Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Film
Bal
Yö­net­men: Semih Kaplanoğlu
Senaryo: Semih Kaplanoğlu, Orçun Köksal
Oyuncular: Erdal Beşikçioğlu, Tülin Özen
Ya­pım: Tür­ki­ye/Almanya, 2010, 103 dk.
Se­mih Kap­la­noğ­lu’nun üç­le­me­si­nin son aya­ğı olan Bal, Yu­suf’un bir ye­tim kal­ma ve de­va­mın­da da, Yu­mur­ta’da “yurt”a (sa­de­ce taş­ra­ya de­ğil) dö­nü­şüy­le so­nuç­la­nan hi­ka­ye­si­nin, so­nun baş­lan­gı­cı­nın ilk “an”ının hi­ka­ye­si. Kap­la­noğ­lu’nun ge­ri­ye doğ­ru iş­le­yen Yu­suf üç­le­me­sin­de­ki ters çe­vir­me, “yurt”a dön­me­nin ba­sit bir iza­hı ol­mak­tan öte, doğ­ru­dan doğ­ru­ya böy­le­si bir dö­nü­şün/dö­nü­şü­mün zo­run­lu­lu­ğu­nu an­lat­mak­ta­dır esa­sın­da biz­le­re. Za­man­sal ge­ri­ye dö­nüş, ço­cuk­lu­ğa ya­pı­lan ve psi­ko­di­na­mik sü­reç açık­la­ma­la­rıy­la ge­çiş­ti­ri­le­me­ye­cek den­li as­la gön­der­me ya­pan bir muh­te­va­yı ba­rın­dır­mak­ta­dır için­de. Bal, bu an­la­mıy­la, üç­le­me­de­ki en renk­li ya­ni can alı­cı ma­hi­ye­te sa­hip­tir. Kü­çük Yu­suf’un ve ba­ba­sı Ya­kup’un bir­bir­le­riy­le olan muh­kem iliş­ki­le­ri, Yu­suf’un bir yan­dan ya­şar­ken unu­tu­ver­di­ği, gö­re­me­di­ği, (arı­lar ne yap­tı­ğı­nı bil­mez), bir yan­dan da eğer ger­çek­ten ken­di­si­ni bu iliş­ki­de­ki ha­ki­ka­te tes­lim eder­se hiç­bir za­man gör­mez­lik­ten ge­le­me­ye­ce­ği ha­ki­ka­tin çift yön­lü hi­ka­ye­len­me­si­dir.
Bal’ın biz mo­dern in­san­la­ra ses­siz se­da­sız öğ­ret­ti­ği te­mel bil­gi, “sır” de­di­ği­miz şe­yin muh­te­va­sıy­la il­gi­li­dir ni­ha­ye­tin­de. Sır, biz mo­dern­le­rin ta­sa­rım­la­dı­ğı gi­bi, mit­le il­gi­li, in­sa­nın aya­ğı­nı yer­den ke­sen, bü­yü­sel/pa­gan bir fe­no­men ol­mak­tan zi­ya­de, ha­ki­ka­tin (Var­lık’ın), her­han­gi bir olay­da, ken­di­si­ni gös­te­re­rek ge­ri­ye çek­me­si­dir ve biz­le­rin eğer ba­şa­ra­bi­lir­sek, “ken­di­mi­zi bil­me­miz” de tü­müy­le bu­nun­la il­gi­li­dir. Bu bağ­lam­da, Ba­ba Ya­kup’un Oğul Yu­suf’a söy­le­di­ği, öğüt­le­di­ği ve ha­tır­lat­tı­ğı nok­ta­lar tam ola­rak, sır­ra da­ir bil­gi­ler­dir. Rü­ya­nın ulu­or­ta an­la­tıl­ma­ma­sı ge­rek­ti­ği ve han­gi çi­çek­ten han­gi ba­lın ha­sıl ola­ca­ğıy­la il­gi­li sah­ne­ler tam ola­rak bu sır­rın di­le gel­di­ği an­lar­dır. Do­la­yı­sıy­la sır, ah­la­kın sa­de­ce dış dün­ya­da­ki iliş­ki­le­ri de­ğil bi­za­ti­hi ki­şi­nin ken­di­siy­le ve do­la­yı­sıy­la da Ya­ra­tı­cı­sıy­la ara­sın­da­ki iliş­ki­nin dü­zen­len­me­siy­le il­gi­li bir hal­dir. Ve an­cak böy­le­si bir sır bil­gi­siy­le bir­lik­te “yurt”a dö­ne­bil­mek hem müm­kün ol­mak­ta­dır hem de bu dö­nü­şün, ba­sit bir nos­tal­jik ha­re­ket ola­rak gö­rül­me­si­nin yan­lış­lı­ğı or­ta­ya çık­mak­ta­dır.
Bal, kay­na­ğa doğ­ru gi­den, kay­na­ğa doğ­ru git­ti­ği oran­da da, ke­li­me­nin en ger­çek an­la­mıy­la ya­kı­cı­lı­ğın art­tı­ğı, ha­ki­ka­tin da­ha gö­rü­nür ha­le gel­di­ği ve ni­ha­yet bü­tün bir in­san öm­rü­nün na­sıl da sa­de­ce bir “ân”ın ya­şan­ma­sı an­la­mı­na gel­di­ği­ni gös­ter­mek­te­dir biz­le­re. Fil­min, da­ha­sı üç­le­me­nin, biz­ler için önem­li olan ve fark oluş­tu­ran asıl ey­le­mi, za­man­sal ge­ri­ye doğ­ru gi­di­şi de­ğil, za­ma­nın kop­maz­lı­ğıy­la il­gi­li bu esas­lı (sır­lı mı de­me­liy­dim yok­sa) nok­tay­la il­gi­li­dir bu an­lam­da. Yu­suf, eğer bir gün yurt’una dö­ne­bil­diy­se, bu tam da, za­ma­nın bu kop­maz­lı­ğı­nı id­rak et­me­siy­le il­gi­dir. Bal’ın (ye­ga­ne ol­ma­sa da) te­mel sır­rı da bu­ra­da sak­lı­dır. “Ne bir söz, ne dü­şün­ce, yal­nız bit­me­yen bir düş” olan da tam ta­mı­na bu­dur. / Ümit Ak­soy

Tavsiye Et
Siyah Beyaz
Yö­net­men-Senaryo: Ahmet Boyacıoğlu
Oyun­cu­lar: Tuncel Kurtiz, Erkan Can
Ya­pım: Türkiye, 2010, 90 dk.
Si­yah be­yaz fo­toğ­raf­lar nos­tal­ji­dir bi­raz. Ge­ri ge­le­me­ye­ce­ği­ni bil­di­ği­miz an­la­rın hüz­nü­dür. Renk­li­nin ak­si­ne de­tay­la­rın da­ha be­lir­gin ha­le gel­di­ği si­yah be­yaz fo­toğ­raf­lar, za­ma­nın haş­me­ti ve yı­kı­cı­lı­ğı­nı yü­zü­mü­ze çar­par, onun kar­şı­sın­da­ki ça­re­siz­li­ğin id­ra­ki ile tu­haf bir sü­kû­net duy­gu­su ya­ra­tır. Renk­li ve hat­ta di­ji­tal fo­toğ­raf­la­rın tüm pi­ya­sa­ya hâ­kim ol­du­ğu bir dö­nem­de, pek çok in­sa­nın inat­la ken­di­ni si­yah be­ya­zın ka­ran­lık oda­sı­na hu­şu ile at­ma­sı da, bu sü­ku­net duy­gu­su­nun ya­nı sı­ra, geç­mi­şin ta­nı­dık deh­liz­le­ri­nin, ânın ve ya­rı­nın bi­lin­mez­le­ri­ne çal­dı­ğı ga­le­be­den kay­nak­la­nı­yor ol­sa ge­rek.
An­ka­ra Si­ne­ma Der­ne­ği’nin baş­ka­nı, Eu­ri­ma­ges’ın Tür­ki­ye tem­sil­ci­si, fes­ti­val yö­ne­ti­ci­si ve si­ne­ma ya­za­rı Ah­met Bo­ya­cı­oğ­lu, ilk kez ka­me­ra kar­şı­sı­na geç­ti­ği Si­yah Be­yaz’la, dost­la­rı­nı bi­rer bi­rer kay­be­den ve nos­tal­ji ile yas ara­sın­da gi­dip ge­len bir bar sa­hi­bi ile onun ka­deh ar­ka­daş­la­rı­nın hi­kâ­ye­si­ne odak­la­nı­yor.
Es­ki tü­fek ko­mü­nist­ler­den olup, geç­miş­ten elin­de sa­de­ce bir “kı­zıl bay­rak” ka­lan res­sam Ah­met Ni­hat, ka­rı­sı ta­ra­fın­dan ter­ke­dil­miş bir dok­tor, sev­di­ği ka­dı­nın fo­toğ­ra­fı­nı bü­tün öm­rün­ce cüz­da­nın­da ta­şı­yan ve ay­nı za­man­da ka­va­noz­da Mü­zey­yen isim­li bir sü­mük­lü bö­cek bes­le­yen Mu­zaf­fer, 40 yaş üs­tü öz­gür ama yal­nız ka­dın Ay­ten, ha­ya­tın yı­kı­cı­lı­ğı ve ha­yal kı­rık­lık­la­rı­nın çok­lu­ğun­dan Si­yah Be­yaz isim­li ba­ra sı­ğı­nır­lar. An­ka­ra’nın ge­le­nek­sel me­kân­la­rın­dan olan ve için­de bin­ler­ce fo­toğ­ra­fın bu­lun­du­ğu Si­yah Be­yaz Bar ve Re­sim Ga­le­ri­si’nin sa­hi­bi olan Fa­ruk’un, bar­da gi­de­rek bi­rer si­yah be­yaz por­tre ha­li­ne ge­len yi­tik dost­lar­dan bu­na­la­rak ba­rı ka­pat­ma­ya ka­rar ver­me­siy­le 25 yıl­lık dost­la­rın ha­yat mu­ha­se­be­le­ri baş­lar.
Ken­di­si de as­lın­da bir dok­tor olan Ah­met Bo­ya­cı­oğ­lu, An­ka­ra’da ken­di­ne öz­gü bir ta­ri­hi bu­lu­nan Si­yah-Be­yaz’ı, anı­la­rın­dan yo­la çı­ka­rak ye­ni­den ha­tır­la­tı­yor. Bu an­lam­da fil­min faz­la­sıy­la ki­şi­sel ol­du­ğu söy­le­ne­bi­lir. An­cak tek prob­lem­le­ri ölü­mün on­la­rı ne za­man kar­şı­la­ya­ca­ğı olan, 50’li yaş­la­rı­nı id­rak eden tu­zu ku­ru, kü­çük bur­ju­va­nın çok da öz­gün­lük ta­şı­ma­yan öy­kü­cük­le­ri se­yir­ci­yi sar­ma­la­mak­ta, onu fil­me dâ­hil et­mek­te zor­la­nı­yor.
Ken­di­si­ni bir baş­ka er­kek için terk eden ka­rı­sı­nı “Kız âşık ol­muş ya!” de­yip hoş gö­ren ve du­ru­mu pek de önem­se­me­yen dok­tor ka­rak­te­riy­le, bir­lik­te ol­du­ğu er­kek­le­ri sa­bah ya­ta­ğın­da gör­mek is­te­me­yen Ay­ten ka­rak­te­ri ise fil­min top­lu­ma ne de­re­ce değ­di­ği hak­kın­da bir fi­kir ve­re­bi­lir sa­nı­rım. Bu ha­liy­le Si­yah Be­yaz, bar ar­ka­daş­lı­ğı et­ra­fın­da dö­nen How I Met Yo­ur Mot­her tar­zı Ame­ri­kan di­zi­le­ri­nin kö­tü bir tak­li­di ola­rak or­ta yer­de du­ru­yor. Bir in­ti­har sah­ne­siy­le açı­lan ve epi­zo­dik bir şe­kil­de iler­le­yen fil­min fark­lı kur­gu de­ne­me­le­ri ol­mak­la bir­lik­te, ka­rak­ter­le­rin de­rin­le­şe­me­me­si, öy­kü­le­ri­nin ya­pay­lı­ğı ne­de­niy­le si­ne­ma­dan çok, bir TV ya­pı­mı­nı an­dır­dı­ğı­nı söy­le­mek müm­kün.

Tavsiye Et
Kirazın Tadı / Taste of Cherry DVD
Yö­net­men- Se­nar­yo: Abbas Kiyarüstemi
Oyun­cu­lar: Homayon Ershadi, Abdolrahman Bagheri
Ya­pım: İran, 1997, 95 dk.
“Ken­di­mi öl­dür­mek için ev­den çık­mış­tım, bir dut fik­ri­mi de­ğiş­tir­di. Sı­ra­dan önem­siz bir dut…”
İran si­ne­ma­sı­nın ol­du­ğu ka­dar tüm dün­ya si­ne­ma­sı­nın da ön­de ge­len au­te­ur yö­net­men­le­rin­den Ab­bas Ki­ya­rüs­te­mi, mi­ni­ma­list an­la­tı­mı­nı sür­dür­dü­ğü Ki­ra­zın Ta­dı’nda, Tah­ran’ın ke­nar ma­hal­le­le­rin­den bi­rin­de ara­ba­sıy­la do­la­şa­rak pa­ra kar­şı­lı­ğın­da ken­di­si­ni öl­dür­me­si­ne yar­dım ede­cek bi­ri­ni ara­yan or­ta yaş­lı Be­di­i’nin üze­rin­den, ya­şa­ma sev­gi­si ile va­ro­luş­sal bu­na­lı­mı kar­şı kar­şı­ya ge­ti­ri­yor. İn­ti­ha­ra ka­rar ve­ren Be­di­i’nin ara­ba­sı­na al­dı­ğı ki­şi­ler­den, as­lın­da öl­mek­ten çok, öl­me­mek için bir ne­den bul­ma ko­nu­sun­da yar­dım is­te­di­ği film, ay­na ya­pı ola­rak ni­te­len­di­ri­le­bi­le­cek fi­na­liy­le, hem si­ne­ma­nın do­ğa­sı­na hem de ha­ya­tın kur­gu­sal­lı­ğı­na re­fe­rans ya­pı­yor. Gös­te­ril­di­ği yıl, Can­nes Film Fes­ti­va­li’nde Al­tın Pal­mi­ye Ödü­lü’nü alan Ki­ra­zın Ta­dı, ölüm ve ya­şam ara­sın­da şi­ir­sel bir yol­cu­luk.

Tavsiye Et