veya doktora eğitimine gelince iş değişiyor. Amerika’da doktora eğitimi çok kolay değil. Bunun sebebi programların hem içerik hem de format olarak ağır olmaları. Öncelikle, genelde doktora 6-7 yıl sürüyor (bazen 9-10 yıla çıkabiliyor). Üniversitelerin çoğunluğunda doktora programlarına yüksek lisans (master) programı da dahildir. Dolayısıyla, bir doktora programına girdiğinizde ilk 2 yılınızı master dersleri alarak ve tez yazarak geçiriyorsunuz.
Master dönemi bittikten sonra doktora derslerini almaya başlarsınız. Ancak bunun için öncelikle -genel olarak- çalıştığınız disiplinden iki alt-alan seçer ve alacağınız dersleri bunlara göre belirlersiniz. Seçmiş olduğunuz bu iki alan, ayrıca, yeterlilik sınavlarını alacağınız alanlardır. Bu alanların sınavının iki yıl içinde geçilmesi gerekir, aksi halde bölümden atılırsınız. Bu yazılı imtihanlardan başka bir de 4. veya 5. yılda girilen sözlü sınav vardır ki bunu da verdiğinizde artık tez yazmaya başlayabilirsiniz. Tez konusunun ne olacağına ise -yine danışmanınızla istişare ederek- siz karar verirsiniz.
 
Akademide İlişkiler Nasıl Yürüyor?
Uzun yıllar yaşamış olduğu yerden çıkarak bir başka ülkeye giden herkes önceleri acemilik çeker, birtakım uyum problemleriyle karşılaşır. Akademik çalışma için Amerika’ya gidildiğinde de durum aynıdır; hatta Amerika’da bu özellikle böyledir. Zira Amerikalıların hayat tarzları Türkiyelilerden oldukça farklıdır. Gündelik hayatın akışına uyum sağlama konusunda yaşanan problemlerin yanında tabii ki bir de dil problemi vardır. Akademik İngilizce’ye aşina olsanız bile gündelik dil oldukça farklıdır ve bu -özellikle ilk zamanlar- büyük problem olabilir. Derslerde hocalarınızı anlasanız da sınıf arkadaşlarınızı, televizyonu, belediye otobüs şoförünü, markete gittiğinizde orada çalışan Meksikalıyı (ki bu problem hiç bitmeyebilir; çünkü Meksikalılar genelde İngilizce öğrenme gereği duymazlar) anlamakta ilk zamanlar zorlanırsınız. Bu mesele en kısa zamanda halledilmelidir, aksi halde kronik bir problem haline gelip (şahsen 2-3 yıldır Amerika’da yaşayıp kötü de olsa İngilizce konuşamayan insanlar tanıdım) iş bulamamak, dersleri geçememek gibi daha büyük sorunlara yol açabilir.
Bütün bunların yanı sıra Amerika’daki akademik hayatla ilgili vurgulamamız gereken önemli bir konu da ‘yalnızlık’ meselesidir. Amerikan toplumsal sistemine içkin olan bireycilik ve atomik hayat tarzının bir uzantısı olarak akademide insanlar birey olarak vardır ve genelde yalnızdırlar. Siz talep etmedikçe danışmanlarınız bile size kolay kolay yardım etmez. Dolayısıyla, Amerika’da akademi bir yandan genel toplumsal hayatın adeta bir mikro formu, diğer taraftan da sizi bireyci hayat tarzına alıştıran bir kurum olma özelliğini taşır.
 
Zihniyet Dönüşümü
Şu ana kadar sözünü ettiğimiz sorunlardan hiçbiri, aslında, akademide karşı karşıya kalınabilecek en büyük problem değildir. En büyük problem, “zihniyet dönüşümü” olarak adlandırabileceğimiz bir olgudur. Özelikle sosyal bilimler alanında çalışanlar için söz konusu olan bu problemin özü, kısaca ifade edersek, kendi toplumuna, tarihine, kültürüne başkalarının gözüyle bakmakta yatar.
Ancak hemen belirtelim ki, zihniyet dönüşümü kaçınılmaz bir sonuç değildir. Belki potansiyel ama önemli bir problemdir. Bu sebeple dikkatli olunması gereken ve azmedildiğinde aşılabilecek bir meseledir. Bunu aşmanın yollarından biri, bilginin dönüştürücü etkisini göz ardı etmemek ve edinilen bilgilerin hangi toplumsal süreçlerin ürünü olduğu ve hangi amaçlara hizmet ettiğini/edebileceğini anlamaya çalışmaktır. Bir başka yol ise ‘sahih’ kabul ettiğiniz görüş sahibi insanlarla bağları koparmamak ve alternatifsiz kalmamaktır. Bu bağlamda, Amerika’ya gittikten sonra Türkiye ile ilişkilerin zayıflatılmasının sakıncası büyüktür.
Bütün bunların gerçekliği olmakla beraber, son olarak önemli bir noktanın da altını çizmek gerekiyor. Batılı teori ve genel olarak ‘bilgi’ye yaklaşırken topyekûn bir ret veya kabule dayanan bir tavır yerine orta yolu tercih etmek daha faydalı olacaktır. Kanaatimizce ancak bu şekilde bir tür ‘Biz, bize benzeriz’ tavrından uzak durmuş ve ülkemizde şu anda çok yaygın olan bir çeşit Oryantalizm tuzağına düşmekten kurtulmuş oluruz. Bizce sahih bir ilmî tavra temel teşkil edecek olan da bu orta yol yaklaşımıdır, vesselam…

Paylaş Tavsiye Et