Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Dosya
Devrim’den günümüze İran dış politikası
Mesut Özcan
COĞRAFÎ konumu, tarihî ve kültürel mirası, ekonomik kaynakları ve insan potansiyeli ile önemli bir aktör olan İran’ın bölge siyasetindeki konumu 1979’daki devrimden sonra ciddi değişiklikler gösterdi. Devrim öncesinde ABD’nin Orta Doğu’daki en önemli müttefiklerinden biri olan İran, devrimden sonra bu ülke ile sürekli problemli ilişkiler içinde oldu. Araplar ile İsrail arasında 1973’te meydana gelen Yom Kippur Savaşı ve sonrasındaki petrol ambargosu ile fiyatlarda meydana gelen ciddi yükseliş, İran’ın bölgesel etkinliğini artırdı. Arap ülkelerinin başlattığı petrol ambargosuna katılmamasına rağmen ortaya çıkan yüksek fiyattan yararlanan İran’ın petrolden elde ettiği gelir ciddi şekilde arttı. Artan bu gelir ve ABD’nin desteği, İran’ı bölgede daha önemli bir oyuncu olma ve olayları kendi politikalarına uygun olarak şekillendirme isteğine yöneltti. Bu amaçla ABD’den son model teknolojik silahlar satın aldı. İran’ı bölgede kendisi için önemli bir müttefik olarak gören ABD de bu silahları satmakta herhangi bir sakınca görmedi. O dönemde Körfez’deki üç adayı hakimiyeti altında bulundurması nedeniyle Körfez ülkeleri ile arası bozulan İran, Şattü’l-Arap su yolunun kontrolü konusunda Irak’la sorunlar yaşadı. Irak’taki Kürt grupları destekleyerek, bu ülkeyi 1975’te Şattü’l-Arap konusunda istediği çizgiye getirebildi.
Ülke gelirlerinin ciddi oranda artmasına rağmen, bölüşümde ortaya çıkan eşitsizlikler ve Şah’ın izlediği politikalara yönelik muhalefet ülkede sorunlara yol açıyordu. Bu sorunların bir devrime yol açacağını kimse beklemezken, muhalefete karşı yönetimin takındığı sert tavır halkın yönetimden iyice uzaklaşmasına neden oldu. 1979 başında gerçekleşen devrimle İran’ın sadece iç siyasetinde önemli değişiklikler meydana gelmekle kalmadı, İran dış politikasında ve bölgesel siyasette de önemli değişikliklere yol açtı.
Devrim sonrasında İran’ın izlediği dış politikada çeşitli dönüşümler göze çarpmaktadır. Bu noktada, devrim sonrası İran’ın dış politikasını çeşitli evrelerde değerlendirebiliriz.
1979’dan Humeyni’nin öldüğü 1989’a kadar olan dönem, sonraki dönemlere göre bazı yönlerden farklıdır. Şah döneminde ABD ve İsrail’le geliştirilen üst düzey ilişkilerin koptuğu devrim sonrası, yönetimin birinci amacı, devrimi bölgeye ihraç ederek benzerlerinin ortaya çıkmasını sağlamaktı. Ancak muhafazakâr Arap yönetimleriyle devrim ihracı söylemi nedeniyle ciddi sorunlar yaşandı. Döneme damgasını vuran en önemli olay ise 1980-1988 arasında devam eden İran-Irak Savaşı idi. Bu savaş sırasında Suriye hariç tüm Arap dünyası ve Batı ülkeleri Irak’ı destekledi. İran’la olan sorunlarını kendi lehine çözmek için daha iyi bir zaman olamayacağını düşünen Saddam Hüseyin’in iki ülke arasındaki sınırı belirleyen 1975 tarihli Cezayir Anlaşması’nı televizyonda yırtması ve İran’a bütün sınır boyunca cephe açmasıyla başlayan savaşı Irak’ın kısa süre içerisinde kazanmasını bekleyenler çoğunluktaydı. Devrim sonrasında iç karışıklıklarla boğuşan İran’ın, Irak’ın istediği şartlarda barışı kabul edeceği genel beklentiydi. Ama bu savaş İran’a içeride devrimi konsolide etme imkanı sağladı ve kısa süre içinde Irak’a karşı saldırıya geçti. Yaklaşık 8 yıl boyunca tarafların birbirine kesin bir üstünlük sağlayamadan devam ettikleri savaştan en kârlı çıkan ülkeler, bu iki ülkeye silah satışı yapanlardı. Irak’ın Arap ülkelerinin haklarını koruduğu ve devrimin buralara yayılmasını engellediği yönündeki söylemine karşılık İran, İslamî dayanışma ve devrim vurgusunu öne çıkardı. Ama aynı zamanda savaşı devam ettirebilmek için pragmatik bir şekilde çok farklı ülkelerle ilişkilerini sürdürdü. İslamî dayanışma vurgusu çerçevesinde İsrail’e karşı mücadele eden Filistinlilere ve Lübnan’daki Hizbullah’a destek verdi. ABD’yi dengelemek bakımından da SSCB ile ilişkilerini iyi tuttu.
           
Devrim İhracından Pragmatik Uzlaşmacılığa
1988’de Irak ile savaşın sona ermesi ve 1989’da Humeyni’nin ölümünün ardından İran dış politikasında önemli değişiklikler göze çarptı. Savaş sırasında, savaşa son vermek için Irak’taki yönetimin değişmesi şartını ile süren Humeyni’nin 1988’de anlaşmayı ‘zehir içmekten beter’ diye niteleyerek kabul etmesi İran’ın devrim ihracı amacından bir geri adım demekti. Aynı şekilde Humeyni’nin ölümünün ardından İran dış politikasında devrim ihracından çok millî çıkarlar çerçevesinde politika izlenmeye başlandı. Körfez Savaşı ve SSCB’nin dağılması, tüm bölge ülkelerinde olduğu gibi İran dış politikasında da önemli birer faktör oldu. Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesi ve sonrasındaki gelişmeler ilk anda İran’ı memnun edecek şeylermiş gibi görünüyordu. Ama ABD’nin Körfez’e ciddi bir askerî yığınak yapması ve Irak’ın zayıflaması ile artmaya başlayan İran etkisinin önüne geçmesi, İran açısından pek hoş karşılanacak bir durum değildi. Benzer şekilde Irak’ın bölünmesi tehlikesi de İran’ı ciddi bir şekilde rahatsız ediyordu.
SSCB’nin dağılmasının ve İran’ın kuzeyde yeni devletlerle komşu olmasının da olumlu ve olumsuz yönleri vardı. Ülkeyi çeşitli defalar istila etmiş olan Rusya ile artık kara sınırının olmaması olumlu bir nokta idi; ama bu bölgede ortaya çıkan belirsizlik ve ABD ile İsrail’in bu bölgede etkinliklerinin artması İran’ı rahatsız ediyordu. İran, ilişkilerini belirli bir dengeye oturttuğu Rusya yerine diğer aktörlerin bölgede etkin olmasından memnun değildi. İran’ın bölgede etkin olma yönündeki çabaları da beklenen sonucu vermedi. Bölge ülkelerinin liderleri İran’a şüphe ile yaklaşırken, Rusya buradaki etkinliğini kolay kolay bırakmayacağını hissettirdi. İran’ın imkanlarının kısıtlı olması da beklediği etkinliği kurmasını engelledi.
Bu yıllarda Orta Doğu’da İran dış politikası açısından önemli olan bir diğer gelişme ise Filistin-İsrail Barış Süreci idi. SSCB’nin dağılmasının ardından bölgede hakimiyet kurma konusunda rakipsiz kalan ABD’nin de desteklediği bu sürece İran şiddetle karşı çıktı. Bölgedeki en önemli düşmanı İsrail’in meşruiyetini artırmaya yönelik bu girişimleri engellemek amacıyla barış sürecine karşı çıkan gruplara destek verdi. ABD’nin 1993’ten itibaren uygulamaya koyduğu ‘çifte kuşatma politikası’ da, İran’ın bu yıllarda dış politikasını meşgul eden en önemli konulardan birisiydi. Yine 1995’te ABD Kongresi’nin İran’a 20 milyon dolardan daha fazla yatırım yapılmasını engelleyen bir karar alması ve bu konuda diğer ülkelere de baskı yapması İran’ı her yönden izole etmeye yönelik bir politikaydı.

Bütün bu gelişmelerin ardından Muhammed Hatemi’nin Cumhurbaşkanı seçilmesi ile beraber İran, kendisine yönelik izolasyonu kırmaya ve bölge ile ilişkilerini normalleştirmeye öncelik veren bir dış politika izlemeye başladı. Bu çerçevede Körfez ülkeleri ve Suudi Arabistan’la ilişkilerini normalleştirdi ve Aralık 1997’de Tahran’da gerçekleştirilen İKÖ toplantısı sonrasında yeniden etkinliğini artırmaya başladı. ABD’nin baskılarının etkilerini hafifletmek için Rusya, Çin gibi Asya ülkeleri ve AB’nin Almanya ve Fransa gibi önde gelen üyeleriyle iyi ilişkiler geliştiren İran, yakın dönemde Türkiye gibi komşularıyla olan ilişkilerinde de olumlu gelişmeler kaydetti. ABD’nin Irak’ı işgali sonrasında tehdit algılaması iyice artan İran’ı rahatsız eden diğer bir gelişme de, ABD yönetiminin bu ülkeye yönelik kitle imha silahlarıyla ilgili açıklamaları oldu. Bu noktada oluşan baskıları hafifletmek için çeşitli tavizler veren İran, bir yandan da izolasyonu azaltmak için diğer ülkelerle olan ilişkilerini geliştirmeye çalışıyor. Önümüzdeki dönemde de ABD’nin İran’a yönelik baskıları ve İran’ın bunları aşma çabaları, bu ülkenin dış politikasını etkileyen en önemli unsur olmaya devam edecek gibi gözüküyor.


Paylaş Tavsiye Et