Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Toplum
Darülislamdan İslam dünyasına
Ahmet Özel
BUGÜN daha çok dinî-sosyolojik bir duruma işaret eden “İslam dünyası” terkibi karşılığında geçmişte kullanılan darülislam tabiri aynı zamanda siyasî-hukukî bir anlam taşımaktaydı. Bu kavram hicretle birlikte Medine’de İslam toplumunun siyasî bir mahiyet kazanmasıyla ortaya çıkmış ve Medine bu manada darülhicre veya darülmuhacirin diye adlandırılmıştır. İslam devletinin hakimiyet ve hukuk düzeninin uygulama alanı olarak darülislam tabiri İslam hukukunun tedvin dönemi olan Hicri 2’nci/Miladi 8’inci yüzyıldan itibaren yaygın şekilde kullanılarak fıkıh literatüründe yerini almıştır.
İslam siyaset teorisinde prensip olarak önceleri yalnız bir tek siyasî otoritenin varlığı kabul edilmişken daha sonraki yüzyıllarda ayrı ayrı devletlerin kurulmasıyla ortaya çıkan fiilî durum hukukçular tarafından tanınmış ve hakimiyet alanları ayrı olsa da, aynı siyasî-hukukî amaç ve esaslara tabi olmaları bakımından hepsi bir tek darülislam mütalaa edilmiştir. Buna karşılık İslam siyasî hakimiyetinin dışında kalan ülkeler de en yaygın tabirle darülharp şeklinde adlandırılmıştır. Küffar ülkelerinin bu şekilde adlandırılması, o sıralarda darülislamla ilişkilerinde hakim olan savaş durumu sebebiyledir.
Bu iki yaygın tabirden başka İslam ülkesi için darüliman, darüttevhid, darülmüslimin, biladülislam, arzulislam; küfür ülkesi için de darülküfr, darülküffar, darüşşirk, biladülharb, biladüladuv, arzulküfr… gibi tabirler kullanılmıştır. Bunun yanında hukukçuların İslam ülkesi için “hukukun hakim olduğu ülke” anlamında “daru ahkam”; küfür ülkesi için de “hukuksuzluğun, keyfiliğin, gücün hakim olduğu ülke” anlamında “daru kahr”, “daru kahr ve galebe” gibi tabirler kullanmaları dikkat çekicidir. Bazen ülkeleri vasıflarıyla değil, zamanımızda olduğu gibi özel adlarıyla andıkları da olmuştur (darüttürk, darülhind gibi).
Küffar ülkeleri için kullanılan darülharp tabiri, bazı Batılı araştırmacıların iddia ettiğinin aksine, İslam devletinin onlara karşı siyasî tavrını belirlemekten çok, fiilî bir duruma işaret etmektedir. Savaş anlamı taşımayan diğer isimlerin varlığı bunu teyit ettiği gibi, İslam hukukunda savaşın meşruiyetiyle (meşru savaşla) ilgili görüşler de söz konusu iddianın temelsiz olduğunu ortaya koymaktadır. Bilhassa Hanefiler ve onlarla aynı görüşte olan diğer mezhep alimlerine göre savaşın meşru olmasının sebebi küfür değil, küffarın Müslümanlara yönelik saldırı ve düşmanlıklarıdır. Savaşın meşru oluş sebebini küfür olarak gösteren Şafiiler ve onlara katılan diğer mezhep alimlerinin ileri sürdükleri gerekçeler diğerlerinin delilleri karşısında zayıf olup, tamamen o günkü uluslararası şartların izlerini taşımaktadır.
Ayrıca Hanefilere göre darülharp olan bir ülke İslam devletiyle barış ilişkileri kurması halinde darussulh adını alır ve bu da daruzzimme ve darulmuvâdaa şeklinde ikiye ayrılır. Bu tabirlerin ilki, ödediği cizye vergisi karşılığında kendisi antlaşmaya bağlı kaldığı sürece içişlerinde serbest olan ve dışa karşı İslam devletinin himayesinde bulunan ülkeyi, ikincisi ise belirli bir süre kendisiyle savaş durumunun sona erdirildiği (mütareke) ve halkının İslam ülkesine (Müslümanların da oraya) ayrıca eman almadan girebildiği ülkeyi ifade eder. Uluslararası özel hukuk alanında ülke ayrılığının mevcut olup olmaması bakımından bunlardan ilki darülislam, diğeri ise darülharp içinde değerlendirilmiştir. Esasen diğer mezhepler bazı farklı isimler kullansalar da, bu iki farklı statüyü kabul etmektedirler.
Sonuç olarak İslam hukuk literatüründeki darülharp teriminin bugünkü uluslararası hukukta kullanılan “yabancı ülke”yi karşıladığı söylenebilir. Bu ülkelerle İslam devleti arasında savaş durumunun bulunması halinde darülharp adı siyasî ilişkiye de işaret ederken, arada barış durumunun varlığı halinde ülke adı buna delalet edecek şekilde değişmekte (darussulh: daruzzimme, darulmuvâdaa); fakat ayrı bir devletin hakimiyeti altındaki toprak (yabancı ülke) anlamında yine darülharp içinde değerlendirildiği görülmektedir.
Darülislam ve darülharp terimleri iki ayrı devletin (İslam-Küfür) hakimiyet alanını ifade ettiğinden, bir toprak üzerindeki hakimiyetin diğer devlete geçmesiyle ülkenin de hükmü ve adı diğerine dönüşür. İslam hukukçuları, halkının toptan Müslüman olması veya Müslümanlar tarafından fethedildikten sonra İslam devletinin topraklarına katıldığına işaret olarak bir yönetici tayin edilip İslam hükümlerinin uygulanması halinde, bir darülharbin darülislama dönüşmüş olacağı hususunda görüş birliği içindedirler. Buna karşılık bir darülislamın darülharbe dönüşmesi konusunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. Şâfiilerin darülislam olmuş bir yerin hiçbir şekilde darülharbe dönüşmeyeceği şeklindeki görüşleri bu toprakların mülkiyetinin kafirlere intikal etmeyeceği anlamındadır. Bu da söz konusu toprakların geri alınması halinde ganimet hükmü uygulanmayıp eski sahiplerine geri verilmesi gibi bir sonuç doğurur.
Ebû Hanife dışında, iki talebesi (Ebû Yusuf ve Muhammed) ile Maliki ve Hanbeli mezhepleri ulemasına göre bir darülislam küffar istilasına maruz kalınca, orada küfür hükümlerini uyguladıklarında ülke darülharbe dönüşür. Nitekim bir darülharp de bu şekilde darülislama dönüşmekteydi. Ebû Hanife ise ülke üzerindeki hakimiyetin ve dolayısıyla ülkenin hükmünün değişmesi için bu şartı yeterli görmemiş, ayrıca ülkenin diğer darülharplerle bitişik olması ve orada yaşayan Müslümanlarla zimmîlerin can ve mal güvenliklerinin ortadan kalkmış bulunması gerektiğini ileri sürmüştür. Bu üç şartın da gerçekleşmesi halinde ülke üzerindeki İslam hakimiyeti izale edilmiş ve ülke küfür hakimiyetine geçmiş olur.
Daha sonraki Hanefi uleması da mezhep imamlarının görüş ve delillerini yorumlarken böyle bir ülkede İslam ve küfür hükümlerinin birlikte uygulanması, ezan, cemaatla namaz, cuma ve bayram namazları gibi dinin şeâiri (temel semboller) sayılan ibadetlerin serbestçe ifası, dinî eğitim ve öğretimin yapılması durumlarında ülkenin darülislam kalmaya devam edeceğini belirtmişlerdir. Fiilen İslam dışı bir hakimiyet söz konusu ise de bu durum ülke hükmünün değişmesi için yeterli değildir. Bu açıdan bakıldığında, bugün “İslam ülkeleri” denilen ülkelerin hiçbirinin darülharbe dönüşmüş sayılmayacağı açıktır. Hatta diğer mezheplere göre de durumun böyle olduğu söylenebilir. Çünkü ulema bu hükümleri koyarken bir küffar ordusunun gelerek İslam ülkesini istila etmesi durumunu tasavvur etmiş; fakat Müslüman olduğunu belirtmekle beraber, bazı İslam hükümlerinin günümüzde uygulanamayacağını söyleyen insanların yönettiği bir ülkenin olabileceğini düşünmemişlerdir.
Hakim medeniyetin zihinlerimiz üzerindeki baskısı devam ettiği müddetçe, yaşadığımız ülkeleri darülislam veya darülharp diye adlandırmamız ne konumumuzu değiştirir, ne sorumluluklarımızı…

Paylaş Tavsiye Et