Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Dünya Siyaset
Uluslararası siyaset-güvenlik-ekonomi üçgeninde bir ‘olimpiyat’ analizi
Sadık Ünay
UZUN bir aradan sonra bu ay olimpiyat oyunları tabir caizse “yuvasına dönüyor”. Önce romantik bir ideal olarak başlayan, olimpiyat ruhunu canlandırma ve antik Yunan figürlerinin gölgesinde sportmenlik ruhunu taçlandırma fikri ete kemiğe bürünmek üzere. 2004 Avrupa Futbol Şampiyonası’nı Akdeniz kültürünün canlılığı ile Kuzey Avrupalı Otto Rehhagel’in gladyatör taktiklerini meczederek sürpriz bir biçimde kazanan, bizim için eski ‘komşu’ yeni ‘dost’ Yunanistan, Avrupa ve dünya kamuoyunun dikkatlerini kısa bir arayla tekrar üzerinde toplamaya hazırlanıyor.
Elbette ki olimpiyat oyunları hem gerçekleştirilecek organizasyonun çapı ve global düzeyde katılım imkanı, hem de 11 Eylül sonrasında belirmeye başlayan ve Afganistan-Irak işgalleri sonrasında keskinleşen yeni uluslararası güvenlik ortamındaki hassasiyetler nedeniyle son derece büyük önem arz ediyor.
20’nci yüzyıldaki tarihine şöyle bir bakıldığında olimpiyatların uluslararası politika-spor etkileşimini en göz alıcı şekilde ortaya koyan etkinlikler olduklarını belirtmek hiç de zor değil. Hitler Almanya’sının Aryan ırkının üstünlüğünü ispatlamak için bir geçit resmine çevirmeye çalıştığı 1936 Olimpiyatları’ndan, Londra’da Soğuk Savaş döneminin ilk ilticalarına sahne olan 1948 Olimpiyatları’na; Güney Afrika’daki Apartheid rejiminin katılımının ırk ayrımcılığı politikaları ile engellenmesinden, Amerikalı siyah atletlerin tam eşitlik yanlısı gösterilerine varıncaya dek pek çok siyasi proje, eylem, boykot ve jest mükemmel bir uluslararası propaganda platformu olarak görülen olimpiyat zeminlerinde neşvünema buldu. Siyasal rejimlerin ikili ilişkilerinin kısıtlı olduğu dönemlerde Doğu-Batı Almanya takımları arasındaki sportmen yakınlık gibi olumlu jestler ya da 1972 Münih Olimpiyatları’nda Filistin sorununa dikkat çekmek için 11 İsrailli atletin kaçırılıp öldürülmesi gibi tepkisel olaylar, olimpiyat oyunlarının uluslararası siyaset ve güvenlik alanlarında önde gelen sorunları yansıtan yarı-politik zeminler olma konumunu iyice pekiştirdi. Nihayet Soğuk Savaş’ın sonuna doğru geldiğimizde Sovyetler Birliği’nin Afganistan’ı işgalini protesto eden ABD’nin 1980 Moskova Olimpiyatları’nı boykot etmesi ve buna misilleme yapan Sovyetler’in 1984’te (ilginç bir tevafukla) ABD’de yapılan Los Angeles Olimpiyatları’na katılmaması, olimpiyat oyunlarını tamamen Soğuk Savaş döneminin “high-politics” araçlarından biri haline getirmiş oldu.
Uluslararası siyaset-güvenlik-ekonomi üçgeninin son kenarı olan ekonomik boyutun da olimpiyat geleneğine özellikle Güney Kore’nin organize ettiği 1988 Seul Oyunları’ndan sonra eklemlendiği söylenebilir. Soğuk Savaş’ın son demlerini yaşadığı ve global rekabet alanlarının klasik güvenlik mücadelelerinden uluslararası ekonomi-politik çekişmelere kaymaya başladığı bir ortamda uzun yıllar ihracata dayalı kalkınma stratejisini Japonya’nın izinde sürdüren Güney Kore, olimpiyatları bir anlamda “global vitrine çıkma aracı” olarak kullandı. 1960’lı yıllardan beri canla başla hayata geçirilen hızlı kalkınma ideolojisi meyvelerini vermiş ve Güney Kore’yi global anlamda ekonomik bir güç olarak ortaya çıkabileceği kritik eşiğe getirmişti. İşte tam bu konjonktürde en çarpıcı uluslararası mesaj, göz alıcı bir olimpiyat organizasyonu ile verilebilirdi; nitekim verildi de. Seul Olimpiyatları’nın taçlandırdığı ‘Asya Mucizesi’ algılaması, hem Doğu Asya’nın global ekonomi ile entegrasyonunu hızlandırdı, hem de 1997-98 finansal krizine dek bölge ülkeleri için eşsiz bir psikolojik-moral özgüven kaynağı oluşturdu. Son olarak yine ABD’deki 1996 Atlanta Olimpiyatları, ticarî promosyon faaliyetlerinin ayyuka çıkıp idealist olimpik ruhu tehdit eder hale gelmesi nedeniyle “Coca-Cola Olimpiyatları” olarak bilindi ve Uluslararası Olimpiyat Komitesi (IOC), artan ticarileşmeye karşı tedbirler almak zorunda kaldı.
Bu ay Yunanistan’da başlayacak olan Atina Olimpiyat Oyunları’nın kuşkusuz en büyük özelliği 11 Eylül saldırılarından sonra düzenlenen ilk olimpiyat ve en üst düzey spor aktivitesi olması ve olimpiyatların uluslararası siyaset-güvenlik gündemlerinin yansıdığı tarihsel karakterinin de etkisi ile 11 Eylül sonrası global güvenlik paradigmasının çekirdeğini oluşturan “teröre karşı savaş” prensibinin yapılan tüm hazırlıklara hâkim olmasında yatıyor. Yani bir anlamda, Soğuk Savaş döneminin siyaset-güvenlik ekseninden, Soğuk Savaş sonrası dönemin ekonomi-politik eksenine kayan oyunlar, tekrar ve bu defa alenen güvenlik eksenine çekilmiş bulunuyor.
Öyle ki, şu ana kadar El-Kaide ya da benzer herhangi bir örgütün olimpiyatlara yönelik saldırı hazırlığında olduğuna dair bir bilgi alınmadığı halde, olimpiyatların güvenliği konusu İstanbul’daki NATO Zirvesi’nin gayri resmî gündemini oluşturabiliyor ve ev sahibi Yunanistan; ABD, İngiltere, Fransa ve İsrail başta olmak üzere on civarında yabancı ortağı olan bir ‘güvenlik konsorsiyumu’ ile eşgüdüm halinde tarihinin en büyük güvenlik operasyonuna hazırlanmak durumunda kalabiliyor. Güvenlik, spor gündeminin o kadar önüne geçmiş durumda ki, oyunların yapılacağı tesislerin bir kısmının halen tamamlanmamış olması sadece gecikmenin güvenlik imaları açısından değerlendiriliyor; sözgelimi, üç milyon civarında biletin halen satılamamış olması çok ‘minör’ bir problem.
Ama hiç şüphesiz asıl dikkatin çevrildiği konular; Amerikan AWACS uçaklarının hangi bölgelerde istihbarî uçuş yapacakları, uzman Amerikan dalgıçlarının hangi limanlarda bomba kontrolü ve VIP gemi koruması yapacakları, ABD tarafından ‘kirli bomba’ tehdidine karşı sağlanan radyasyon detektörlerinin hangi sınır noktalarına yerleştirileceği, kimyasal-biyolojik silah uzmanı Çek ekibinin acil faaliyet planı, oyunlar sırasında Atina’da cirit atacak olan özel bodyguard ekipleri ile CIA, FBI, MI6, SHIN BET, MOSSAD ve diğer gizli servis ve güvenlik teşkilatı mensuplarının aktivitelerinin sınırları, olimpiyat köyüne yerleştirilen yüzlerce gizli kameranın kontra-terör uzmanlarınca kontrolü, vs. vs. Yani neresinden bakarsanız bakın, geleneksel olarak ülkeler arası barış-kardeşlik-sportmenlik mesajları ile yoğrulan olimpiyat oyunları, son yılların en büyük savaş dışı güvenlik operasyonuna ve neoconların sonbahardaki başkanlık seçimleri öncesi belki de son gövde gösterisine sahne olmaya hazırlanıyor.
Ayrıca Bush yönetiminin NATO içi siyasi bir hesaplaşmadan kaçınmak için Karamanlis hükümetini, Yunanistan’ın seferber edeceği 70 bin civarındaki güvenlik gücüne ek olarak NATO’ya bağlı 400 kişilik Amerikan özel kuvvetlerini resmen talep etmeye zorladığı da Batı basınına sızan haberler arasında. NATO’nun Avrupalı üyelerinin itirazlarına rağmen babası George Bush (Senior) ve ikiz kızlarını Atina’ya göndermeye hazırlanan Bush’un hiçbir şeyi şansa ya da Yunanlı müttefiklerine bırakmaya razı olmadığı ayan beyan ortada. Diğer bir açıdan, “teröre karşı global savaş” döneminin bu ilk olimpiyatları, güvenlik harcamalarındaki inanılmaz artış nedeniyle bir “olimpiyat rekorunu” da kırmak üzere. Güvenlik tedbirlerinin artırılması için özellikle ABD, İsrail ve İngiltere tarafından yapılan baskılara muhtemel tepkileri göz önünde bulundurarak boyun eğen ev sahibi Yunanistan’ın güvenlik harcamaları 1,5 milyar dolar düzeyini aşmış durumda ki bu da ilk tahminlere göre %25’lik bir artışı ifade ediyor. Buna hacker’ların saldırılarına karşı korunmaya çalışılan kompleks IT sisteminin getirdiği ek finansal yük ve Atina’da son yılların en büyük elektrik kesintisine yol açan altyapı gerilmesi dahil değil.
Anlaşılan olimpiyat meşalesi çıkış yeri olan Atina’ya kontra-terör tedbirlerinin eskortunda, kimyasal-biyolojik saldırı paranoyası ile girecek. Atina’daki olimpiyat oyunlarının “teröre karşı global savaş” temasının hâkim olduğu ilk ve son oyunlar olması temennisi ile…

Paylaş Tavsiye Et