Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Dünya Siyaset
Özgür Irak’ta siyaset
Hatice Boynukalın Şenkardeşler
HER gün patlayan bombalara ve katledilen onlarca insana dair haberlerin neredeyse rutinleştiği şu günlerde, üzerinden henüz iki ay geçmesine rağmen Irak seçimleri de gündemden düşmek üzere. Tabii bunda, çoktan kurulması gereken hükümetin henüz kurulmamış olması, bu yüzden de seçimlerin yarattığı o sunî heyecanlı havanın birden bire yok olup gitmesinin de payı büyük.
Bilindiği gibi Irak halkı, Sünni Arapların büyük bir kısmının boykot ettiği 30 Ocak seçimlerinde Ulusal Meclis’te kendilerini temsil edecek 275 vekili seçmiş, ardından da hükümetin kurulmasını beklemeye koyulmuştu. Ancak yaşanan olaylarla birlikte geçen zaman, bu işin öyle sanıldığı kadar kolay olmayacağını açık bir biçimde ortaya koydu. Nitekim bu yazının yazıldığı güne kadar Şiiler ve Kürtler arasında haftalardır süren hükümet pazarlıklarında henüz bir anlaşma sağlanamamıştı.
 
Hayal Kırıklığı
Birçok Iraklının, iki ay önce yapılan seçimlere katılarak geçmişteki “diktatör ve zalim” Irak’la bütün münasebetini kesmek için oy verdiğini vurgulayan eş-Şark el-Awsat’tan Adnan Hüseyin, “Irak halkı daha özgür, şeffaf, egemenliğin millete ait olduğu, seçilmiş yönetimin halka hizmet için var olduğu bir ülke özlemiyle sandıklara akın ederken, bugün en yüksek oyları alarak sandıktan çıkanlar kendilerini Tanrı tarafından görevlendirilmiş Ortaçağ kahinleri gibi görüyor, gizli gizli toplantılar düzenleyip Irak halkı adına kararlar alıyorlar” diyordu.
Adnan Hüseyin’in de belirttiği gibi, “kapalı kapılar ardında süren” görüşme ve tartışmaların ana konusunu yönetimin paylaşılması meselesi oluşturuyor. Bu kavgaları yürüten üç taraf ön plana çıkıyor: Kürt Cephesi, İbrahim Caferi’nin başını çektiği ittifak ve başkanlık dönemi sona ermek üzere olan İyad Allavi ve ekibi.
 
İttifak’ta İlk Çatlaklar
Aslında mecliste çoğunluğu elde eden Irak Birleşik İttifakı’nın hükümet başkanlığı meselesini çözmesi, beklentilere çok daha uygundu. Ancak, İttifak’ın bir mozaik şeklindeki oluşumu ve hükümet başkanlığı için birden çok aday çıkarması, seçim sonuçlarının daha dengeli bir biçimde değerlendirilmesinin önünde bir engel oluşturdu. İslam Devrimi Yüksek Konseyi Başkanı Abdülaziz el-Hakim, Şii otoritelerinden nükleer fizikçi Hüseyin Şehristani’ye yakınlığı ile bilinen Dava Partisi lideri İbrahim Caferi ve Irak Ulusal Kongresi Lideri Ahmed Çelebi gibi adayların arasından seçim yapmak, haliyle İttifak üyeleri arasında kararsızlığa ve anlaşmazlığa yol açtı. Sonunda Caferi üzerinde uzlaşma sağlanmış olsa da, İttifak içinde baş gösteren ihtilafların sürüp gitmesine engel olunamadı. Yaşanan bu anlaşmazlıkların sonucunda üye bazı gruplar İttifak’tan çekildi.
İttifak cephesinde yaşanan bu bölünmeler, seçimlerde ikinci sıraya yerleşen Kürt listesinin hanesine artı puan olarak geri döndü. Kürt gruplar, kurulacak olan hükümette görmezlikten gelinemez bir ağırlığa ve avantaja sahip oldular. Nitekim bu durum, görüşmeler sırasında Kürt tarafının taleplerini artırmasına, başlangıçta Sünni Araplara verilmesi planlanan cumhurbaşkanlığı koltuğunun Kürtler lehine elden çıkmasına ve Sünnilerin yasama sürecinin oluşturulmasında oynayacağı rollerin de otomatik olarak azalmasına yol açtı.
Sünni Arap liderlerinin siyasî arenada boy göstermekten kaçınmış olmalarının tüm taraflar arasında krize yol açtığının altını çizen eş-Şark el-Awsat yazarlarından Ali ed-Debbağ devamla, “Şii blok kendisini, gerek boykot sebebiyle, gerekse de şartları gereği sandığa gidemeyen kesimlerin haklarını koruma noktasında hukukî, şerî ve örfî olarak sorumlu tutmaktadır. Özellikle de Şiilerin Yüksek Mercii Ali Sistani’nin Arap Sünnilerin haklarının Şiiler gibi korunması gerektiği yönündeki açıklamalarından sonra... Ancak Şii taraf, Sünni Arapların kendilerini temsil edecek liderleri bir an önce sahneye çıkarmaları konusunda da baskı uygulamakta ve cesaret vermekte. Bu durum, tüm Irak’ın geleceğini ilgilendiren meselelerin tartışılacağı önümüzdeki günler için olmazsa olmaz bir koşul” diyordu.
 
Kürtler Ayak Sürüyor!
Ra’y gazetesinden Muhammed Harub, bu gelişmelerden cesaret alan Kürt tarafının, daha çok avantaj elde etmek ve İbrahim Caferi’den ödünler alabilmek amacıyla, fazla uzayan hükümet kurma sürecinin kısaltılması ve Irak’ın acil çözüm bekleyen problemlerinin masaya yatırılması için çok aceleci davranmadıkları kanısında.
Kürtler tarafından koparılmak istenen tavizleri; Kerkük’ün geleceği, Kürt milislerin (Peşmergelerin) durumu ve merkezî yönetim ile kurulması öngörülen Kürt Federasyonu arasındaki ilişkilerin nasıl yürütüleceği şeklinde özetlemek mümkün. Aynı zamanda Kürt Hareketi’nin, seçimler sırasında kendi halkı arasında bir kamuoyu yoklaması gerçekleştirdiğini hatırlatmakta fayda var. Nitekim yoklamanın sonuçlarına göre, Kürt halkı arasında bağımsız bir devlete sahip olma arzusunun oranı %95’leri bulmakta.
Buna karşılık Kürtlerin isteklerine karşı çıkan tarafların içinde bulunduğu durum da hiç iç açıcı değil. Zira Arap kökenli Iraklılar, Şii ve Sünni olarak ikiye bölünmüş durumda. Zaman zaman iki taraf arasındaki gerginlikler, olayları bir iç savaş yaşanma tehlikesine dahi vardırıyor. Yine Irak, şu anda içinde bulunduğu durumdan ötürü Kürtlerin ilerlemelerini durduracak askerî bir güçten de yoksun.
El-Hayat gazetesi yazarı Ali es-Sadi’nin de dediği gibi, “Bölgesel anlamda Arap ülkelerinin hemen hepsi, içinde bulundukları problemlerden dolayı bu meseleyle ilgilenecek durumda değil. Aynı zamanda Kürtlerin talepleri -Suriye kısmen istisna edilirse- doğrudan hiçbir Arap ülkesinin çıkarını zedelememekte. ABD ise, Kürtlerin talepleri konusunda yükselttikleri çıtalara karşı çıkmamakta. Zira Kürtler, ABD’nin başını çektiği ittifakın bir parçası ve ABD’ye söz verdikleri tüm yükümlülükleri de harfiyen yerine getirdiler. Bu durum, onları büyük bir ödülü, hatta ayrılıkçı taleplerinin karşılanmasını hak edecek bir konuma getirmekte.” Ancak böyle bir adımın, bir barut fıçısının ateşe verilmesi anlamına geleceği de çok açık.
Irak’taki kargaşadan en fazla demokrasinin zarar göreceğinin ve seçilecek hükümete olan güvenin sarsılacağının altını çizen eş-Şark el-Awsat yazarı Halid el-Kaştini, “Bu durum, Fransa’da üçüncü cumhuriyetin başına gelenleri ve Hitler karşısında uğradığı hezimeti akıllara getiriyor. Bunun gibi Irak halkı da düzeni, istikrarı ve güvenliği tekrar sağlayacak bir ikinci Saddam Hüseyin’i aramaya koyulabilir. Nitekim düzen ve istikrarın bozulduğu dönemlerde halklar güçlü ve baskıcı yöneticileri tercih ederler. Son seçimlerde bu vasıflara uygun hiçbir aday yoktu. Bana öyle geliyor ki, adaylar arasında Hitler ya da Mussolini’ye benzer bir program sunan biri olsaydı muhakkak ki seçimleri kazanırdı. Kim bilir? Belki de serbest bırakılıp seçimlere katılmasına izin verilseydi, Saddam Hüseyin’in dahi yarıştan galibiyetle çıkması muhtemeldi!” diyor.
Kısacası anlaşmazlıklar göründüğünden çok daha derin. Şimdilerde Irak’a hâkim olan sessizliğin ardında, pastadan pay alma yarışında en iyi dilime sahip olma kaygısı yatmakta. Ancak tarafların isteklerini elde edememesi durumunda ülkede fırtınaların kopması da an meselesi.

Paylaş Tavsiye Et