Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Toplum
Bir sultanzadenin yönetim algısı
Yücel Bulut
“SULTANZADE” Sabahaddin Bey ya da Osmanlı geleneklerine aykırı olarak meşhur edilmiş ismiyle Prens Sabahaddin [1878, İstanbul-1948, İsviçre]; gerek Jön Türk hareketi içerisindeki konumu ve gerekse de Türk sosyolojisinin iki ana geleneğinden birinin öncüsü olması nedeniyle, II. Meşrutiyete giden süreçte ve sonrasında adından çokça söz ettirdi. Sultanzade, Türkiye’de ‘Le Play’ sosyoloji akımının mümessili olması, İngiliz yanlısı bir siyaseti savunması ve dönemin siyasî olaylarının tam da merkezinde yer alması gibi nedenlerle tipik bir Türk aydını portresi çizmektedir.
Prens Sabahaddin’in Türk siyasî ve düşünce hayatı üzerindeki etkisinin başlangıcı, babası Mahmut Celaleddin Paşa’nın, II. Abdülhamit ile yaşadığı sıkıntılar sonrasında, kendisini ve kardeşi Lütfullah’ı da yanına alarak “menfa-yı ihtiyarî” olarak Paris’e gittiği yıllara rastlar. Prens Sabahaddin, anlaşmazlık ve bölünmeyle neticelenen I. Jön Türk Kongresi’ne katılır [1902, Paris]. Anlaşmazlığın sebebi, II. Abdülhamit iktidarına karşı girişilecek mücadelede takip edilecek yönteme ilişkin görüş farklılıklarıdır. Ahmet Rıza’nın başını çektiği, daha sonraları “merkeziyetçi” olarak tanımlanacak grup, II. Abdülhamit karşıtı ihtilal girişiminde yabancı devletlerin müdahalesini reddetmektedir. Sabahaddin Bey’in önderliğindeki, daha sonraları adem-i merkeziyetçi olarak nitelenecek olan diğer grup ise, azınlık temsilcileriyle birlikte, bu girişime yabancı devletlerin müdahil olmaları gereğini savunmaktadır. Sabahaddin Bey, bu düşüncelerini gerçekleştirmek için çeşitli girişimlerde bulunursa da başarılı olamaz.
Sabahaddin Bey, Türkiye’de Frederick Le Play’in geliştirdiği sosyoloji anlayışının sözcüsü olarak tanınır. Le Play sosyolojisiyle; siyasal girişimlerinde uğradığı başarısızlıklar nedeniyle moralsiz ve yorgun geçen günlerin ardından, bir sabah, Paris’te yürüyüş yaparken bir kitapçı vitrininde gördüğü Edmond Demolins’in “Anglo-Saksonların Esbab-ı Faikiyeti Nedir?” adıyla Türkçe’ye tercüme edilen kitabını alıp okumak suretiyle tanışır. Daha sonra bu çevreyle yakın ilişkilere giren Sabahaddin Bey, bununla birlikte savunduğu siyasî fikirlere sosyolojik bir anlatım imkanı bulur. Siyasî mücadelesini sürdürdüğü müddet süresince de, broşür hacminde birkaç eser kaleme alır. Osmanlı toplumunun ve ülkesinin sorunlarını, toplumsal yapı bağlamında ele alan ilk düşünürümüz olan Sabahaddin Bey’in düşüncelerinin en derli toplu hali, “Türkiye Nasıl Kurtarılabilir?” başlıklı eserinde bulunabilir.
Sabahaddin Bey’in düşünce sisteminin temeli, Le Play’in fikirlerini takip eden Science Sociale çevresidir. Bu çevre, Fransız İhtilali’nin getirdiği toplumsal ve siyasal yapıya, ihtilal öncesindeki mevcut toplumsal yapı adına eleştiriler yönelten, Katolikliğe bağlı muhafazakâr bir çevredir. Başarılı bir emperyal güç olarak kabul ettikleri İngiltere’yi; toplumsal kurumlarını ve geleneklerini koruyarak gelişebildiği ve bir dünya gücü haline gelmeyi başarabildiği için, Fransa’ya örnek göstermektedirler.
Ekol, kamucu-bireyci toplum ayrımına benzer olarak, dünya tarihini de “sahte” ve “gerçek” zirveler olarak ikiye ayırır. Ekole göre, tarihteki bütün kötü devirler, merkezî devletlerin olduğu dönemler ve devletlerle tarif edilmiştir; iyi ve parlak devirler ise gerçek özgürlüğün olduğu devirlerdir. Emperyalist bir devlet olarak zirveye çıkmış olan İngiltere’ye duyulan hayranlık, tarıma dayalı bir ekonomiden kapitalist bir ekonomiye başarıyla geçmiş olması nedeniyle değildir. Tersine, bu çevre, kapitalizmden tiksinti duymaktadır. İngiltere’ye duyulan hayranlık, bu devletin Fransız devrimiyle ortaya çıkan modern ve merkezî klasik devlet modelinin dışında yer almasından ve “eski düzeni tamamıyla ortadan kaldırmadan modernleşebilmeyi başarabilmiş olmasından” kaynaklanmaktadır.
Toplumsal sorunlarımıza ilişkin tahlil denemesinde, Le Play’in ve takipçilerinin geliştirdiği kavramları kullanan Sabahaddin Bey, adem-i merkeziyetçi bir yönetim temelinde, sorumlulukların mümkün olduğunca dağıtıldığı bir yapı tasarlamıştır. Osmanlı toplumunun idarî ve siyasî yapısının topyekûn değişimini hedefleyen iki temel ilke üzerinde durmaktadır: İdarî bakımdan; siyasî iktidarın toplum üzerindeki tahakkümünü, belli hukuk kaidesi dahilinde kısıtlamak yönündeki “adem-i merkeziyet”, “tefrik-i vezaif”, “tevsi-i mezuniyet” prensiplerine dayalı idarî anlayış ile ekonomik bakımdan; muhafazakâr karakterli memurların oluşturduğu durağan yapı yerine, ferdî girişimcilikle nitelenen bir sınıfın temel alındığı aktif bir iktisadî yapının kurulmasını öngören “teşebbüs-i şahsi”ye dayalı ekonomi prensibi.
“Adem-i merkeziyet” kavramı; İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Sabahaddin Bey’i, azınlıklarla yakın ilişkiler içerisine girmekle ve azınlıkların isteklerinin gerçekleşmesi için ülkenin parçalanmasına çalışmakla suçlamasına sebebiyet vermiştir. Sabahaddin Bey’in kendisinin ve taraftarlarının ısrarla reddetmelerine karşın, pek çok kaynakta zikredilen siyasî faaliyetlerinin, bu tür suçlamalar için elverişli bir zemin teşkil ettiği anlaşılmaktadır. Sabahaddin Bey, bu suçlamalara cevap olarak yazdığı İzâh’larında; adem-i merkeziyeti, “adem-i merkeziyet-i idarî” ve “adem-i merkeziyet-i siyasî” olarak ikiye ayırmakta, kendisinin kavramı birinci anlamında kullandığını belirtmektedir. Bu idare biçiminde, işlerin, işin niteliğine uygun olarak kurulacak “salahiyetli ve sorumlu yönetim meclisleri” aracılığıyla yürütüleceğini ifade etmektedir.
Sabahaddin Bey’e göre, Osmanlı devletinin sorunları, hükümdar değişiklikleriyle çözülemez. Çünkü, hastalığı üreten ve zayıflığın kaynağı iktidar değildir. Tersine, mevcut müstebit idare, toplumsal yapıdaki çürümüşlüğün bir sonucudur. Dolayısıyla, değiştirilmesi gereken toplumsal yapının bizzat kendisidir. Problemlerimiz, kamucu/iştirakî toplum oluşumuzdan kaynaklanmaktadır. Kurtuluşumuz ise, bireyci toplum yapısına geçmektedir.
Özetle, Osmanlı-Türk toplumunun sorunlarını Le Play ve takipçilerinin kavramlarıyla analiz eden Sabahaddin Bey’e göre, toplumsal yapımızın “bireyci toplum” tipine dönüştürülmesi, kamu hayatımızın “adem-i merkeziyet” ve kişisel hayatımızın da “teşebbüs-i şahsî” prensiplerine uygun olarak şekillendirilmesi kurtuluşumuzu getirecektir. Toplumsal yapı kavramını dikkate alarak toplumsal sorunlarımızı analiz eden ilk düşünürümüz olmasına, sosyolojik yöntem olarak köy monografilerini önermesine ve Türkiye’de liberalizmin öncüsü olarak gösterilmesine karşın; Sabahaddin Bey’in ve düşüncelerinin uzunca bir süre Türk sosyolojisinde -pek çok sosyal bilimcimizin belirttiği üzere- ihmal edildiği söylenebilir. Ancak doğru ve açıklanmaya muhtaç bir diğer tespit de, Sabahaddin Bey’in, mütareke yıllarında kaleme aldığı “Türkiye Nasıl Kurtarılabilir?” başlıklı eserinden sonra, ölümüne kadar bir daha Türk toplumunun sorunlarıyla ilgilendiğini gösterir bir izin olmayışıdır. Sosyoloji ile ilgilenmeye başlamasından bugüne, yüzyıla yakın bir zaman geçmesine karşın, Sabahaddin Bey ve düşünceleri üzerinde hâlâ açıklanmayı ve araştırılmayı bekleyen pek çok gizem mevcuttur!

Paylaş Tavsiye Et