Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Dosya
NATO’nun genişleme sürecinde BİO
M. Mücahit Küçükyılmaz
SOĞUK Savaş’ın bitişi çift kutuplu dünya düzenine özgü siyasî, askerî yapıların ve düşünme kalıplarının tartışılmasını da beraberinde getirdi. 1989 yılında yıkılan Berlin Duvarı ile Doğu Almanya’daki, ardından Demir Perde ülkeleri ve Sovyet Rusya’daki siyasal düzenler tasfiye olurken; askerî anlamda bir tarafta Varşova Paktı’nın, diğer tarafta NATO’nun (Kuzey Atlantik İttifakı) varlık nedenleri ortadan kalkmış görünüyordu. Ancak bir gerçek vardı: Varşova Paktı’nın temsil ettiği komünist blok mağlup; NATO’nun yer aldığı kapitalist sistem muzaffer olmuştu. Böyle olunca, NATO’nun yeni dünya düzeni içindeki konumunun alacağı şekil üzerinde özellikle ABD ve Avrupa arasında görüş ayrılıkları belirdi. Kendi bağımsız savunma sistemini kurmayı hedefleyen Avrupa Birliği ülkeleri, Amerika’nın askerî desteği olmadan da var olabileceklerini ileri sürerken, Washington kanadında, tehlikenin ortadan kalkmadığı; aksine “kızıl”dan “yeşil”e evrilerek renk değiştirdiği argümanı dile getirildi. Üstelik bu yeni tehdit, belirli bir coğrafyada konumlanmış değildi; açık ve somut bir nitelik taşımıyordu. Örgüte yeni bir misyon biçilmesi gerektiğini savunanların başında gelen NATO Eski Genel Sekreteri Manfred Wörner “örgüt, alan dışına çıkmazsa işsiz kalır” diyerek, yeni dönemde yapısal reforma giden ve “genişleyen” bir NATO olması gerektiğini vurguluyordu. Nitekim, 1990’ların başında yapılan Londra ve Roma Zirveleri’nden bu yönde kararlar çıkarken, şu gerekçeler ileri sürüldü: NATO yeni dönemde askerî bakımdan alternatifsizdi ve bu onun önemini azaltmıyor, tersine artırıyordu. Siyasî açıdan ise, BAB ve AGİT gibi güvenlik örgütleri kurumsallaşmalarını hâlâ tamamlamış değillerdi. Dolayısıyla AB’nin kendi ayakları üzerinde durma iddiası Washington tarafından gerçekçi bulunmuyordu. Zaten, Bosna-Kosova müdahaleleri ve Körfez Savaşı ile NATO, gerekliliğini Kıta Avrupası’na kendi lisan-ı halince anlatmış oldu. Bunlardan başka, Merkez ve Doğu Avrupa ülkelerinin, bir daha Rus yörüngesine girmemek için ısrarla NATO’ya üye olmak istemeleri, NATO’yu bir savunma örgütü konumundan çıkararak küresel çapta yönlendirici, belirleyici ve dengeleyici bir statüye kavuşturmak isteyenlerin elini güçlendiren bir koz haline geldi.
 
BİO’ya Giden Yol KAİK’ten Geçer
Böylece, 1991 yılında Roma Zirvesi’nde, “kriz yönetimi” ve “barışı koruma” kavramları çerçevesinde “Yeni Stratejik Konsept”i kabul eden örgüt, bünyesinde bir takım yapısal değişikliklere gitti. Aynı yıl, eski Doğu Avrupa ülkelerini ve bağımsızlığını henüz kazanmış olan Sovyet Cumhuriyetleri’ni Batı sistemine dahil etmek amacıyla Kuzey Atlantik İşbirliği Konseyi (KAİK) oluşturuldu. Ardından, Bağımsız Devletler Topluluğu’na dönüşen Rusya’nın, bölgede yeniden ağırlık kazanması ihtimalinden tedirgin olan eski Doğu Bloğu ülkelerinin Washington nezdinde bulunduğu girişimlerin de etkisiyle, NATO’nun 11 Ocak 1994’teki Brüksel Zirvesi’nde Barış İçin Ortaklık (BİO) projesi kabul edildi. KAİK’ten farklı olarak sadece eski Varşova Paktı üyelerine değil, tüm AGİT üyelerine açık olan BİO bu özelliğiyle, bir yandan NATO’nun doğuya doğru genişlemesinden endişe duyan Rusya’yı yatıştırmayı, diğer yandan da Boris Yeltsin’in uygulamaya başladığı “Yakın Çevre” politikasından rahatsız olarak Batı’ya sığınmaya çalışan eski Demir Perde ülkelerini kollamayı hedefliyordu. Eski Doğu Bloğu ülkelerine tam üyelik ve güvenlik garantisi vermeyen BİO projesi, aslında bu yolla, kısa vadede Rusya’nın tepkisini çekmeden NATO’ya zaman kazandıracak; uzun vadede ise, söz konusu ülkeler için üyelik sürecini başlatarak örgütün genişlemesine katkıda bulunacaktı. Zaten 19 NATO, 26 BİO ve 7 Akdeniz Diyaloğu ülkesi olmak üzere toplam 52 ülkenin katıldığı BİO programı daha çok ortak askerî tatbikatlar düzenlenmesini ve üyelerin askerî konularda NATO standartlarını yakalayabilmesini öngörerek, BİO gibi alt kurumsal bir projeyle, bu ülkeleri genişleme sürecinin dolaylı parçaları haline getirmiş oldu. Programın temel hedefleri arasında yer alan; “savunma bütçelerinin şeffaflaştırılması” ve “savunma güçlerinin demokratik yollardan kontrolü” gibi maddeler göz önünde bulundurulduğunda, NATO’nun yeni kimlik ve misyonuyla uyumlu olarak “yönlendiren”, “belirleyen” ve “denetleyen” bir örgüt yapısına kavuştuğu ortaya çıkar. Gerçekte söz konusu olan, projenin adında yer aldığı gibi bir “ortaklık” değil; Yeni Stratejik Konsept çerçevesinde, küresel çapta operasyonlar düzenleyebilecek bir NATO gücünün oluşumu için, başında ABD’nin bulunduğu sistemin kontrollü bir biçimde genişletilmesidir. Nitekim Amerika, son Irak saldırısı sırasında Kıta Avrupası’ndan alamadığı desteği Polonya, Bulgaristan ve Romanya gibi eski Doğu Bloğu ülkelerinden gördü ve kendi açısından BİO’nun meyvelerinden istifade etti.
 
Rusya ve BİO
KAİK ve BİO projelerine soğuk bakan ve hatta Batı’yı “sıcak barış”la tehdit eden Rusya Federasyonu hem BİO’nun Rusya’yı çevrelemeye yönelik bir girişim olduğunu açıkça ilan etti, hem de gizliden gizliye ABD ile pazarlıklar yürüttü. İçte yaşadığı sıkıntılar ve ekonomik bağımlılık nedeniyle Batı ile ilişkilerini gerse de koparmamaya dikkat eden Rusya, BİO’ya katılmaya razı olmak için 2 şart öne sürdü: NATO içinde kendisine imtiyazlı bir statü, dolayısıyla BM Genel Kurulu’ndaki gibi veto hakkı verilmesi ve NATO’nun Doğu Avrupa ülkelerini üyeliğe kabul etmekten vazgeçmesi. Ancak reel anlamda karşılığı olmayan bu talepler, 1994 yılında Budapeşte’de yapılan AGİK Zirvesi’nde Bill Clinton’ın kararlı tutumu nedeniyle kabul görmediği gibi, Rusya, Karabağ’a AGİK çerçevesinde Uluslararası Barış Gücü gönderilmesine de engel olamadı. Buna karşılık, Bosna Savaşı, Çeçenistan işgali, Rus-İran nükleer ilişkileri, Hazar enerji nakil hatları ve Yakın Çevre gibi konularda Rusya’nın manevra kabiliyetini fazla kısıtlamayan ABD, denge politikası izleyerek, 1995 yılı ortasında Rusya’nın BİO’ya katılımına giden süreci kolaylaştırdı. NATO’nun, üyeleri arasında işbirliğini geliştirmesinin yanı sıra, örgüt yapılanması dışında kalan ülkelerle ilişkiye geçmesinde de kullanılacak bir araç olarak tasarlanan BİO, uzun vadede Rusya’nın NATO’ya dahil edilmesinde önemli bir rol oynayabilir. Fakat Washington, BİO’ya katılımda olduğu gibi, bu konuda da acele etmeyecek; kendisinin avantajlı, Moskova’nın ise muhtaç olduğu zamanı kollayacaktır.

Paylaş Tavsiye Et