Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Dünya Siyaset
Burası Venezüella, Haiti değil...
Ebru Afat
IRAK Savaşı’nın birinci yıl dönümünde, savaşı meşrulaştırmak için kullandığı iddiaların tamamı asılsız çıkan ve Pandora’nın kutusundan dökülen kötülüklerin Orta Doğu’nun tümüne yayılmasını engellemeyen Bush hükümeti giderayak Latin Amerika’ya müdahale etmekten de çekinmiyor. Haiti’nin demokratik yollarla seçilen ve kısmen bağımsız ekonomi politikaları izlemeye çalışan Devlet Başkanı Jean Bertrand Aristide, ABD’nin desteklediği bir silahlı ayaklanmayla ülkesini terk etmek zorunda kalırken, ABD de Soğuk Savaş alışkanlıklarından hâlâ vazgeçmediğini bir kez daha tüm dünyaya gösterdi. Haiti’de gösterilerin kanlı çatışmalara dönüşme aşamasında BM’nin müdahale etmesini engelleyen ABD, Aristide’in 28 Şubat’ta görevinden ayrılıp ülkeyi terk etmesinden hemen sonra bölgeye birliklerini göndermeye başladı. BM Barış Gücü bayrağı altında ülkeye giren ABD askerleri, silahlı muhalifler tarafından kurtarıcı olarak karşılanırken devrik lider Aristide, Amerikalı yetkililer tarafından ülkeyi terk etmeye zorlandığını açıkladı ve ABD’yi kendisine karşı darbe düzenlemekle suçladı.
Haiti’de yaşananlar, Latin Amerika’nın en istikrarlı demokrasisine sahip olan Venezüella’da iki yıl önce yapılan darbe girişimi ile başlayıp bugünlerde yeni bir dönemece giren siyasi çalkantıların bir benzeriydi ve izleyenlerde deja vu etkisi yapıyordu. Venezüella’nın 1998’de çok büyük bir destekle iktidara gelen ve 2000’de tekrar seçilen Devlet Başkanı Hugo Chavez’e karşı Nisan 2002’de ülkenin zengin elitlerinin organize ettiği ve ABD’nin desteklediği bir darbe düzenlenmişti. Sadece 48 saat süren bu darbe, Chavez’in zamanında almış olduğu tedbirler ile Venezüella halkının darbeye karşı takındığı tavır sayesinde fiyaskoyla sonuçlandı. Venezüella, Nisan 2002 darbesinin ardından Aralık 2002’de başlayıp Ocak 2003’te sona eren ve ülkenin petrol üretimini sabote ederek Chavez’i görevden ayrılmaya zorlayan büyük bir grev dalgasıyla sarsıldı. Chavez hükümeti, bu girişimi de kazasız atlatmayı başardı ve bir taraftan sağlık, eğitim ve tarım alanlarında uygulamaya koyduğu sosyal programlar ile fakir halkın gönlünü kazanırken, diğer taraftan ABD’nin küresel imparatorluk kurma politikalarını eleştirmekten geri durmadı. Birçok gözlemciye göre ABD’nin hedef listesinin bir sonraki ismi olan Chavez, bugünlerde kendisine yönelik üçüncü bir harekat ile karşı karşıya bulunuyor.
Chavez iktidara gelinceye değin devlet petrol şirketi PDVSA üzerinden elde edilen gelirin büyük kısmı kendilerine aktarılan zengin elitler ile onların kışkırttığı orta sınıf üyelerinden meydana gelen muhalefet Mayıs 2003’te, Chavez’e karşı referandum düzenlenmesi için anayasal süreci izlemeyi kabul etmişti. Venezüella’nın 1999’da yürürlüğe giren yeni anayasasına göre, seçmenlerin %20’sinin dilekçe vermesi durumunda, seçimle işbaşına gelen ve görev süresinin yarısını tamamlayan her devlet yetkilisine karşı referanduma gidilebilmektedir. Muhalefet, görev süresi 2006’da sona erecek Chavez’den meşru yollarla kurtulmanın son yolu olarak gördüğü bu anayasa maddesine dört elle sarıldı ve özel medya organları tarafından desteklenen büyük bir kampanya başlattı. Ulusal Seçim Konseyi (CNE) tarafından belirlenen 28 Kasım-1 Aralık tarihleri arasında ülkenin dört bir tarafında oluşturulan bürolara dilekçeler verildi. Muhalefet 3,4 milyon geçerli imza topladığını iddia ediyordu ki bu rakam referandum için gereken asgari imza sayısı olan 2,4 milyonun oldukça üzerindeydi. Ancak “Chavistas” olarak bilinen Chavez destekçileri ile (MVR, PPT ve Podemos gibi) hükümeti oluşturan partilerin üyelerine göre muhalefetin bu kadar imza toplayabilmesi imkansızdı ve bu imzaların çoğu sahteydi. Son kararı, imzaları incelemeye alan CNE verecekti. Üyelerinden ikisi Chavez, ikisi de muhalefet yanlısı olan CNE’nin başkanı, Ulusal Meclis’in oybirliğiyle seçtiği Francisco Carrasquero’ydu.
Castro tipi bir komünist, beceriksiz ve baskıcı bir diktatör (!) olarak gördükleri Chavez’den her ne pahasına olursa olsun kurtulmaya çalışan muhalefetin, Carrasquero’yu baskı altına almaya dönük eylemlere girişmesi, ülkeyi yeni bir kaosun eşiğine getirdi. Asya, Afrika ve Latin Amerika’dan gelişmekte olan ülkelerin oluşturduğu G-15’lerin, başkent Caracas’ta 27 Şubat’ta başlayan on ikinci zirve toplantısı sırasında düzenlenen Chavez’i protesto gösterileri sırasında güvenlik güçleri ile protestocular arasında çatışmalar çıktı. Başta CNN’in yerel TV kanalı olmak üzere çoğu Chavez karşıtı olan Venezüella medyasından beslenen uluslararası haber ajansları, yaşananları iktidarın muhalefeti şiddet yoluyla susturmaya çalışması şeklinde dünyaya yansıttı. Oysa muhalefet her türlü demokratik gösteri hakkını sonuna kadar kullanabiliyordu. Hükümet sadece zirveye katılan yabancı devlet adamları ile delegeleri korumak için zirvenin yapıldığı merkezin 1 km yakınında gösteri yapılmasını yasaklamıştı. Çatışmalar da gaz maskesi giyen bazı göstericilerin güvenlik güçlerine molotof kokteyli ile saldırması üzerine başlamıştı. Muhalefet liderlerinin 27 Şubat sonrasında taraftarlarına, sokaklara dökülmeleri ve Chavez’in baskıcı karakterini tüm dünyaya göstermek için sivil itaatsizlik eylemleri yapmaları çağrısında bulunması, muhalefetin bir plan çerçevesinde hareket ettiğini gösteriyordu. Bu atmosferde, CNE’nin kararı olağanüstü bir önem kazandı. 2 Mart günü kameralar karşısına geçen CNE Başkanı Carrasquero, muhalefetin topladığı 3,4 milyon imzanın yalnızca 1,8 milyonunun geçerli bulunduğunu açıkladı. Geriye kalan imzaların 876.016’sı da geçerli sayılabilirdi ancak bunun için vatandaşların 18-22 Mart tarihleri arasında seçim merkezlerine başvurup imzaların kendilerine ait olduğunu teyit etmeleri gerekiyordu. CNE’nin bu kararından sonra 27 Şubat’tan beri sürmekte olan gösteriler daha da şiddetlendi. Bir hafta süren çatışmalar sona erdiğinde ölü sayısı 11’e ulaşmış, düzinelerce kişi de yaralanmıştı.
CNE’nin kararı, dünyanın önde gelen medya organları tarafından son derece tarafgir bir şekilde yorumlandı. Amerika’nın Washington Post gazetesi, CNE’nin kararını “teknik bir darbe” başlığıyla okurlarına sunarken Kanada’nın ünlü gazetesi Globe and Mail ise “İnatçı Chavez” başlığını attığı yorumunda Chavez’e Haiti darbesinden ders çıkarmasını öneriyordu. Uluslararası kamuoyunun (!) bu desteğinden güç alan muhalefet, CNE’nin hükümet baskısıyla hareket ettiğini iddia ederek söz konusu kararı Anayasa Mahkemesi’ne götürdü. CNE’nin kararını inceleyen Anayasa Mahkemesi’nin Seçim Dairesi de 15 Mart günü yaptığı açıklamada, CNE’nin rezerv koyduğu 876.016 imzanın geçerli sayılması gerektiğini ilan etti. Seçim Dairesi’nin devletin iki organını karşı karşıya getiren bu sürpriz kararından sonra olayların nereye varacağı belirsizlik taşıyor. Birçok uzmana göre sorunun Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu’na gitmesi gerekiyor. Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu’ndan nasıl bir karar çıkacağı da öngörülemiyor. Zira Genel Kurul, Nisan 2002 darbesine katılan bir çok askerî yetkiliyi affederek herkesi şaşırtmıştı. Tüm tehditlere rağmen rotasını değiştirmeyen Chavez, kendine ve halkına güveniyor ve Bush’a meydan okumayı sürdürüyor: “Venezüella Haiti olmayacak.”

Paylaş Tavsiye Et