Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Dosya
ABD gölgesinde İran-AB ilişkileri
K. Zafer Şen
1979 İRAN İslam Devrimi ile beraber bölgedeki en önemli müttefiklerinden biri olan Şah Rıza Pehlevi’yi kaybeden ABD’nin İran’a bakışında yaşanan kırılma, genel hatları itibariyle tüm ABD müttefiklerine yansıdı. Avrupa’nın da bugün İran’la olan ilişkileri ve bu ilişkide yaşanan sorunlar ABD’nin İran’a bakışından doğrudan etkilenmektedir. Çünkü Avrupa-İran ilişkilerinde esas belirleyici olan unsur, ABD-İran ilişkileridir. ABD’nin İran’ı uluslararası arenadan tecrit etme gayretlerine, Tahran’ın zaman zaman Batı’ya ve özellikle ABD’ye yönelik sert mesajları da eklenince, İran, Batılı devletlerle olumlu ilişkiler geliştirebilme şansını yitirmiş oldu. Bu süreçte oryantalist klişelerle kurgulanan “devrimci İslam” imajı Avrupalıların İran’a bakışında önemli rol oynamaktadır. Devrim sonrası İran dış politikasının ‘Devrim ihraç etme’ söylemi de, nüfusunun önemli bir kısmını Şiilerin oluşturduğu komşu Körfez ülkelerinde endişeye yol açmış; bu ülkelerin ABD’ye ve Avrupalı güçlere daha yakın politikalar izlemesine neden olmuştur.
Soğuk Savaş döneminde Sovyet Rusya tehdidi nedeniyle ABD’nin yanında, ama sessiz kalmayı yeğleyen Avrupalı devletler, 1990 sonrasında bu politikalarını gözden geçirme fırsatı buldular. Ekonomi-politiğin giderek dış politikayı ve ülke güvenliğini etkiler hale gelmesi, bütünleşme hareketini ekonomik temele oturtan Avrupalı devletler için yeni fırsatlar açtı. Avrupalı devletler gitgide ABD politikalarını eleştirmeye ve kendi çıkar alanlarında daha hassas politikalar izlemeye başladılar. Fakat her ne kadar AB ve ona üye devletler ABD politikalarını eleştirseler de, hegemonik güç olan ABD’den bağımsız bir politika geliştirebilmiş değillerdir. Temelde ABD’nin bölgeye ve İran’a yönelik politikaları ile uyumlu politikalar üretmeye çalışan Avrupalı devletler, küçük fakat önemli sayılabilecek ayrıntılarda söz sahibi olmaya çalışmaktadırlar. 1990 sonrası dönemde İran’ın, Devrim’i ihraç etme söyleminden vazgeçmiş olması ve Batı ile iyi ilişkiler geliştirmek istemesi Avrupalı devletleri İran’a yakınlaştırmıştır. Zaten İran, Avrupa’nın sosyal ve ekonomik refahının sürekliliği için vazgeçilmez kaynaklar olan petrol ve doğal gaz rezervleri bakımından önde gelen bir ülkeydi ve bu durum onu Avrupalı yatırımcılar için gözde konumuna getirmiştir.
Dış politikada İran’ın aşamadığı asıl sorun, ABD’nin uluslararası arenada İran’ı tecrit etme adına yarattığı güçlüklerdir. Bu nedenle İran, uluslararası sermaye kuruluşlarına, doğrudan dış yatırımlara ve nitelikli teknolojiye ulaşmakta zorlanmaktadır. ABD yönetimi 6 Mayıs 1995’te İran’a yönelik ambargo kararı almış ve tüm uluslararası kamuoyuna da bu yönde baskı yapmıştır. ABD Kongresi’nin Temmuz 1995’te kabul ettiği, D’amato Yasası olarak bilinen Libya-İran Yaptırımları Yasası, İran’da yirmi milyon doların üzerinde yatırım yapmayı yasaklamaktadır. Bu yasa, ABD yönetiminin İran’ın uluslararası alandaki ekonomik ilişkilerini engellemek için giriştiği geniş kapsamlı çabaların somut bir örneğidir. Özellikle Avrupa ülkeleri ve Japonya, yasanın öngördüğü yaptırımlardan en fazla etkilenecek ülkeler olarak, ambargo kararına katılmayacaklarını açıkladılar. Avrupa ülkeleri İran’la hassas diyalog politikalarını yürütmeyi tercih ettiler. Siyasî alandaki edilgenliklerini ekonomik girişimlerle gidermek isteyen Avrupalı devletler, İran’a yönelik politikalarında aynı yöntemi izlediler. Fransız, Hollandalı, Alman ve İtalyan menşeli çokuluslu şirketlerin ambargoyu delerek İran’a yatırım yapmaları ABD-AB ilişkilerinde zaman zaman kısa süreli gerginliklere de neden oldu. Avrupa ülkeleri gerginliği azaltmak amacıyla, insan hakları ihlalleri konusunda İran’a ciddi eleştiriler yapmaya başladı. AB ayrıca, ticari ilişkilerin resmî bir şekil alabilmesi için gerekli anlaşmaların imzalanabilmesinin ön şartı olarak şunları ileri sürüyordu: “İran’ın İsrail’i tanıması, Orta Doğu barış sürecinin engellenmemesi için İsrail karşıtı gruplar üzerindeki etkisini kullanması ve herhangi bir şart koymaksızın terörizmle uluslararası mücadeleye katılması.”
1997’de reformist kanattan Muhammed Hatemi’nin İran cumhurbaşkanı olarak seçilmesi sonrasında verdiği diyalog ve işbirliği mesajları ABD tarafından kuşku ile karşılanırken, Avrupalı devletler tarafından olumlu karşılandı. Bu çerçevede Hatemi, İtalya, Almanya ve Fransa’ya çeşitli ziyaretlerde bulundu ve ABD’nin uygulamaya çalıştığı tecrit politikasına karşı alternatif ilişkiler geliştirmenin yollarını aradı. Hatta İtalya ziyareti sırasında Papa ile görüşen Hatemi, verdiği sıcak diyalog mesajlarıyla Avrupa kamuoyundaki olumsuz İran imajını düzeltmek istiyordu.
Cumhurbaşkanı Hatemi’nin, seçilir seçilmez AB’ye ve Avrupa ülkelerine yaptığı ‘Kapsamlı Diyalog’ çağrısı sonrasında 1998’de AB ülkeleri ile İran arasında müsteşarlar düzeyinde görüşmeler başladı. Bu diyaloğun siyasî bölümü özellikle şu konular üzerine yoğunlaşıyordu: “Bölgesel krizler, Orta Doğu Barış Süreci, kitle imha silahlarının yayılmasını önleme, insan hakları, terörizm ve enerji.” Bunlardan başka, Avrupalı diplomatların üzerinde durduğu diğer konular, İran petrol ve doğal gazının Avrupa’ya taşınması, ticaret ve yatırımın artırılması, mülteciler ve uyuşturucu trafiği sorununun önlenmesiydi. Bu görüşmeler sonucunda 7 Şubat 2001’de AB Komisyonu, İran ile ilişkilerin geliştirilmesi için AB Konseyi’ne bir taslak metin sundu; Konsey de Mayıs 2001’de İran’la ticaret ve işbirliği anlaşması imzalanması yönünde olumlu görüş bildirdi. Aralık 2002’de AB-İran ticaret ve işbirliği görüşmeleri siyasî diyalog, insan hakları ve terörizmle ilgili konular üzerinde yoğunlaştı. Fakat daha sonra AB’nin, anlaşmanın imzalanabilmesi için İran’ın İsrail’i tanıması şartını öne sürmesi görüşmeleri tıkadı.
Bütün bu diplomatik girişimlere ve görüşmelere rağmen, bugün AB ile İran arasında herhangi bir anlaşma yapılmış değildir. Tahran’da AB Komisyonu’nun delegasyonu bulunmazken, İran’ın Brüksel’de AB nezdinde bir temsilciliği bulunmaktadır. Orta Doğu’daki etkinliğini artırmayı amaçlayan AB, bölgedeki Amerikan siyasî ve askerî varlığı nedeniyle kendini köşeye sıkışmış hissetmektedir. Bu yüzden Avrupalılar, Amerikan politikalarına ters düşmeden, fakat kendi özel ajandalarına uygun olarak hassas bir diyalog arayışı içerisindeler. Irak konusunda samimiyetsizliğine şahit olduğumuz AB’nin, Kasım ayında yapılacak ABD başkanlık seçimleri sonrasında İran’la ilgili nasıl bir politika izleyeceği merak konusu. Genel hava, bunun Irak’takinden pek de farklı olmayacağı yönünde. Fakat Aralık ayındaki AB Zirvesi’nde Türkiye ile tam üyelik görüşmelerine başlanması yönünde bir karar çıkması durumunda Avrupa, ABD karşısında daha bağımsız bir politika izleyebilecektir. Bu nedenle AB-İran ilişkilerinin geleceğini ve her iki tarafın da birbirine yönelik politikalarını belirleyecek olan en önemli gelişmelerden biri, Türkiye’nin AB ile yapacağı tam üyelik görüşmeleri süreci olacaktır.

Paylaş Tavsiye Et