Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Toplum
Şöhret toplumunda miting
Fatma Karabıyık Barbarosoğlu
I.
İLK mitinge, yanlış hatırlamıyorsam altı-yedi yaşlarındayken götürüldüm. Büyükannem elimden tuttu; hafta içi olduğu için, çoğunluğunu kadınların oluşturduğu bir kalabalığa dahil oluverdik. Niye gittik o mitinge, bilmiyorum. Büyükbabam önce “Menderesçi”, arkasından “Demirelci”ydi; ama rahmetli büyükannemin, siyasetle uzaktan yakından bir ilgisi yoktu. Büyükbabam kulağını yapıştırıp bedeninin diğer uzuvlarını unutacak kadar kendini radyoya verdiğinde, ümmî insanlarda her zaman şaşırarak gördüğüm sağ duyu ile “hepsi aynı” derdi. “Koltuk kavgası. O otursa bize ne faydası var, beriki otursa...” Ama yine de gitmiştik mitinge.
Demirel gelecek diye saatlerce Beşyol Telsizler denilen, benim için uçsuz bucaksız büyüklüğü olan meydanda bekleşmiştik. İsmet Özel “bekleyenlerden olun, beklenti içinde olanlardan değil” der ya hani. Bekleyenlerdendik. Ve o zamanlar beklenti nedir bilmezdik. Bir ara öğlen yemeğine gittiğimizi, sonra geri geldiğimizi hatırlıyorum. Mevsim yaz olmalıydı. Ayılan, bayılan kadınlar vardı. Ama bizi orada beklemeye ikna eden şey ne idi? Yıllar sonra büyükanneme bu mitingi hatırlatmaya çalıştığımda, hiç netice alamadım. “Yok öyle bir şey” dedi, başka bir şey demedi. Kendisi için kurmuş olduğu geçmişe, Demirel’in yolunu gözleyen bir kadın imajı hiç uygun olmadığı için, çoktan unutmuş olmalıydı. Peki ben nasıl oluyor da o mitingi, o mitingdeki kadınlardan birinin Demirel’in yakışıklılığına dair konuştuğunu hatırlıyorum. Rahmetli büyükannemin kadına “terbiyeni takın, çoluk çocuk var” deyişindeki buyurgan ses tonuna varıncaya kadar... Bütün teferruatı bir albüme bakar gibi hatırlıyorum.
Nasıl ikna etmişlerdi benim dini bütün büyükannemi mitinge gitmeye? Siyasete o kadar uzak bir kadındı ki! Şimdi tekrar düşündüğümde şöyle bir cevap buluyorum kendimce. Rahmetli çok misafirperverdi. İhtimal onu mitinge ikna etmeye çalışanlar -belki de büyükbabamdı ikna eden- Demirel’in semtimize misafir olduğunu, karşılamamanın ayıp olacağını söylemişlerdi. Benim çocukluğumda büyükler sokaklara, semtlere ev muamelesi yapardı çünkü.
 
II.
Meydana insanları toplayabilmek için artık ne siyasi tercihler yetiyor, ne de bir zamanlar Osman Bölükbaşı’nın sahip olduğu cerbezeli dil. Meydanlara adam toplamak, kapalı spor salonlarında toplantılar düzenlemek için, şöhretli kişilere ihtiyaç duyuluyor son yıllarda. Şimdilik sadece siyasi arenada en genç figür olarak dolaşan partinin seçim taktiği gibi gözükmekle birlikte, şöhretlerden siyasi bir figür olarak istifade etme uygulaması, Turgut Özal’lı yıllara kadar uzanıyor.
Mart 2004 yerel seçimlerinde de her parti kendi çapında büyüklü, küçüklü şöhretlerin peşinden gitti. En çarpıcı aday, Bahçeşehir AKP adayı Şafak Karaman’dı. Katıldığı bir haber programında, seçildiğinde halen sunmakta olduğu yarışma programını sunmaya devam edeceğini söyledi; söylediğinin kendisine artı bir değer katacağından emin bir edayla. Çünkü o, bu adaylığı küçük çaplı da olsa kazanmış olduğu şöhrete borçluydu. Siyasi olarak kendisine güç katacak tek şeyin, belediyede hizmet etmek değil, şöhretini artırmak olduğunu biliyordu.
Biz artık şöhret toplumuyuz. Ve şöhret toplumunda kitlesel mitinglerin yerini, bireysel gösteriler aldı nice zamandır. Sosyal olaylarda miladı başlatmak her zaman kolay değildir. Ama mimari, post-modernizmin başlangıcını, saat, dakika ve saniye olarak verir, Pruit-Igoe konutlarının yıkılışını esas alarak. Bundan ilham alarak, ben de şöhret toplumu oluşumuzu, ay ve gün olarak 1997’deki Kumkapı cinayetinden itibaren başlatıyorum. Bu olaydan bir yıl sonra gerçekleşen Çankaya’nın bahçesindeki soyunma eylemini ise, şöhret toplumunun kadın bedeni üzerinden tasarlanmış ilk “gösteri”si olarak alıyorum. Çünkü bu iki olay, doğru ile yanlışın, haklı ile haksızın yer değiştirmesinin ve daha çok görünenin, daha haklı olduğu bir payeye yükselmesinin başlangıcı idi.
Kumkapı’da kendisine sarkıntılık yapan bir adamı öldüren genç kız, bir anda ekranların vazgeçilmez görüntüsü olmuştu. Bu olay sıradan bir cinayet vakası değil, hayat tarzı kavgası olarak ekranlara taşındı. Tek başına içmek isteyenler (katil zanlısı genç kız, kardeşi ve annesi) ile, kadınlara sarkıntılık yaparak, haklarını ellerinden almaya kalkanların hayat tarzı kavgası. Cinayetin zanlısı Zeynep Uludağ, gazetelerde “güzelliğine” yapılan vurgu, hapishanede saçlarını boyayarak imaj değiştirmesi ve bir dizi filmde oyunculuk teklifi almasıyla daima “haber değeri” taşıdı.
İki çocuğu ile birlikte yapayalnız kalan maktulün karısı ise, önce herkesten yardım istemiş; anne ve kızlarına gösterilen ilgi “normal bir kadın “ olarak ona gösterilmediği için o da başörtüsünü açmış, pavyonlarda şarkıcılığa soyunmuş; en son kocasını öldüren kadın ile aynı mekanda eğlenirken görüntülenmişti.
Şöhret toplumu olma yolunda düşe kalka ilerleyen Türkiye için, Kumkapı cinayeti geçmişi unutturacak bir silgi görevi gördü; hem olayın kahramanları, hem de Türk toplumu açısından. Artık sadece haber olmak önemliydi. Reklamın kötüsü olmaz mantığına uygun olarak, “haber ol da nasıl olursan ol” hükmü etkisini icra etmeye başladı. Yirmi yıl önce, bir skandala adı karışan şarkıcı ya da artistler bir daha geri dönmemek üzere “piyasa”dan silinirken, günümüzde, karışılan her skandal, sahibini zirveye taşıyan bir avantaj. En son kaset skandalıyla gündeme gelen bir şarkıcı “krizi iyi yönettiği için” ekstra ücretlerini ikiye üçe katlayan bir “başarı” gösterdi.
 
III.
Liderlerimiz artık şöhret toplumunun en tanıdık simaları olarak hayatımıza renk veriyor. Nasıl yüzdükleri, nasıl futbol oynadıkları, kahvaltıda ne yedikleri, rejim yapıp yapmadıkları bizi “sosyal politika”lardan daha çok ilgilendiriyor. Liderlerin siyasi farklılıklarını bir çırpıda kestiremiyor olsak da, hayat tarzı farklılıklarını, hayatımıza karışmış diğer starlar kadar biliyor; tercihimizi siyasetten yana değil “hayat tarzından” yana kullanıyoruz. Onların hayatına yaklaştıkça, partilerine yaklaşıyoruz. Hayatlarından uzaklaştıkça partilerinden de uzaklaşıyoruz. Aramızda ortak bir hayal olarak duran “yarın” projesi yok artık.
Bir lider bizim hayatımıza nasıl her an dahil olabilir? Bu zor sorunun cevabı için “koç”lar devreye giriyor ve şöhret toplumunda kendilerini nasıl tekrar tekrar imal edeceklerinin planlarını sunuyor liderlere: “Başkanım, halk günlük tutan, resim yapan bir başkan imajından hoşlanır. Bunun üzerine gidebiliriz.”
Hükümetlerin değişip, iktidarların sürekliliğini koruduğu yeni dünya düzeninde; siyasiler, şöhret konusunda pop starlarla asla yarışamayacaklarını kabul ederek, ya bu tutumdan vazgeçecek ve siyaset üretecekler ya da gelecek seçimlerde bizi yönetecek olan “pop star” için oy kullanıyor olacağız. Hayatımıza giren şöhretlerin giriş nedenlerini çoktan unutmuş olacağımız için, karıştığı skandallarla makyaj tazeler gibi şöhret tazeleyenler, en büyük malzeme olan “tanınırlık ” ile iktidara taşınacak görsel toplumda.
“Nasıl bilirsiniz?” sorusu, “rahmetli” için önemli. Yaşayanlar “bilinmenin” nasıl hanesini doldurmakla ilgilenmemeyi tercih ediyor.

Paylaş Tavsiye Et