Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Dünya Siyaset
BOP’un ilk sahneleri: Suriye ve Hamas
Akif Emre
HENÜZ son şeklini almasa da Büyük Ortadoğu Projesinin (BOP) ana hatları belli. En azından Amerikalıların bu proje ile neyi amaçladıklarına ve hangi yöntemlerle bu amaca ulaşacaklarına ilişkin yeterli veri var. BOP’un her şeyden önce bir Amerikan projesi olması, onun dışındaki küresel ve bölgesel güçlerin itirazlarını ikinci plana itiyor. Amerika diğer bölgesel güçleri ve küresel organizasyonları bu projeye dahil ederek hem şekillendirmeye çalıştığı uluslararası sistem etrafında bir konsensüs oluşturmak istiyor, hem de sürece dahil ettiği güçlerin muhtemel itirazlarını önlemeye çalışıyor.
Küresel güç dengeleri açısından Amerika her ne kadar rakipsiz bir güç gibi görünse de uzun vadede ortaya çıkabilecek muhtemel rakiplerine, muhaliflerine karşı strateji geliştirerek bugünkü askerî avantajını mümkün olan maksimum ekonomik avantaja dönüştürmeyi hedefliyor. Gelecekte ABD’nin, karşısına çıkabilecek AB (Alman-Fransız hattı), Rusya ve Çin gibi güçleri mümkünse bertaraf etmek, değilse küresel hakimiyetine sınırlı derecede ortak ederek pastayı bölüşmek istediği açık. Büyük Orta Doğu adını verdikleri İslam coğrafyasının yeniden şekillenmesi, mevcut siyasî yapıların değiştirilerek demokratikleştirilmesi retoriği, proje kapsamında ağırlıklı olarak AB-Amerika hattında tartışılıyor. Ama ABD’nin BOP pastasını masaya koymadan önce askerî gücünü ortaya koymasından, ‘partner görünen güçler’e fazla itiraz ve karşı hareket alanı bırakmak istemediği anlaşılıyor.
ABD, BOP’un ekonomik, siyasî ve askerî boyutlarını üç ayrı platformda tartışmaya açmadan önce bunun askerî altyapısını hazırladı. Bu anlamda, ABD’nin talep ettiği şey, ortak olmalarını istediği bölgesel güçlerin aslında çok az pay karşılığında onun yükünü omuzlamasıydı. Bu üç boyutun en acili ve tartışmalısı, askerî boyut. İstanbul’da yapılacak olan NATO zirvesinde askerî açıdan fiilî durumun kabulü üzerinde uluslararası konsensüs sağlanması, böylece meşrulaştırılması amaçlanıyor.
Bölgeyle ilişkisini, daha doğrusu küresel güç olarak varlığını sürdürmek için yeni bir ekonomik düzen-siz buna sömürü kaynakları da diyebilirsiniz- oluşturmak isteyen Amerika’nın ‘muhtemel rakipleri’ni göz ardı ederek işgali tek başına götürmesinin mümkün olmadığı çok açık. İslam dünyasının küresel kapitalizme pazar olacak bir ekonomik yapıya kavuşması, sisteme entegre olması gerekiyor. İşte BOP’un ekonomik boyutu tam bu noktada devreye giriyor. Bush yapılacak G-8 zirvesinde askerî planda itiraz gücü olmayan rakiplerine ekonomik pastadan pay vererek, onlara partner olmalarını teklif edecek. Bir tür yeni dünya düzeni ya da dünya sistemi arayışının önemli bir bölümünü oluşturan bu paylaşım modeli, bir başka deyişle BOP, tümüyle İslam Dünyası üzerinden gerçekleştirilmek isteniyor.
 
Yeni Model: Destabilizasyon
Burada dikkat edilmesi gereken anahtar strateji, Soğuk Savaş döneminin temel yaklaşımından farklı bir ‘yapı-model’in kurulmak istenmesidir.
Soğuk Savaş döneminin istikrar adına kurulan dengeleri yeni dönemde hedef haline gelmiş ve Orta Doğu’yu yeniden şekillendirme stratejisinin ara çözüm-modeli olarak bölgenin destabilize edilmesi gerekli görülmüştür. Bir başka söyleyişle, bölgesel ve küresel ölçekte farklı bir konsepte dayandırılmak istenen dengelerin oluşturulması, yaşadığımız coğrafyanın, daha geniş ölçekte İslam dünyasının destabilize edilmesinden geçmektedir.
Bu yaklaşımın araçsal elemanları olarak özellikle Soğuk Savaş döneminin dengeleri içinde ‘unutulan, bastırılan ve beslenen unsurlar’ yeni aktörler olarak sahneye çıkarılmaktadır. Orta Doğu’da istikrar adına halktan kopuk, çoğu Batı’nın desteği ile ayakta duran askerî-yarı askerî diktatörlüklerin ‘bastırdığı ve beslediği sorunlar’ yeni süreçte stratejinin atlama taşı olarak devreye sokulmakta; demokratik istikrar adına kaotik bir model tercih edilmektedir.
Büyük Orta Doğu Projesi çerçevesinde siyasal sistemler hatta ulus-devletler destabilize edilirken bölgenin en sorunlu siyasal yapısı olan İsrail’in daha da tahkim edilerek genel eğilimin tersine, stabilize edilmesi amaçlanmaktadır. Bölgeyi kaos, güvensizlik ve acıya boğan, her bakımdan ağır maliyetler ödetecek destabilizasyon sürecine karşılık, İsrail’in mevcut pozisyonunun daha da tahkim edilmesi, hatta gelişmelere doğrudan müdahil, belirleyici bir bölgesel aktör haline gelmesi hedeflenmektedir.
İşte geçen ay Suriye’de yaşananlarla İsrail’in Şeyh Ahmed Yasin cinayetinin arkasında böylesi bir strateji yatıyor.
 
BOP İlk Perde: Kürtler ve Suriye
Suriye’de onlarca insanın ölümüne neden olan çatışmalar bu destabilizasyon stratejisinin hangi unsurlara yaslanarak hayata geçirileceğinin işaretlerini vermektedir. İşgal sonrası Irak’ta, Amerika’nın tüm bölgede ileri karakol rolünü üstlenen “ayrıcalıklı Kürt hareketi” bu pozisyonunu, destabilizasyon sürecinde Kürt azınlıklar üzerinde ‘domino taşı etkisi’ne dönüştürmeyi hedeflemektedir. Çoğu, Batı ittifakının desteklediği yönetimlerce ‘unutulan, bastırılan ve beslenen’ dört ülkeye dağılmış olan Kürt popülasyonu/sorunu, ulusal harekete dönüştürülerek bölgenin etnik, kültürel ve siyasal bağlamından koparılıp stratejik olarak Atlantik ötesi ve İsrail ittifakının yeni unsuru olarak eklemlenmek istenmektedir.
Suriye özeline baktığımızda, 12 Mart 2004’te patlak veren olaylar Arap ve Kürt çatışmasına dönüş/türül/müş, kısa sürede belli bölgelerde bir Kürt isyanı görüntüsü verilmeye çalışılmıştır.
14 milyonluk Suriye nüfusu içinde 1,5 milyon kadar Kürt olduğu tahmin ediliyor. Bunların 150 ila 250 bin kadarını vatandaşlık statüsüne geçmemiş Kürtler, yani “ecnebiler” oluşturuyor. Kürtlerden önce Müslüman Arap nüfusa uyguladığı kitlesel kıyımlarla sabıkalı Suriye rejiminin yumuşama sürecine girdiği bir dönemde ortaya çıkan olay Amerika’nın hangi kartları oynayacağını açık etmektedir. Nitekim olayların hemen ardından ABD yönetiminin Suriye’yi Kürt bölgelerinden askerlerini çekmesi yönünde uyarması, son on yılda Iraktaki Kürtlere karşı geliştirilen stratejiyi hatırlatmaktadır. Önce isyan et/tir, olabildiğince kan dökülmesini sağla ki müdahale için meşru gerekçe oluşsun.
Aynı tarihlerde İran’daki Kürtlerin de Irak’taki Kürt hareketini destekleyici gösteriler yapması domino taşı etkisi tezini güçlendirmektedir. İran’daki Kürtlerin dillerini rahatça kullanıyor ve kültürlerini sürdürebiliyor olmalarına karşın Suriye ile aynı anda Irak’taki Geçici Anayasayı destekleyen gösteriler düzenlemeleri, dışarıdan müdahalelerin olduğu ihtimalini güçlendirmektedir.
Soğuk Savaş döneminden başlayarak Kürt hareketi üzerinde dikkatli bir strateji izleyen İsrail faktörü, hem BOP’daki rolü, hem de bölgedeki stratejisi açısından ihmal edilemeyecek önemdedir. Baba Barzani’nin gizli temaslarından başlayarak Kürt hareketini destekleyen İsrail, bölgede Arap olmayan Müslüman bir müttefik edinmek istiyor. Müslüman Arap komşularını mümkün olduğunca zaafa düşürmeyi planlayan İsrail’in özellikle Irak’ın üçe bölünmesi yönünde ABD yönetimi nezdinde lobi yaptığı, belli ölçüde belirleyici olduğu sır değil.
Kürt sorununun, Suriye’yi aşan nitelikte ve bölge ülkelerine karşı ABD’nin yeni müdahale araçlarından biri olarak kullanılmak istendiği fark edilmelidir. Bu arada Kürtlerin talep ettikleri en temel insanî haklarının kısıtlanarak mağdur edilmelerine sebep olan dengenin de bizzat Amerikan destekli rejimlerin ürünü olduğunu hatırlatmakta yarar var. Kürtleri mağdur duruma düşüren emperyalist siyasetin, onları kullanarak bölgenin tamamını mağdur edecek bir projeyi hayata geçirmek istediği aşikârdır.
Başta Kürtler olmak üzere bölgedeki tüm unsurların geleceği; jeostratejik konumlarını dış müdahalelere açık hale getirecek şekilde, Atlantik ötesindeki sömürgeci güç/ler/le kuracakları bir ittifakta değil, bölgenin tarihî, kültürel, etnik bilincine yaslanarak geliştirilecek sahih bir ilişkide yatmaktadır.
 
BOP İkinci Perde: Hamas ve İsrail
Amerika’nın Orta Doğu’da tek-gerçek müttefiki olan İsrail’in mevcut stratejileri gözardı edilerek BOP’un nasıl şekilleneceği anlaşılamaz. ABD’nin yüzen uçak gemisi gibi gördüğü İsrail, BOP’ta tek başına belirleyici olmasa da stratejik çıkarları için gerekli adımları atmaktadır. Amerika’nın tam desteğini almış olması ve gerektiğinde uluslararası hukuku yok sayması, elinde tuttuğu güçlü propaganda araçlarıyla bölgede kendi alanını alabildiğine genişletmektedir.
11 Eylül sonrası gelişmeleri devlet terörünü meşrulaştırmada çok iyi kullanan İsrail yönetimi Irak işgalinden sonra bölgede belirleyici bir aktör olma stratejisi izlemektedir. İsrail, aynı zamanda Filistin işgalini kalıcı hale getirmek ve baskıyı meşrulaştırmak için terörle mücadele adına devlet terörünü sonuna kadar kullanmış, uluslararası yükümlülüklerini rafa kaldırmıştır.
Bölgenin destabilizasyonunu önceleyen Amerikan stratejisi İsrail’in konumunu güçlendirmek istemekte, statükonun en katı haliyle kalıcı hale gelmesini kollamaktadır. BOP’un meşrulaştırıcı söylem olarak kullandığı, bölgenin demokratikleştirilmesi, insan haklarının geri gelmesi gibi düzenleyici yaptırımlar doğrudan İsrail’i de ilgilendirmektedir. En azından projeyle bölgedeki Arap yönetimlerini ikna edebilmek, kitlelerin desteğini alabilmek için İsrail’e yönelik dizginleyici bazı yaptırımların uygulanması yönünde bazı talepler gündeme gelecektir. Projenin uluslararası platformda kabul ve destek görmesi ve Filistin devletinin kurulması yolunda varılan anlaşmaların yerine getirilmesi için de İsrail üzerinde gözle görülür yaptırım talepleri dillendirilmektedir. Özellikle AB, Rusya, Çin gibi ekonomik ve siyasal ağırlığı olan ülkelerin Filistin konusundaki destekleri göz önüne alındığında İsrail’in Hamas operasyonunu anlamlandırmak daha da mümkün olmaktadır.
Filistin hareketinin sembolü olan, gizli bir örgüt elemanından çok ne yaptığı, nerede, nasıl yaşadığı açık olan, bedeninin üçte ikisi sakat bir önderin cami çıkışında şehid edilmesi bu genel çerçeveden bağımsız ele alınamaz.
Filistin intifadasını kontrol altında tutan, hareketi gerektiğinde dizginleyen, dengeleyen Şeyh Ahmet Yasin’in katledilmesi ile İsrail neyi amaçlamış olabilir?
• Hareketin tümüyle kontrolden çıkarak belli süre kontrolsüz bir şiddetin yükselmesini sağlamak.
• Böylece Filistinlilerle masaya oturması ve Filistin devletinin kurulması yönünde İsrail üzerinde olması muhtemel baskılara karşı şiddet ve baskı politikalarına gerekçe oluşturmak.
• Filistinliler arasında liderlik sorunu çıkararak direnişi, temsil yeteneği olmayan bir terör şebekesine dönüştürmek.
• Önümüzdeki süreçte baskıyı daha da artırıp Filistin yönetimi başta olmak üzere Filistin liderliğini etkisizleştirmek.
• Uluslararası baskılara karşı, istediği zaman istediği şartlarda zayıf ve temsil kabiliyeti olmayan bir Filistin önderliği ile barış yapıyor görünmek.
Kısaca, hedeflenen, tüm bunların gerçekleşmesi için kısa vadede Filistinlilerin provoke edilerek kontrolsüz şiddete yönelmelerini sağlamak ve uzun vadede Filistin direnişini mümkün kılan dinamik yapıları ortadan kaldırmaktır.

Paylaş Tavsiye Et