Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Dosya
Bilimsel kalkınma, sancısız büyüme; Çin yeni bir döneme giriyor
Tayanç Ahmet Gündüz
ÇİN, hiç şüphesiz 21’inci yüzyıla damgasını vuracak. Bütün ekonomik göstergeler buna işaret ediyor. 1978’den itibaren yavaş yavaş dünyaya açılan Çin ekonomisi, her ne kadar iktidarda Çin Komünist Partisi bulunuyorsa da, hızla kapitalist bir yapıya bürünüyor. Nüfusu, coğrafî büyüklüğü ve dünyaya hızla açılan ekonomisi ile Çin, şimdiden uluslararası arenada ağırlığını hissettiren dev bir güç haline gelmiş durumda. Dünya’nın farklı bölgelerinde değişik nedenler öne sürülerek girişilen askeri operasyonlar, büyük ölçüde bu devi (ve diğerlerini) dizginlemeye yönelik adımlar olarak yorumlanıyor.
Çin çeyrek asrı aşkın süredir hızla büyüyen (yılda %8’den fazla) bir ekonomiye sahip. Başbakan Jibao’nun Mart ayındaki bir kongre sırasında, 2004 için koyduğu mütevazi %7’lik büyüme hedefini de gerçekleştirmesi durumunda 1,5 trilyon dolarlık bir üretim düzeyi ile, 10’uncu 5 yıllık plan (2001-2005) doğrultusunda kararlı adımlarla ilerleyişini sürdürecek. Oysa bu oran 2003’te %9,1 olmuştu.
Hedefin bu şekilde mütevazi tutulması ise nedensiz değil. Hızla büyüyen ekonominin özellikle toplum, çevre ve doğal kaynaklar üzerinde olumsuz etkileri de oluyor. Hedefteki bu gerileme, yıllardır sürdürülen ‘‘ne pahasına olursa olsun büyüme’’ anlayışından bir sapma anlamına da geliyor. Ekonomik büyümedeki küçük bir azalmanın, ekonomik performansın kalitesini artırması ve ekonomik kurumların sağlıklı biçimde düzenlenmesine hizmet etmesi bekleniyor.
Bu hedef, Komünist Parti yöneticilerinin 2003 yılının Ekim ayında dillendirmeye başladıkları, farklı bir ekonomik kalkınma kavramına yönelik. Yönetimdekiler, amaçlarını sosyalist pazar ekonomisinin daha da geliştirilmesi ve ‘’insan-merkezli kalkınma’’; başka bir deyişle ekonominin, toplumun ve bireylerin uyum içinde gelişmesi olarak ifade ediyor. Kırsal ve kentsel ya da bölgeler arası farklılıkların giderilmesi, insan ve doğa arasındaki uyumun korunması ve ulusal kalkınma ile birlikte dışa açılmanın da sağlanması diğer hedefler arasında sıralanıyor.
Bu yeni kalkınma anlayışı, Şubat ayında Çin Komünist Partisi Merkez Komitesi’nin düzenlediği bir seminer programı sırasında Başbakan Jibao tarafından ‘‘bilimsel kalkınma’’ şeklinde tanımlandı. Yaklaşık 50 yıldır sürdürülen kalkınma hamleleri, özellikle Mao Zedung’dan sonra iktidara gelen Deng Xiaoping döneminden itibaren önemli başarıların elde edilmesini sağladı. Ancak, artık yeni bir kalkınma anlayışının gerekli olduğu aşikar; zira sosyal ve siyasi birçok problemin göz ardı edilerek çözümlerinin ertelenmesi, 1,3 milyara yaklaşan nüfusun artan huzursuzluğuna ve ülke içinde kaos ortamının doğmasına neden olabilir. Geçmişin ekonomik kalkınma anlayışı yerine zengin ve fakir kesimler arasındaki dengesizlikleri azaltacak, yatırım yapabilecek sermaye sahibi bir kesimin oluşturulması için yeni düzenlemeler içerecek bir yaklaşımın benimsenmesinde bu açıdan yarar var.
Ekonomik kalkınma anlayışındaki bir değişiklik çevre için de aciliyet arz ediyor; çünkü Çin geçen yıl dünyada üretilen kömürün %31’ini tek başına tüketti. Bu oranlar demir, çelik ve çimento için de sırasıyla; %30, 27 ve 40 düzeyinde. Artan hammadde tüketimi kirliliğin artması sonucunu doğuruyor. Ülkenin çölleşme oranı da her geçen yıl artıyor. Son yirmi yılda, yıllık çölleşme oranı 1000 kilometrekareden, 2460 kilometrekareye çıktı. Kişi başına düşen tarımsal üretim yapılabilecek arazi miktarı da 1980’de 0,13 hektar iken, 2003’te 0,095 hektara geriledi. Ülkedeki sınaî atık oranı 2002’de doğanın kaldırabileceği düzeyin %80 üzerine çıktı. Kısacası rakamlar sürdürülemez bir hale gelindiğini gösteriyor.

Paylaş Tavsiye Et